Hamamcının Kızı Hikayesi
Limon Ağacı Hikayesi
Limon Ağacı Hikayesi
Zengin bir iş adamının bahçesinde, yan yana dikilen iki limon ağacı vardı. Mayıs ayı sonlarında açan limon çiçekleri, bütün bahçenin havasını bir anda değiştirir ve apartmanlara hapsedilmiş insanlara baharın geldiğini müjdelerdi. Ancak limon ağaçlarından biri, diğerinden cılız ve şekilsizdi. Bu yüzden büyük ağaç her fırsatta onu küçümser ve tepeden bakardı. Ev sahibi de küçük boylu limon ağacından ümit kesmiş görünüyordu. Ona göre ağaç, bu gidişle kuruyup ölecekti. Bu yüzden de onu fazla sulamaz ve bakımını yapmayı pek istemezdi.
Günün birinde esen sert bir poyraz, karlı dağların yamaçlarındaki bir grup çiçek tohumunu iş adamının bahçesine uçurdu. Fakat bahçenin her tarafı parsellenmiş, sadece limon ağaçlarının altında yer kalmıştı. Bir an önce filizlenmek zorunda olan tohumlar, limon ağaçlarının yanına gelerek onların altında yeşermek için izin istedi.
Büyük ağaç, iyice kasılarak:
—Böyle bir şey asla mümkün olamaz, diye atıldı. Bizler kuru kalmayı pek sevmeyiz. Eğer dibimde çoğalırsanız, suyu emip beni kurutursunuz.
Aslında büyük ağacın çekindiği başka bir şey daha vardı. Çiçekler rengarenk açtıklarında, limon ağacının sarıya çalan beyaz çiçekleri sönük kalacak ve bahçe sahibinin gözündeki değeri azalabilecekti. Oysa ki ağacın, kendinden güzel olanlara hiç mi hiç tahammülü yoktu.
Küçük ağaç, uzun boylu arkadaşının tohumlara verdiği cevabı beğenmemişti. Çünkü o, kendisine hayat verenin, o hayat için gerekli olan suyu da vereceğini çok iyi biliyordu. Bu yüzden, aklına bile gelmiyordu susuzluk.
Tohumların teklifini kabul ederken:
—Sizlerle birlikte olmak, bana mutluluk verir, dedi. Böylelikle yalnızlık da çekmeyiz.
Büyük ağaç bu işten hoşlanmamıştı. Fakat küçük olanı:
—Güzel yaratılanlardan kimseye zarar gelmez, diye tekrarlıyordu. Güzellerden güzellikler doğar sadece.
Küçük limon ağacı altında filizlenen tohumlar, bir kaç hafta içinde cennet çiçekleri gibi açıp bütün bahçenin göz bebeği haline geldi. Bu arada ağaç, elinden geldiği kadar kendilerine yardımcı olmaya çalışıyor ve çiçeklerin sevdiği yarı güneşli ortamı sağlamak için, eski yapraklarını döküyordu.
Çiçekler, kısa bir süre sonra mis gibi kokular yaymaya başladı. Bahçe sahibi, o ana kadar hiç duymadığı bu kokunun nereden geldiğini araştırdığında, davetsiz misafirleri bularak hayrete düştü. Adam, ancak rüyalarında görebildiği bu çiçeklerin güzelliğini devam ettirebilmek için sabahları artık daha erken kalkıyor ve onları en kaliteli gübrelerle besleyip bol bol suluyordu. Küçük limon ağacı, köklerinin en ince ayrıntılarına kadar ulaşan bu suları çiçeklerle birlikte içiyor ve büyük bir hızla serpilip büyüyordu.
Çiçekleri sevgiyle kucaklayan ağaç, ertesi bahara kalmadan o civarın en büyük ağacı haline geldi ve birbirinden güzel kelebeklerin ziyaret yeri oldu. Daha sonra da kendi çiçeklerini açarak bahçenin güzelliğine güzellik kattı.
Şimdi küçük ve yalnız kalmış olan limon ağacı ise, komşusuna duyduğu kıskançlıkla için için kuruyordu.
CÜNEYD SUAVİ
Zengin bir iş adamının bahçesinde, yan yana dikilen iki limon ağacı vardı. Mayıs ayı sonlarında açan limon çiçekleri, bütün bahçenin havasını bir anda değiştirir ve apartmanlara hapsedilmiş insanlara baharın geldiğini müjdelerdi. Ancak limon ağaçlarından biri, diğerinden cılız ve şekilsizdi. Bu yüzden büyük ağaç her fırsatta onu küçümser ve tepeden bakardı. Ev sahibi de küçük boylu limon ağacından ümit kesmiş görünüyordu. Ona göre ağaç, bu gidişle kuruyup ölecekti. Bu yüzden de onu fazla sulamaz ve bakımını yapmayı pek istemezdi.
Günün birinde esen sert bir poyraz, karlı dağların yamaçlarındaki bir grup çiçek tohumunu iş adamının bahçesine uçurdu. Fakat bahçenin her tarafı parsellenmiş, sadece limon ağaçlarının altında yer kalmıştı. Bir an önce filizlenmek zorunda olan tohumlar, limon ağaçlarının yanına gelerek onların altında yeşermek için izin istedi.
Büyük ağaç, iyice kasılarak:
—Böyle bir şey asla mümkün olamaz, diye atıldı. Bizler kuru kalmayı pek sevmeyiz. Eğer dibimde çoğalırsanız, suyu emip beni kurutursunuz.
Aslında büyük ağacın çekindiği başka bir şey daha vardı. Çiçekler rengarenk açtıklarında, limon ağacının sarıya çalan beyaz çiçekleri sönük kalacak ve bahçe sahibinin gözündeki değeri azalabilecekti. Oysa ki ağacın, kendinden güzel olanlara hiç mi hiç tahammülü yoktu.
Küçük ağaç, uzun boylu arkadaşının tohumlara verdiği cevabı beğenmemişti. Çünkü o, kendisine hayat verenin, o hayat için gerekli olan suyu da vereceğini çok iyi biliyordu. Bu yüzden, aklına bile gelmiyordu susuzluk.
Tohumların teklifini kabul ederken:
—Sizlerle birlikte olmak, bana mutluluk verir, dedi. Böylelikle yalnızlık da çekmeyiz.
Büyük ağaç bu işten hoşlanmamıştı. Fakat küçük olanı:
—Güzel yaratılanlardan kimseye zarar gelmez, diye tekrarlıyordu. Güzellerden güzellikler doğar sadece.
Küçük limon ağacı altında filizlenen tohumlar, bir kaç hafta içinde cennet çiçekleri gibi açıp bütün bahçenin göz bebeği haline geldi. Bu arada ağaç, elinden geldiği kadar kendilerine yardımcı olmaya çalışıyor ve çiçeklerin sevdiği yarı güneşli ortamı sağlamak için, eski yapraklarını döküyordu.
Çiçekler, kısa bir süre sonra mis gibi kokular yaymaya başladı. Bahçe sahibi, o ana kadar hiç duymadığı bu kokunun nereden geldiğini araştırdığında, davetsiz misafirleri bularak hayrete düştü. Adam, ancak rüyalarında görebildiği bu çiçeklerin güzelliğini devam ettirebilmek için sabahları artık daha erken kalkıyor ve onları en kaliteli gübrelerle besleyip bol bol suluyordu. Küçük limon ağacı, köklerinin en ince ayrıntılarına kadar ulaşan bu suları çiçeklerle birlikte içiyor ve büyük bir hızla serpilip büyüyordu.
Çiçekleri sevgiyle kucaklayan ağaç, ertesi bahara kalmadan o civarın en büyük ağacı haline geldi ve birbirinden güzel kelebeklerin ziyaret yeri oldu. Daha sonra da kendi çiçeklerini açarak bahçenin güzelliğine güzellik kattı.
Şimdi küçük ve yalnız kalmış olan limon ağacı ise, komşusuna duyduğu kıskançlıkla için için kuruyordu.
CÜNEYD SUAVİ
Kurabiye Hırsızı’nın Hikayesi
Kurabiye Hırsızı’nın Hikayesi
Bir gece, kadının biri havaalanında bekliyordu.Uçağının kalkmasına daha epeyce zaman vardı. Havaalanındaki dükkandan bir kitap ve bir paket kurabiye alıp kendisine oturacak bir yer buldu. Kendisini kitabına kaptırmış olmasına rağmen, yanında oturan adamın olabildiğince cüretkar bir şekilde ararlarında duran paketten birer kurabiye aldığını fark etti; ne kadar görmezden gelse de. Bir taraftan kitabını okuyup kurabiyesini yerken, bir taraftan da gözü saatteydi. Kurabiye hırsızı kurabiyeleri yavaş tüketirken, kadının kulağı da saat tiktaklarındaydı; ama tiktaklar sinirlenmesini yine de engellemiyordu. Kendi kendine düşünüyordu; Kibar bir insan olmasaydım, şu adamın gözünü morartırdım! Her kurabiyeye uzandığında, adam da elini uzatıyordu. Sonunda pakette tek bir kurabiye kalınca, Bakalım şimdi ne yapacak? dedi kendi kendine.
kurabiye hırsızıAdam yüzünden asabi bir gülümsemeyle son kurabiyeye uzandı ve kurabiyeyi ikiye böldü. Kadın kurabiyeyi adamın elinden kapar gibi aldı ve, Aman Tanrım, ne cüretkar ve ne kaba adam; üstelik bir teşekkür bile etmiyor! diye düşündü. Hayatında bu kadar sinirlendiğini anımsamıyordu. Uçağın kalkacağı anons edilince, derin bir nefes aldı ve rahatladı. Eşyalarını topladı ve çıkış kapısına yürüdü. Kurabiye hırsızına dönüp bakmadı bile. Uçağa bindi ve rahat koltuğuna oturdu. Daha sonra kitabını almak üzere çantasına uzandı.
Birden gözleri şaşkınlıkla açıldı. Gözlerinin önünde bir paket kurabiye duruyordu! Çaresizlik içinde inledi;Bunlar benim kurabiyelimse eğer; ötekiler de onundu ve benimle her bir kurabiyesini paylaştı! Üzüntüyle, özür dilemek için çok geç kaldığını anladı. Kaba ve cüretkar olan kurabiye hırsızı kendisiydi.
Gece Konuşan Organlar
Gece Konuşan Organlar
Vakit, gece yarısını geçmişti. Kalp, atışlarını yavaşlatmış; akciğer soluk alıp verme hızını düşürmüştü. Beyin ise, renkli bir rüyaya başlamıştı.
Mide:
-Of! Diye inledi. Gözümü uyku tutmuyor. Ağzıma kadar tıka basa doluyum. İçimi sıkıntılar basıyor.
Beyin, hemen uyandı:
-Ne oluyor orada? diye sordu.
Karaciğer:
-Ne olacak, midenin gene uykusu kaçtı. Oburluğun sonu işte budur. Mide bu sözlerden alındı:
-Bütün suç bende mi? Diye sızlandı.
Karaciğer:
-Aldığın fazla besinlerin bana da zararı dokunuyor. Onların getirdiği maddelerle uğraşırken yorgun düşüyorum.
Toplardamar söze karıştı:
-Kanımdaki yağların oranı gene yükseldi. Geriye zorlukla dönüyorum. Karaciğerin bu yağları düzene sokması gerekirdi.
Karaciğer:
-Sen de suçu bana mı yüklüyorsun arkadaş? Dedi.
Atardamar havasız kalmıştı:
-Susun artık! Diye çıkıştı. İşime engel oluyorsunuz. Ah, biraz daha temiz hava olsaydı.
Bu sözler üzerine Akciğer, soluk alıp vermeyi hızlandırdı. Ama temiz hava bir türlü gelmiyordu.
Beyin:
-Çocuklar, dedi. Birbirinizi suçlamayı bırakın. Siz görevlerinizi yerine getirdiniz.
Karaciğer:
-Şu mide dostumuz da görevini yapsa iyi olacak doğrusu! Dedi.
Beyin, mideyi savundu:
-Bu fazla yemeklerin sorumlusu mide değil! Dedi.
Karaciğer şaşırdı:
-Kim öyleyse?
-Kim olacak, sahibimiz! Biz bir insanın organlarıyız. Onun bu akşam yemeğini fazla kaçırması, sizleri böyle uykusuz bıraktı.
Akciğer:
-Ama temiz hava da yok. Oksijensiz kaldım. Hiç böyle zorluk çekmemiştim.
Kalp:
-Gittikçe ben de kötüleşiyorum dedi.
Beyin:
-Sahibimiz fazla yemek yediğinden hemen ağırlaştı, uykuya daldı. Her akşam yemeğinden sonra yaptığı gibi, bir gezinti yapmadı. Yatak odasının pencereleri de sıkıca kapalı duruyor. Dışardaki temiz hava içeriye giremiyor.
Mide telaşlandı:
-Ne yapacağız öyleyse? Bunun bir çaresi yok mu?
Kalp:
-Onu uyandıralım, dedi.
Atardamar sordu:
-Nasıl uyandıracağız?
Beyin:
-Çok kolay dedi. Şimdi ben korkulu bir rüya göreceğim. Kalp hızlı hızlı atacak. Ter bezleri ter salgılayacak. Sahibimiz de uyanmak zorunda kalacak.
Mide sevinçle bağırdı.
-Yaşasın!
Beyin:
-Susun da artık rüyaya başlayayım dedi.
Bütün organlar, derin bir sessizlik içine girdiler.
Beyin, hemen bir rüya düzenledi. İnsan, rüyasında karanlık bir kuyuya düşen oğlunu kurtarmak için çırpınıyordu. Kocaman bir yılan geldi, boynuna dolandı. O sırada kalp, “güm güm” diye sesli sesli attı. Ter bezleri, yağmur gibi ter salgıladılar. Adam, korkuyla uyandı. Alnı, boynu ter içindeydi. Yataktan
heyecanla fırladı. Pencereyi açtı. Balkona çıktı. Derin derin solup alıp verdi. Sonra çocuk odasına gitti. Oğlu, mışıl mışıl uyuyordu. “Ne korkunç bir rüyaydı!” diye mırıldandı. Bir bardak maden suyu içti. Odaları dolaştı. “Galiba akşam yemeğini fazla kaçırmışım” diye düşündü.
Az sonra rahatlamış olarak yatağına yattı. Hemen uyudu, derin bir uykuya daldı.
Beyin:
-Geçmiş olsun çocuklar! Dedi. Artık biz de rahat bir uyku çekebiliriz.
Şampiyon Ördek Hikayesi
Şampiyon Ördek Hikayesi
Bir gölün çevresinde binlerce ördek yaşıyordu. Bu ördekler çeşitli yarışmalar düzenlerler, centilmence mücadele ederler ve birinci gelenleri ödüllendirirlerdi. Son birkaç yıldır yapılan yarışmalarda birinciliği Gadro kazanıyordu.yüzme yarışı olsun, dalma olsun, güzel yürüme yarışması olsun Gadro hep önde, hep birinciydi.
Gadro, arkadaşları oyun oynarken tek başına antrenman yapmış, hırsla kendini büyük bir şampiyon olacağım diyerek yetiştirmişti. Birinci olamamak diye bir şeyi düşünemezdi. Zaten her şeyden emin olmadan yarışmalara katılmamış ve girdiği ilk yarışmadan zaferle çıkmıştı.
Gadro, son günlerde arkadaşlarına yakında buralardan gideceğini söylemeye başladı. Zaten burada sıkışıp kalmıştı. Dünya bu kadar küçük değildi. Çekip gitmeli dünyaya Gadro’yu tanıtmalıydı. Gadro, bir gün ansızın çekip gitti. Hızlı adımlarla yürüyüp giderken, dönüp arkasına bakmadı. Gadro, gölden uzaklaştıkça kalbini kemirmeye başlayan huzursuzluğun gitgide büyümekte olduğunu fark etti. Ne zaman birkaç orman hayvanını bir arada görüp yanlarına gitmeye kalksa huzursuzluğu çoğalıyordu. Çünkü onlar Gadro’ya sıradan biriymiş gibi davranıyorlar, bazı konularda ileri sürdüğü fikirlerine gülüp geçiyorlardı.
Gadro, bir süre sonra yürüyüşünün bile gülümsemelere neden olduğunu görünce canı iyiden iyiye sıkılmaya başladı. Bunlar da kimdi böyle? Kim oluyorlardı da onun çapında birine gülüyorlardı? O, koskoca bir şampiyondu. Göl kıyısında yaşayan binlerce ördek arasında adı bir ilah gibi anılıyordu. Ya bunları kim tanıyordu? Daha birbirlerini tanımak değil, kendi kendilerini bile tanımıyordu bunlar. Kendi adını unutmuş biri, Gadro’nun namını işitmiş olsa bile, şimdi hatırlamasına olanak var mıydı? Zavallıydı bunlar, hepsi zavallıydı.
Gadro, pek çok yeri gezip dolaştıktan tam beş yıl sonra göl kıyısına geri döndü. Artık eskisi gibi göl kıyısında dolaşmıyor, geceleri gölde yüzme, dalma antrenmanları yapıyor, gündüzleri ise, gölü rahatça görebileceği bir tepeye çıkarak, gölde yüzen ördekleri seyrediyordu. Gadro, bir gün yine bu tepeye çıkmıştı. Biraz sonra kırk elli ördeğin göl kıyısına gelerek, bunlardan ayrılan beş ördeğin göle girip birbirleriyle yarıştıklarını gördü. Arada bir, tek tük alkış sesleri duyuluyordu. Herhalde antrenman yapıyorlar, diye düşündü, Gadro. Aradan biraz zaman geçtikten sonra yaşlı bir ördeğin gelmekte olduğunu gören Gadro, tanınmaması için giydiği şapkasını gözlerinin üstüne kadar indirdi. Yaşlı ördek, selam verdikten sonra, Gadro’nun yanına oturdu:
“ Yarışmalara bu yıl da ilgi pek az..” dedi. “ Baksana beş ördek yarışıyor, taş çatlasa elli ördek onları alkışlayıp gayrete getirmeye çalışıyor. “
Gadro şaşırmıştı:
“ Ne dediniz?..Bunlar yarışıyorlar mı şimdi?..Hayret, ben antrenman yaptıklarını sanmıştım!.”
Bunun üzerine yaşlı ördek:
“ Yarışıyorlar evlat, yarışıyorlar. “ dedi. “ Hem bu yarışma yılın en büyük yarışması. Büyük ödülü bu yarışı birinci bitirecek uzun mesafe yüzücüsü ördek kazanacak. Eskiden bu gölde ne yarışmalar yapılırdı. Bu tepe, şu yandaki tepeler, şu gerideki tepeler, tıklım tıklım dolardı. Her yarışmaya yüzlerce ördek katılırdı. Yarışmalar, büyük bir çekişme içinde günlerce devam ederdi. Son gün yapılan final yarışmalarıyla birinciler belli olur, alkışlar arasında ödüllerini alırlardı. Ne zaman ki, O, buralardan gitti, yarışmalardaki tüm heyecan bitti. Böyle giderse birkaç yıla kalmaz, yarışacak sporcu bulunmaz. Seyirci olmayınca yarışacak sporcu bulmak zor oluyor, evlat. “
Gadro, tanımasın diye yaşlı ördeğin yüzüne bakmıyordu. Yaşlı ördek sözlerini tamamlayınca, Gadro, tanınma korkusunu unutarak başını çevirirken şöyle konuştu:
“ O gittikten sonra yarışmalardaki tüm heyecan bitti dediniz. O dediğiniz kimdi ki? “
“ Bana bu soruyu sormakta yerden göğe kadar hakkın var, evlat. “dedi yaşlı ördek.“ Zaten sen sormasan da, ben onun adını söyleyecektim. Senin yabancı olduğun, çok uzaklardan buralara geldiğin belli. Yoksa kimden söz ettiğimi anlardın. O, dediğim Gadro’ydu, evlat. Gadro, büyük bir şampiyondu.İlk girdiği yarışmadan son girdiği yarışa kadar hep birinci oldu.Herkes, Gadro’yu seyretmeye gelirdi. Binlerce seyircinin yaptığı tezahürat korkunç olurdu. O yarışırken dağ-taş ( Gadro…Gadro…) diye inlerdi.Gadro gideli beş yıl oldu ama, onu bir türlü unutamadık. Aradan bunca zaman geçmesine karşın birkaçımız nerede bir araya gelsek hemen Gadro’dan bahsetmeye başlarız. Gadro başkaydı canım, Gadro bambaşkaydı. “
Yaşlı ördek sözlerini tamamlarken Gadro duygulanmış ve göz pınarlarında biriken yaşları silmek için şapkasını biraz yukarıya kaldırmıştı. Kendisini yarışırken ve göl çevresinde gezerken pek çok defa gören yaşlı ördek karşısındakinin kim olduğunu anlamıştı. Bu, büyük şampiyon Gadro’ydu. İnanılır gibi değildi. Demek Gadro yıllar sonra geri dönmüştü. İlk anlarda inkar etmesine, Gadro olmadığını söylemesine karşın, yaşlı ördeğin uzun süren ısrarlarına dayanamayan Gadro, sonunda geri döndüğünün herkes tarafından bilinmesine razı oldu.
Ertesi gün gölde binlerce ördek toplanmıştı.Hepsi, büyük bir sabırsızlıkla Gadro’yu bekliyordu. Gadro, onları fazla bekletmedi, geldi, göle girdi, yanında yaşlı ördek olduğu halde, ördeklerle tanıştı, hal hatır sordu, iltifatlar etti, onlarla kısa süren konuşmalar yaptı, gönüllerini aldı. Daha sonra düzenlenen yarışmaya kadar Gadro, genç ördeklere gölde antrenman yaptırdı. Onların iyi birer yarışmacı olmaları için sonsuz gayret gösterdi. Düzenlenen her yarışmaya Gadro da katılıyordu. Eskiden olduğu gibi, yine her yarışmaya yüzlerce ördek katılıyor, yine yarışmaları binlerce ördek seyrediyor, yine dağ-taş ( Gadro…Gadro… diye inliyordu. Gadro yarışmalarda birincilikler alıyordu fakat bazı final yarışmalarında Gadro’nun geçildiği görülüyordu ve bunu Gadro’nun yeni şampiyonlar ortaya çıkması için yaptığını herkes biliyordu.
Gadro, yirmi dört yaşına girmiş ve iyice yaşlanmıştı. Birkaç yıldır sadece kısa mesafeli yüzme yarışlarına katılıyordu. Son yarışında ilk metrelerde fenalık geçirmesine karşın, yarışı bırakmadı. En geride kalmıştı. Diğer ördekler yarışı tamamlayıp geriye dönüp baktıklarında Gadro’yu gördüler. Efsanevi şampiyon Gadro, ileri doğru yüzmeye çalıştıkça sırtüstü düşüyor, kendini kaybetmiş bir halde debelenip duruyordu. Yarışmacıların hepsinin üstünde Gadro’nun emeği vardı. O, gece gündüz demeden kendilerini bu yarışa hazırlamıştı. Hoca zor durumdaydı. Yardım etmeliydi. Yarışmacı ördekler, bir çırpıda Gadro’nun yanına gelip, onu kucakladılar. Yarı baygın durumdaki Gadro mırıldanıyordu.
“Yarışı bitirmem lazım çocuklar, yarışı bitirmem lazım…”
Gadro, binlerce ördeğin derin bir sessizlik içinde ayakta izlediği son yarışını diğer yarışmacıların kolları arasında bitirmeyi başardı. Normalde bir ördeğin ortalama yaşam süresi yirmi beş yıldı. Fakat Gadro daha fazla yaşadı. Yarışmalarda yarışamasa bile yarışmalar yapılırken Gadro hep oradaydı.
Hikayenin Yazarı: Serdar YILDIRIM
Hamamcının Kızı Hikayesi
Hamamcının Kızı Hikayesi
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde bir ülkede hamamcı ve karısı yaşarmış. Küçük bir de hamamları varmış. Geçimlerini bu hamamdan sağlarlarmış. Mutlu yaşantılarının tek eksiği bir bebekmiş. Hamamcı da karısı da her gün Allah’a dua ederlermiş. Gel zaman git zaman günlerden bir gün Allah dualarını kabul etmiş. Onlara nur topu gibi bir kız çocuğu vermiş. Ama bu bebeğin doğduğu gün öyle bir şey olmuş ki, herkesi hayrete düşürmüş.
Hamamcının karısı hamamda yalnız olduğu an bebeği dünyaya getirdi Tam bu sırada beş tane ak sakallı dede belirmiş. Kadın korku ve şaşkınlıkla dedelere bakarken dedelerden biri elindeki bileziği bebeğin koluna takmış. Demiş ki:
– “Bu bilezik bebeğin kolundan çıkarsa yaşamı sona erecek. Koluna bilezik takılırsa can bedene geri gelir” demiş.
2.dede bebeğin saçını okşayarak:
– “Saçını yıkadıkça su yerine altınlar dökülecek”
3.dede yanaklarına dokunup:
– “Güldükçe yanaklarından güller düşecek”
4.dede gözlerine dokunup:
– “Ağladıkça gözlerinden yaş yerine inciler dökülecek.”
5.dede ise:
– “Yürüdükçe ayaklarının altında çimler bitecek”
Ak sakallı dedeler bütün bunları söyledikten sonra gözden kaybolmuşlar.
Kadın bunlara inanamamış. Korku ve şaşkınlıkla bebeği kucağında hamamın bir köşesinde otururken kocası çıkagelmiş. Hemen ayağa fırlayıp ona olanları anlatmış. Hamamcı bebeği alıp yıkamaya başlamış. Bebeğin saçından su yerine altınlar döküldüğünü görünce her ikisi de olanlar inanamamış. Altınları bir çuvala doldurarak kuyumcuya götürüp satmışlar. Geri kalanını da fakir fukaraya dağıtmışlar.
Aradan yıllar geçmiş. Çok güzel bir kız olmuş. Ünü bütün ülkeye yayılmış. Genç kız bir gün camdan bakarken kapının önünden geçen bir delikanlı onu görüp beğenmiş. Hemen ailesini gönderip onu istetmeye karar vermiş. Kısa bir süre sonra da söz kesilmiş,düğün dernek kurulmuş. Oğlan gelin almaya komşusu ile kızını göndermiş. Komşunun kızı da oğlanı severmiş. Oğlan bunu bilmediği için gelin almaya bunları göndermiş. Komşu kadın ve kızı gelip gelini alıp yola koyulmuşlar. Kısa bir süre gittikten sonra genç kız onlara susadığını söylemiş. Kadın:
– “Gözlerini verirsen sana su veririm.” demiş. Genç kız şaşırmış. Ama çaresiz “gözlerimi veririm” demiş. Daha sonra kadın arabayı durdurup genç kızı yolun kenarındaki köy kuyuya atmış ve oradan uzaklaşmışlar. Oğlanın yanına gelince “Gelin seni istemedi ve yolda indi” demişler.
Oğlan buna kızıp komşunun kızıyla oracıkta evlenivermiş. Genç kız ise kuyunun dibinde ağlıyormuş. Ağlarken göz çukurlarından dökülen inciler kuyuyu doldurduğu için kız kuyudan çıkmış. Oradan geçen yaşlı bir adam genç kızı görmüş ve ona ne olduğunu sormuş. Genç kız başından geçenleri yaşlı adama anlatmış. Yaşlı adam olanlara çok üzülmüş. Kızı alıp evine götürmüş. Karısına her şeyi anlatmış. O günden sonra kız onlarla beraber yaşamaya başlamış. Yaşlı adam ve karısı geçim sıkıntısı çekiyorlarmış. Genç kız da buna çok üzüldüğü için adama demiş ki:
– “Ben gülünce yanaklarımdan güller dökülüyor. Bu güllerin güzellerini seçip satalım. Böylece geçim sıkıntısı çekmeyiz.”
Adam bunu kabul etmiş. Ertesi sabah erkenden kalkıp sepetlere biriktirdikleri gülleri yerleştirip satmaya çıkmış. Gezinirken tesadüfen genç kıza kötülük yapan anne ile kızın oturduğu mahalleye gelmiş. Camdan gülleri gören kız dışarı fırlamış. Yaşlı adamı durdurup ondan gül almak istediğini söylemiş. Alacağı gülleri seçerken adama:
– “Bunlar o kadar güzel ki kendiniz mi yetiştiriyorsunuz?demiş. Yaşlı adam bütün olanları anlatınca kız her şeyi anlamış. Hemen annesine gidip olanları anlatmış ana kızı bir telaş almış ve hemen bir çare aramaya başlamışlar. Çünkü oğlan ile kız tesadüfen karşılaşıp her şey ortaya çıkarsa onlar için hiç de iyi olmayacağını biliyorlarmış. Bir bohçacı kadın bulup yaşlı adamın evini tarif etmişler.
– “Orada bir genç kız var onun kolundaki bileziği bize getir demişler. Bohçacı kadın yaşlı adamın evine gitmiş kendini acındırmış ve o gece orada kalmayı başarmış. Geceleyin herkes uyuyunca kızın kolundaki bileziği çıkarıp hemen kadına getirmiş. Ertesi sabah yaşlı adamla karısı kızı uyandırmak için yanına gitmişler ama kolundaki bileziği göremeyince öldüğünü anlamışlar ve çok üzülmüşler. Onu o kadar seviyorlarmış ki toprağın altına koymaya kıyamamışlar. Camdan bir tabut yaptırıp içine koymuşlar. Tabutu da dağın en yüksek yerine koymuşlar.
Bu arada anne kız ise satın aldıkları gülleri bir cam vazoya ıslatmışlar. Bileziği de bu cam vazonun içine güllerle aynı yere koymuşlar. Ama ne tesadüf ki oğlan bileziği görünce tanımış ve ana kıza olup biten her şeyi anlattırmış. Daha sonra yaşlı adamın evine gitmiş. Onlara genç kızın nerede olduğunu sormuş,onlar oğlanı alıp kıza götürmüşler, Oğlan bileziği sevdiğinin koluna takıp ona yeniden can vermiş.
O günden sonra birbirlerinden hiç ayrılmamışlar. Anne kıza gelince yaptıklarının cezasını çok kötü ödemişler. Kız ülkesinde yürüdükçe ayağının altında yemyeşil bereketli otlar büyümüş. Ülke mutlu olmuş. Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine. Ağaçtan üç elma düşmüş,biri bana ikisi size.
Similar topics
» BİR HAC HİKÂYESİ
» HİKAYELER Arı ile Papatya Hikayesi
» İki salkım Üzüm Hikayesi
» “Mutlu insanın hikayesi olmaz”
» DEMANS HASTASI AMCANIN HİKAYESİ
» HİKAYELER Arı ile Papatya Hikayesi
» İki salkım Üzüm Hikayesi
» “Mutlu insanın hikayesi olmaz”
» DEMANS HASTASI AMCANIN HİKAYESİ
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz