NAMAZA DAİR HADİSELER
NAMAZA DAİR HADİSELER
NAMAZ
Öğrencilerimizin şahsiyet eğitiminde bu haftaki mevzumuz “namaz” oldu. Bu hususta öğrencilerimizle namazın ehemmiyeti, dinimizin direği mesabesinde olduğu ve namaz olmadığı zaman dinin ayakta duramayacağını, ilk vaktinde ve cemaatle eda etmemiz icap ettiği gibi hususları bir hafta boyunca işleyerek onları şuurlandırmaya çalıştık. Sizlerin de istifadelerinize arz eder, selam ederiz.
Uhud harbinin en şiddetli olduğu zamanlarda Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) mübarek yüzüne zırhı batmış, Ebu Ubeyde Hazretleri onu dişleriyle çıkarmaya uğraşırken ön dişleri sökülmüştü. Zırhın battığı yerden kanlar akarken düşman tarafından gelen bir darbe neticesinde Peygamber Efendimiz’in de (s.a.v.) mübarek dişleri şehit olmuştu. Ashab-ı Kiram:
- “Bunlara beddua etmeyecek misiniz ya Rasulallah?” dediklerinde, Peygamber Efendimiz (s.a.v.):
- “Allah’ım, yüzümü kanatıp dişimi kıran kavmim, ne yaptıklarını bilmiyor, sen onlara hidayet eyle!” diyerek dua ve ilticada bulundular.
Hicretin beşinci senesinde müşrikler Medine-i Münevvere’ye kadar yaklaşıp Müslümanları muhasaraya aldılar. Müslümanlar da kazdıkları hendeklerle kendilerini muhafaza ve müdafaaya çalışıyorlardı. Vaziyet çok vahim ve çetindi. Müşrikler yer yer hendeklerden geçerek Medine-i Münevvere’ye giriyorlardı. Tarihe “Ahzab Muharebesi (Hendek Harbi)” olarak geçen bu harpte, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ve ashabı cepheden ayrılıp ikindi namazlarını kılmak için hiç fırsat bulamadılar.
“Bizi salâtı vusta olan salâtı asırdan (ikindi namazından) meş'gul ettiler, Allah (c.c.) kalplerine ve evlerine ateş doldursun.” buyurmuştur. Çünkü düşmanların kıtal için hücumlarından dolayı salâtı havf (korku namazı) suretiyle de olsun namazı vaktinde kılamamışlar, ikindi namazını ancak güneş battıktan sonra kılmışlardı. (Hak Dini Kuran Dili, c.2 s. 810)
Kıymetli Velimiz! Bu iki harpte cereyan eden iki farklı durum karşısında Peygamber Efendimizin (s.a.v) tavrını İmam-ı Kastalani Hazretleri şöyle izah ediyor: “Rasülüllah Efendimiz (s.a.v) Uhud’da mübarek yüzüne indirilen darbeye kendi nefsi ile alakalı olduğu için tahammül etti, sabır gösterdi; amma Hendek Harbi’nde, İslam’ın en büyük rüknu olan namaza vurulan darbeye tahammül etmedi.”
Misver bin Mahreme Hazretleri rivayet ediyor: Hz. Ömer (r.a.) hançerlendiğinde, zaman zaman bayılıyordu. Bir defasında yanına geldim, üstüne bir örtü örtmüşlerdi, yanındakilere:
- “Kendisini nasıl buluyorsunuz?” diye sordum,
- “Gördüğünüz gibi (baygın)…” dediler.
15
- “Namaza çağırdınız mı? Yaşıyorsa onu namazdan başka bir şey korkutup uyandırmaz.”
dedim. Bu ikazım üzerine,
- "Ya Emir-al Mü'minin! Namaz kılındı!” dediler. Bunun üzerine uyanarak,
- "Öyle mi? Vallahi namazı terk edenin İslam’da hakkı yoktur." dedi. Ve yarasından kan aka aka namazını kıldı. (Hayatü’s-Sahabe Tercümesi, Cilt: 3, Sahife: 362)
Hz. Ali (k.v.) Efendimiz’in, namaz vakti yaklaştığı zaman benzi sararır, vücudu titrer, renkten renge girerdi.
- “Size ne oluyor ya Emiral-müminin?” diye sorduklarında:
- “Hz. Allah’ın, göklere, yere ve dağlara arz ettiğinde onların yüklenmekten kaçınıp korktukları ve benim boynuma aldığım emânetin edâ vakti geldi, nasıl korkmayayım? Yüklendiğim bu emaneti hakkıyla yerine getirebilecek miyim, getiremeyecek miyim bilemiyorum. İşte bende gördüğünüz değişikliğin ve korkunun sebebi bu endişeden
kaynaklanmaktadır.” buyurmuşlardır. (İhya-u ulumid-din c.1, s.414 // Dürretü’l-bahr fi tefsir-
i sureti’l-asr, S.10)
Hâtem-i Esam (r.a.) Hazretlerine namazını nasıl kıldığı sorulduğunda, kıldığı namazını şöyle tarif etti: “Vakit yaklaşınca güzelce abdestimi alır, namaz kılacağım yere gider, orada oturur, aklımı başıma alır, sonra namaz için ayağa kalkarım. Kâbe’yi Muazzama’yı iki kaşım arasına, Sırat’ı ayaklarımın altına, cenneti sağıma, cehennemi soluma alır, Azrail (a.s.)’ı tepemde kabul eder ve bu namazı son namazım diye düşünür, korku ve ümit ile huzur-u Rabbü’l - Âleminde durur, tahkik ile tekbir alır, ağır ağır ve manasını düşünerek Kur’an-ı Kerimi okurum, tevazu ile rükû eder, huşû ile secdeye kapanırım. Sağ ayağımı diker sol ayağı yatırır üzerine otururum. Namazımı ihlâs ile kılarım. Ondan sonra yine de namazımın kabul olup olmadığını bilememenin korkusunu içimde saklarım.” diye cevap vermiştir. (İhya-u ulumid-din c.1, s.414)
Sultan Birinci Ahmed Han, ibadete ve namazları ilk vaktinde eda etmeye çok düşkün idi. Sünnete uymayan veya bid‘at işleyen bir imam görse ona asla uymazdı. Bir gün Sultan Ahmed Han yanında bazı hizmetkârlarıyla Üsküdar’dan Fenerbahçesi tarafına doğru gidiyorlardı. Deniz sahiline geldiklerinde saate bakıp öğle namazının girdiğini gördüler. Namazı, vaktin evvelinde eda etmek üzere attan indiler. Maiyyetindekiler: “Pâdişâhım, ibrik ve matara yok, tuzlu su ile niçin abdest alırsınız ve seccade de yok ve toprak üstünde namazı nasıl kılarsınız? Biz de abdest için insek bizim atları kim tutar ve tutmayıp salıversek her biri bir tarafa kaçar gider.” gibi özürlerle namazı Fenerbahçesi’ne değin tehir etmesini istediler. Padişah bu sözlere asla iltifat buyurmayıp attan indi, deniz kenarına varıp tuzlu su ile abdest aldı. Yanındakiler de abdest aldılar. Atlar sanki birileri onları tutuyor gibi abdest alınıp namaz kılınıncaya kadar yerinden hiç kımıldamadı. Hizmetkârlardan biri sultanın namaz kılması için bir örtü serdi. Padişah onu kenara çekip tevazu ile öğle namazını toprak üzerinde kıldı. Namazı fazîletli vaktinde edâ ettikten sonra binip Fenerbahçesi tarafına gittiler.” (Zübdetü’t-Tevarih-Fazilet Takvimi 8 Aralık 2015)WWWW
Öğrencilerimizin şahsiyet eğitiminde bu haftaki mevzumuz “namaz” oldu. Bu hususta öğrencilerimizle namazın ehemmiyeti, dinimizin direği mesabesinde olduğu ve namaz olmadığı zaman dinin ayakta duramayacağını, ilk vaktinde ve cemaatle eda etmemiz icap ettiği gibi hususları bir hafta boyunca işleyerek onları şuurlandırmaya çalıştık. Sizlerin de istifadelerinize arz eder, selam ederiz.
Uhud harbinin en şiddetli olduğu zamanlarda Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) mübarek yüzüne zırhı batmış, Ebu Ubeyde Hazretleri onu dişleriyle çıkarmaya uğraşırken ön dişleri sökülmüştü. Zırhın battığı yerden kanlar akarken düşman tarafından gelen bir darbe neticesinde Peygamber Efendimiz’in de (s.a.v.) mübarek dişleri şehit olmuştu. Ashab-ı Kiram:
- “Bunlara beddua etmeyecek misiniz ya Rasulallah?” dediklerinde, Peygamber Efendimiz (s.a.v.):
- “Allah’ım, yüzümü kanatıp dişimi kıran kavmim, ne yaptıklarını bilmiyor, sen onlara hidayet eyle!” diyerek dua ve ilticada bulundular.
Hicretin beşinci senesinde müşrikler Medine-i Münevvere’ye kadar yaklaşıp Müslümanları muhasaraya aldılar. Müslümanlar da kazdıkları hendeklerle kendilerini muhafaza ve müdafaaya çalışıyorlardı. Vaziyet çok vahim ve çetindi. Müşrikler yer yer hendeklerden geçerek Medine-i Münevvere’ye giriyorlardı. Tarihe “Ahzab Muharebesi (Hendek Harbi)” olarak geçen bu harpte, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ve ashabı cepheden ayrılıp ikindi namazlarını kılmak için hiç fırsat bulamadılar.
“Bizi salâtı vusta olan salâtı asırdan (ikindi namazından) meş'gul ettiler, Allah (c.c.) kalplerine ve evlerine ateş doldursun.” buyurmuştur. Çünkü düşmanların kıtal için hücumlarından dolayı salâtı havf (korku namazı) suretiyle de olsun namazı vaktinde kılamamışlar, ikindi namazını ancak güneş battıktan sonra kılmışlardı. (Hak Dini Kuran Dili, c.2 s. 810)
Kıymetli Velimiz! Bu iki harpte cereyan eden iki farklı durum karşısında Peygamber Efendimizin (s.a.v) tavrını İmam-ı Kastalani Hazretleri şöyle izah ediyor: “Rasülüllah Efendimiz (s.a.v) Uhud’da mübarek yüzüne indirilen darbeye kendi nefsi ile alakalı olduğu için tahammül etti, sabır gösterdi; amma Hendek Harbi’nde, İslam’ın en büyük rüknu olan namaza vurulan darbeye tahammül etmedi.”
Misver bin Mahreme Hazretleri rivayet ediyor: Hz. Ömer (r.a.) hançerlendiğinde, zaman zaman bayılıyordu. Bir defasında yanına geldim, üstüne bir örtü örtmüşlerdi, yanındakilere:
- “Kendisini nasıl buluyorsunuz?” diye sordum,
- “Gördüğünüz gibi (baygın)…” dediler.
15
- “Namaza çağırdınız mı? Yaşıyorsa onu namazdan başka bir şey korkutup uyandırmaz.”
dedim. Bu ikazım üzerine,
- "Ya Emir-al Mü'minin! Namaz kılındı!” dediler. Bunun üzerine uyanarak,
- "Öyle mi? Vallahi namazı terk edenin İslam’da hakkı yoktur." dedi. Ve yarasından kan aka aka namazını kıldı. (Hayatü’s-Sahabe Tercümesi, Cilt: 3, Sahife: 362)
Hz. Ali (k.v.) Efendimiz’in, namaz vakti yaklaştığı zaman benzi sararır, vücudu titrer, renkten renge girerdi.
- “Size ne oluyor ya Emiral-müminin?” diye sorduklarında:
- “Hz. Allah’ın, göklere, yere ve dağlara arz ettiğinde onların yüklenmekten kaçınıp korktukları ve benim boynuma aldığım emânetin edâ vakti geldi, nasıl korkmayayım? Yüklendiğim bu emaneti hakkıyla yerine getirebilecek miyim, getiremeyecek miyim bilemiyorum. İşte bende gördüğünüz değişikliğin ve korkunun sebebi bu endişeden
kaynaklanmaktadır.” buyurmuşlardır. (İhya-u ulumid-din c.1, s.414 // Dürretü’l-bahr fi tefsir-
i sureti’l-asr, S.10)
Hâtem-i Esam (r.a.) Hazretlerine namazını nasıl kıldığı sorulduğunda, kıldığı namazını şöyle tarif etti: “Vakit yaklaşınca güzelce abdestimi alır, namaz kılacağım yere gider, orada oturur, aklımı başıma alır, sonra namaz için ayağa kalkarım. Kâbe’yi Muazzama’yı iki kaşım arasına, Sırat’ı ayaklarımın altına, cenneti sağıma, cehennemi soluma alır, Azrail (a.s.)’ı tepemde kabul eder ve bu namazı son namazım diye düşünür, korku ve ümit ile huzur-u Rabbü’l - Âleminde durur, tahkik ile tekbir alır, ağır ağır ve manasını düşünerek Kur’an-ı Kerimi okurum, tevazu ile rükû eder, huşû ile secdeye kapanırım. Sağ ayağımı diker sol ayağı yatırır üzerine otururum. Namazımı ihlâs ile kılarım. Ondan sonra yine de namazımın kabul olup olmadığını bilememenin korkusunu içimde saklarım.” diye cevap vermiştir. (İhya-u ulumid-din c.1, s.414)
Sultan Birinci Ahmed Han, ibadete ve namazları ilk vaktinde eda etmeye çok düşkün idi. Sünnete uymayan veya bid‘at işleyen bir imam görse ona asla uymazdı. Bir gün Sultan Ahmed Han yanında bazı hizmetkârlarıyla Üsküdar’dan Fenerbahçesi tarafına doğru gidiyorlardı. Deniz sahiline geldiklerinde saate bakıp öğle namazının girdiğini gördüler. Namazı, vaktin evvelinde eda etmek üzere attan indiler. Maiyyetindekiler: “Pâdişâhım, ibrik ve matara yok, tuzlu su ile niçin abdest alırsınız ve seccade de yok ve toprak üstünde namazı nasıl kılarsınız? Biz de abdest için insek bizim atları kim tutar ve tutmayıp salıversek her biri bir tarafa kaçar gider.” gibi özürlerle namazı Fenerbahçesi’ne değin tehir etmesini istediler. Padişah bu sözlere asla iltifat buyurmayıp attan indi, deniz kenarına varıp tuzlu su ile abdest aldı. Yanındakiler de abdest aldılar. Atlar sanki birileri onları tutuyor gibi abdest alınıp namaz kılınıncaya kadar yerinden hiç kımıldamadı. Hizmetkârlardan biri sultanın namaz kılması için bir örtü serdi. Padişah onu kenara çekip tevazu ile öğle namazını toprak üzerinde kıldı. Namazı fazîletli vaktinde edâ ettikten sonra binip Fenerbahçesi tarafına gittiler.” (Zübdetü’t-Tevarih-Fazilet Takvimi 8 Aralık 2015)WWWW
Similar topics
» Sabah namazının tam vaktindeki bazı hadiseler
» AŞURE GÜNÜ MEYDANA GELEN HADİSELER
» Namaza hazırlık nasıl olmalıdır
» Namaza Nasıl B aşlanır
» NAMAZA DÂVET: EZAN
» AŞURE GÜNÜ MEYDANA GELEN HADİSELER
» Namaza hazırlık nasıl olmalıdır
» Namaza Nasıl B aşlanır
» NAMAZA DÂVET: EZAN
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz