baba oğul
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

SÜLEYMAN HİLMİ TUNAHAN

Aşağa gitmek

SÜLEYMAN HİLMİ TUNAHAN Empty SÜLEYMAN HİLMİ TUNAHAN

Mesaj  Admin Paz Mayıs 10, 2009 3:20 pm

Süleyman Hilmi Tunahan


Son devir din âlim ve velîlerinden.

Adı Süleymân Hilmi, soyadı Tunahan'dır.

Babası zamânın müderrislerinden Hâfız Osman Efendidir. Soyu Fâtih Sultan Mehmed Hanın "Tuna Hanı" olarak tâyin ettiği ve kendi kız kardeşi ile evlendirdiği İdris Beye dayanmaktadır. 1888 (H.1306) senesinde Silistre'nin Ferhatlar köyünde doğdu. 1959 (H.1379) senesinde İstanbul'da vefât etti. Karacaahmed Kabristanındadır.

Babası Osman Efendi tahsîlini İstanbul'da tamamladıktan sonra Silistre'ye giderek meşhûr Satırlı Medresesinde yıllarca müderrislik yaptı.

İlim ehli ve fazîlet sâhibi bir âileden dünyâya gelen SüleymânHilmi Tunahan, ilk tahsîlini Silistre Rüşdiyesinde ve Silistre Satırlı Medresesinde yaptı. Bilâhare tahsîlini tamamlamak için İstanbul'a gelerek Sahn-ı Semân (Fâtih) Medresesine kaydoldu. Fâtih dersiâmlarından ve o devrin meşhûr âlimlerinden Bafralı Ahmed Hamdi Efendi (BüyükHamdi Efendi)nin ders halkasına devâm etti. Zamânın usûlüne göre aklî ve naklî ilimleri tahsîl ettikten sonra 1916 senesinde Ahmed Hamdi Efendiden birincilikle icâzet, diploma aldı. Daha sonra o zamanki tâbiri ile dersiâm (profesör) olarak yetişmek üzere Süleymâniye Câmii medreselerinden Medresetü'l-Mütehassısînin tefsîr ve hadîs kısmına devâm etti.

Son derece parlak bir zekâya sâhib olan Süleymân Hilmi Tunahan, 1919 senesinde Medresetü'l-Mütehassısîn'den birincilikle mezûn oldu. Aynı yıllarda Medresetü'l-Kuzâtı (Hukuk Fakültesini) da üstün bir derece ile bitirdi. Böylece bir taraftan dersiâm diğer taraftan da kâdılık rütbelerine ulaşarak devrinin zâhirî ilimlerini tamamladı. Mezûniyetini müteâkip İstanbul'da dersiâm olarak vazîfeye başlayan Süleymân Hilmi Tunahan bir müddet sonra medreselerin kapatılması üzerine vâizliğe tâyin edildi. Uzun müddet İstanbul'un Sultanahmet, Süleymâniye, Yeni Câmi, Şehzâdebaşı ve Piyâle Paşa gibi büyük câmilerinde halka vâz ederek insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlattı.


Tasavvuf yolunda Selâhüddîn ibni Mevlânâ Sirâcüddîn Efendinin sohbetlerine devâm ederek yetişti. Süleymân Hilmi Tunahan'ın tasavvufî yönüyle ilgili olarak, dâmâdı ve bağlısı Kemâl Kaçar tarafından Necip Fâzıl Kısakürek'e verdiği notlardan bir bölümü şöyledir:

"Süleymân Efendinin bâtın ilmine yâni tasavvuftaki mânevî cephesine gelince, şüphesiz bu husus ehline mâlumdur.Zâhirî akıl ve zekâ ile idraki mümkün olamaz. Öyle ki, bir insan müslüman olabilir, tahsilli ve akıllı olabilir. Hattâ iç hayâtı münkir olamaz da yine tasavvuf ve irşâda ehil bir zât ile karşılaştığı halde, o zât ilâhî irâdeyle kendisini ona bildirmezse, dünyâlar bir araya gelse onun feyzlerinden haberdâr olamazlar. Bizim ise kendisinin mânevî cephesi üzerinde zerrece tereddüdümüz yoktur. Biz bu noktayı ilmelyakîn biliyoruz. Kendisinin tasarrufunu ve rûh melekeleri üzerindeki tesirini öz rûhumuzda ve vücûdumuzda hissetmiş, enfüsî ve kevnî kerâmetlerinin üstün irşâd hârikalarını fiil hâlinde ve hakkıyla müşâhede etmiş bulunuyoruz. Allah'ın bu husustaki inâyet ve lütfuna mazhar olduğumuza, kendilerinin kâmil ve mükemmel mürşid olduğuna Silsile-i sâdâd=Büyükler zinciri kolundan otuz ikinci ferdi Selâhüddîn ibni Mevlânâ Sirâcüddîn hazretlerinin cismânî nisbet, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin de rûhânî nisbetle vârisleri bulunduğuna îmânımız tamdır. Kendisinin bu cephesini anlamayanların, hiç olmazsa aksini iddiâ etmemelerini ve kendisinde bir mürşid hâli görmediklerini söylemekten çekinmelerini, dünyâ ve âhiret yıkımına uğramamaları bakımından tavsiye ederiz."

Zâhirî ve bâtınî yönden yüksek derece sâhibi olan SüleymânHilmi Tunahan, îtikâdda Ehl-i sünnet, amelde Hanefî mezhebine, tasavvufta Nakşibendiyye yoluna mensûb idi. Ehl-i sünnet vel-cemâate son derece bağlıydı. Kendisinden feyz alan talebeleri ile vâz ve sohbetlerine devâm eden kimselere en büyük tavsiyesi; "Ehl-i sünnet vel-cemâat" akîdesine ihlâs ve samîmiyetle bağlı olmalarıydı.

Yetmiş iki senelik ömrü boyunca İslâmiyetin emir ve yasaklarını öğrenmek, öğretmek ve insanlara anlatarak onların dünyâ ve âhiret saâdetine kavuşmalarına vesîle olan Süleymân Hilmi Tunahan 16 Eylül 1959 senesinde İstanbul'da Kısıklı'daki evinde vefât etti. Karacaahmet Kabristanlığına defnedildi. (1, 2)

Aşağıdaki bölümler Evliyalar Ansiklopedisinde yer almamaktadır, farklı kaynaklardan temin edilmiştir.

SÜLEYMAN HİLMİ TUNAHAN (K.S.) HAZRETLERİ’NİN KRONOLOJİSİ (3)

1888 / 1304 - Miladi / Rumi Süleyman Hilmi (k.s.) Efendi, Silistre’nin Hezergrad kasabasının Ferhatlar köyünde dünyaya geldi.

1913 / 1329 - Darü’l Hilafeti’l Aliyye Medreseleri Kısm-ı Ali (Sahn) Medresesine girdi.

1915 / 1331 - 3. sınıf 1. şubesini 90 üzerinden 88 puanla bitirdi.

Eylül 1916 / Eylül 1332 - 4. sınıfı 80 üzerinden 76 puanla bitirdi.

30 Eylül 1916 / 17 Eylül 1332 – Medresetü’l-Mütehassisin’in (Süleymaniye Medresesi) Tefsir-Hadis bölümüne girerek Hafız Ahmet Paşa Medresesine kaydoldu.

1918 İstanbul Müderrisliği Ruûsuna tayin edildi.

27 Mayıs 1919 Süleymaniye Medresesinin Tefsir-Hadis şubesinden mezûn oldu.

1926 Köyü olan Ferhatlar’ı son defa ziyaret ederek 40 gün kaldı.

1927 Babası Osman Efendi vefat etti.

1936 Mürşid-i Kamil olarak vazifeye başladı.

1939 İlk defa tevkif edilerek, birinci şubenin tabutluklarında işkence ve hakaretle dolu 3 gün geçirdi.

1941 Bulabildiği bir kaç talebeye ilim öğretmeye başladı.

1944 İkinci defa tevkif edildi. Birinci şube tabutluklarında, 8 gün işkenceye tabi tutuldu.

1949 Kur’ân kurslarının açılmasına, sınırlı da olsa müsâade eden kanunun yürürlüğe girmesiyle, Süleyman Efendi Hazretlerinin ilim öğretme faaliyeti bir nebze rahatladı.

1950 Vaizlik belgesi iade edildi.

1951 Süleyman Efendi (k.s.), Şehzadebaşı’ndan Kısıklı’ya taşındı ve Avrupa yakasındaki talebelerin tedrisini damadı Kemal Kacar’a bıraktı.

1951 Çamlıca’da, Konya Lezzet Lokantası sahibi Mustafa Bey’in köşkünün birinci katında ilk düzenli Kur’ân Kursu faaliyeti başladı.

1952 Çamlıca’da Aziz Mahmud Hüdayi Hazretlerinin Çilehanesinin yanında ilk resmi Kur’an Kursu, Üsküdar müftülüğüne bağlı olarak açıldı.

1956 Cezâyir Müslümanlarının Fransız sömürgeciliğiyle mücadelesi esnasında, vaazlarında "Müslüman kardeşlerimize duâ edelim" dediği için, defalarca karakola çağrıldı ve ifadesi alındı.

1957 Bursa’da tertiplenen mehdilik hâdisesi üzerine tutuklandı ve Kütahya Hapishanesi’nde, 69 yaşında olmasına rağmen 59 gün hapsedildi. İdam talebiyle yargılandı, berâat etti.

16 Eylül 1959 İstanbul Kısıklı’daki Hâne-i Seâdetlerinde, 72 yaşında ahirete intikâl ettiler.


Hazret-İ Üstaz’ın (K.S.) Ders ve Sohbetleri Esnasında Mevzulara Münasip Beyan Buyurdukları Hadise ve Hikayelerden (3)

Hazret-i İmam-ı Azam’a sordular:

-Bu kadar ilmi nasıl tahsil ettin?

-Kitaplardan ta’zim ederdim. Onlar da bana ilmini teslim ettiler, buyurdu.

Kur’an-ı Kerim başta olmak üzere, eşya-i mukaddese’ye ta-zim etmek zarureti vardır. Lakin bir çok hoca ve talebeler, alıp koyarken, okurken dahi, ta’zime dikkat etmedikleri gibi, kitabın elbisesi olan cild kısmına dahi ehemmiyet verip itina etmiyorlar. Halbuki kendileri yamalı elbise, ütüsüz pantolon giymedikleri halde, bir kendisine bir de kitabına verdiği kıymeti kıyas etmeli. Milyonlarca lira ile yapılan Kur’an kurslarında dahi ilk itina edilecek şey de kütüphanedir.

Geçmişte Türkiye’ye Kabe örtüsü getiren vazifeli biri, hürmetsiz davrandığından çarpılıp, cezaya uğradığı ve akibet-i hali hakkında, bir veliyi muhteremin beyanları mevcuttur.

En güzeli, Hz. İmam-ı Ali (r.a.) tarafından “bir harf öğreten beni köle kılar” sözleriyle, üstaza ve hocaya karşı lazım gelen ta’zimin ehemmiyetine de dikkatli olmalı.

Hz. İmam-ı Azam, ayağını muayene ettirirken, biraz ters tarafa çekmesinin sebebi tabib tarafından sorulunca:

-O tarafta hocam Hz. Hammad’ın evi var, demek suretiyle, hocasına karşı olan riayet ve ta’zimin en güzel misalini vermiştir.

Kendi devrinde İmam Ebu Yusuf gibi müctehidler ve daha bir çok alimler yetiştiren Hz. İmam’ın (r.a.) yatsı abdesti ile sabahı kıldığı ve buna benzer büyüklüğünden bahsedilince, şeriki olan İmam-ı Mis’ar inanmaz. Kontrol için, yatsıyı beraber cemaatle kıldıktan sonra caminin bir yerinde geç saatlere kadar saklanır. Çıkarken de İmam-ı azam’ın pabuçları üzerine kum taneleri ile işaret koyar ve sabah erken geldiğinde, işaretleri ve Hz. İmam-ı Azam’ı yerinde görür. Böylece üç gün aynı hali görüp Hz. İmam-ı Azam’a:

- Ya İmam,ben sana suizan ettim, beni affet, hakkını helal et deyince, Hz. İmam:

- Sen bana suizan etmedin, Allahü Teala’ya suizan ettin. Kendini O’na affettir. Zira bu emanetullahtır, taşıyoruz...

Bir çok Allah dostlarındaki anlaşılamayan haller de böyledir.


Talebelerine ders okuturken, İmam Ebu Yusuf’un anası sık sık gelir Hz. İmam-ı Azam’a:

-Benim çocuğumu burada tutuyorsun. Biz fukarayız, iaşe temin edeceğiz... ilh. gibi sözlerle sitem ederdi. Hz. İmam ise mülayim lisanla:

-Valide sen sabret. Bu çocuk sana ilmin kerametiyle, badem yağından pilav yedirecek... buyurarak ilerde zengin olacağını işaret ettiğinde kadın ümitsiz haliyle:

-Ey ahali! Bu şeyh oynatmış, diyecek kadar ileri giderdi.


HİKAYE 1

Fatih Medreseleri’nden, kaabiliyeti kısa olduğu halde, tevazu ve teslimiyetine binaen ittifak ve iltimasla icazet alan Bektaş Hoca namıyla maruf bir zat, Edirne taraflarında beş sene kadar imamet ettikten sonra, hocasını ziyarete gelir. Sabah vakti kapıyı çalar. Hocası sabah kıyafeti ile açtığı zaman, Bektaş Hoca’yı karşısında aynı sadelik ve safiyetiyle görüp iltifat ederken, hocanın köpeği de Bektaş Hoca’ya saldırmaya devam eder. Bektaş Hoca köpeğe:

-Sus be, ne oluyorsun. Beş sene evvel ben de bu kapının köpeği idim, senden eskiyim, demesi üzerine, hocası orada secdeye kapanıp üç defa:

-Ya Rabbi benim ilmimi de buna ver, diye etmesinden sonra, iltimasla icazet alan Bektaş Hoca imtiyazlı alim sınıfına geçip kitaplar te’lif etmiştir. Hocaya ta’zimin kerameti.

Himmet büyük şey.

HİKAYE 2

İstanbul Karagümrük’te “Üç Baş” ismiyle maruf zat tarafından yaptırılıp ve kendi ismini taşıyan medresenin açılış merasiminde Hz. Halid’i (r.a.) ziyaretten gelen Padişah II. Mustafa da iştirak eder. Ve merasimden sonra; banisi olan zata hitaben:

-Herkes dört başı bir kuruşa traş ederken, senin cimrilik yaparak üç başı bir kuruşa traş ettiğin ve bahilliğin, bana kadar ulaştı. Şu hale göre, bu kadar parayı buraya nasıl harcadın sualine:

-Şevketlim, paralarımı çok sevdiğimden ahirette de benimle beraber olsunlar diye, burada harcadım, demiştir.

Bu zat-ı şerif, medrese, mescid ve selvili avlusuyla güzel külliyenin inşası esnasında, usta ve amelelere, inşaatın sahibini söylememeleri için sımsıkı tembih eder, kendi yaptırdığını gizli tutardı. Hatta Padişah dahi, kendini bildirdikten sonra öğrenmiştir. İşte bu ihlasın tesirinden dolayı, en çetin günlerde de kapanmayıp, içinde Kur’an-ı Kerim ve diğer derslerin okunmasına devam edildiği gibi mescidinde de namaz kılınmıştır. İhlas ne güzel şey... (Rahmetullahi Aleyh.)
HİKAYE 3

Süleyman Hilmi Tunahan (ks) Hazretleri’nin veciz sözleri
• Allah kerimdir amma kuyusu da derindir. İp ve kova olmayınca su çıkmadığı gibi, nur ve feyz de çıkmaz.

• Atom’un arz üzerinde müddet-i te’siri elle sene olduğu gibi, decâcilenin bu ümmet üzerinde müddet-i fesâdı dahi elli senedir.

• Benim evlatlarıma Tarih öğrenmek farzdır.

• Benim evlatlarım, bildiğinin âlimi, bilmediklerinin tâlibidirler.

• Benim evlatlarımın her biri bir Süleyman’dır. Ben daha yüz sene yaşayacağım.

• Benim evlatlarım, Yusuf (a.s.) güzelliğindedir.

• Ben size “eceztü” dediğim zaman sizler alim olmadınız, ilmin anahtarlarını almış oldunuz. Bu aldığınız anahtarla Anadolu’ya gidecek, büyük büyük kitapları açacaksınız ve onun içindeki hakikatleri Ümmet-i Muhammed’in evladına anlatacaksınız.

• Ben şu denî dünyayı, evlâtlarımın kirli tırnağına değişmem.

• Bir meşaiyyun var, bir de işrakiyyun var. İşrakiyyun: Önce inanıyor, sonra hikmetini araştırıyor. Meşaiyyun bunun zıddıdır. Kainatı inceler Allah’ı bulur. Bizim sûfî mezhebimiz işrakiyyun üzerine kurulmuştur. Zahirilerle farkımız; biz cevizin içini, onlar kabuğunu yerler.

• Biz akla ve zekâya kıymet vermeyiz. Salıverdin mi evinin yolunu bulabilecek kadar aklı olsun kâfidir.

• Biz Cenab-ı Hakk’ın ahirette bize vereceği selahiyetle, mahşer halkına şöyle dürbünle bakacak, kimin bize bir merhabası, ilgisi, sevgisi, alakası, Allah yolunda bir hizmeti varsa hepsine şefaat edecegiz.

• Biz, terakkî anlarında çürükleri terkederiz. Asker de harekât ânında hastaları bırakır. Bununla beraber, nâdim olup dönenler, kabul olunur.

• Bize gelinceye kadar bütün piran, bu alemden giderken, kendilerinden sonra, kendileri gibi yetiştirdikleri birisini vazifelendirerek bu alemden gitmişlerdir. Yalnız bana mahsus olmak üzere ben bu alemden gittikten sonra benim tasarrufum daha 40 yıl devam edecektir.

• Bize şemsî tecellî verildi. Hangi yöne nazar ettiysem, orası ihyâ oldu.

• Bizim bu alemde bir tek işimiz var. O da yavrularımızın kalblerine Allah (c.c) ve peygamber (s.a.v) sevgisi ile iman ve İslam nurunu yerleştirmektir.

• Bu dinin garip anlarında hizmet gören, saltanatını sürmeden ölmez. Benim kardeşlerim fukara olmayacak.

• Bu dünyanın cefâsından sefâsına sıra gelmez, gâfil olmayın, ilme çalışın, geçen günler geri gelmez.

• Ders okuturken takıldığınız bir yer olursa, orada fazla durmayın. Nasıl ki etrafı kazılan bir ağaç kolayca devrilirse, evveli ve âhiri anlaşılan kitabın da ortasını anlamak kolaylaşır.

• Dışımız halk ile, içimiz Hak ile…

• Din asıl, dünya ve siyaset fer’idir. Dünya ve siyaset dinin inkişâfına alet olabilir. Fakat din, dünya menfaat ve siyasetine âlet olamaz. Âlet edenlere lanet vardır.

• Dinamitle su içinde ölen balıklar haramdır. Gayr-i merzuk olanları da mahvettiğinden bu işte hayır yoktur, hadiseler zuhur eder.

• Edep, akıl ve şeriata muvâfık hâl ve harekete denir.

• Ey İslâm Cemaatı! Biz hayatta olduğumuz müddetçe, Resûlullâh’ın eshâbına yalan isnadında ve iftirada bulunulabileceğini mi zannediyorsunuz? Böyle bir zanna kapılmayınız, çünkü biz hayattayız.

• Göz ve kan verip almakta mahzur yoktur. Zira aza-yı ârıziye olup, aza-yı asliyyeye tabidir. Yani, kötüye kullanılırsa mesuliyeti alan kimseye aittir.

• Her yerde birlik ve beraberlik lazımdır. Muvaffak olmak için her hususta ittifak etmeli ve dayanışmayı asla elden bırakmamalıdır. Çünkü Allah’ın nusreti, maddi ve manevi yardımı cemaat ile beraberdir. Toplu çalışanlar bunun semeresini kısa zamanda elde ederler.

• Hizmet muvaffak olsun da, varsın bizim yerimiz caminin pabuçluğu olsun.

• Hulûs-i kalble tahsil olunan ilim, ayn-ı ibâdettir.

• İlim, muhabbet, kâmil itikad ve havf isyâna mânidir.

• İlim, nûr-ı ilâhidir. İnsan ise kovan. Kirli bir kovanda arının durmadığı gibi, isyan ve zulmetle kirlenmiş vücud ve kalbde de ilim durmaz.

• İlim vukuata tabidir. Vukuat ilme tabi değildir. Ve herkesin işi kendi efal-i ihtiyarisine bağlıdır.

• İlmin farz-ı ayın olduğu bu günde, sekiz saatten aşağı ders okumak kâfî gelmeyecek.

• İmâm-ı Rabbânî Ahmed-i Fârûkî es-Serhendî hazretleri, „Ben nefsin ne kadar büyük bir düşman olduğunu, ancak onyedi senede öğrenebildim“ buyurmuşlardır.

• İmansız ve zındıklaşmış din düşmanlarının aleyhinde konuşmak, gayret-i diniyyeden olduğu için gıybet değildir.

• İnsan bilmediğinin düşmanıdır. Nurdan haberi olmayan, ondan zevk almayan insan, nurun düşmanı olur.

• İnsan gibi, ilminde anâsırı erbaası vardır; ağızdan öğrenmek ve anlatmak, gözünden görmek, kulağından işitmek, eliyle yazmakla beraber, kalbiyle de feyz-i ilâhiyi çekecek.

• İnsanlarla iyi geçininiz. Kimseyi darıltmayınız. Günün birinde araba kaldırmaya olsun, yarar.

• İttika; iman ile küfürden, ibadet ile isyandan, füyüzat-ı ilahi ve rabıta ile de gafletten muhafaza etmek manasınadır.

• Kâinatı saran karanlığı kaldırma zamanı gelip de, ezelî hüküm icâbı ins ü cinnin nebîsi, Habîbü Rabbi’l-Âlemin Kur’ân-ı Kerim’le gönderilip âleme safâ verdiği gibi o Resûlullâh’ın hususî yaratılmış vârisleri de, ilâ yevmi’l-kıyam devam edecek olan dîn-i mübîni, binlerce belâya katlanarak yılmadan yürütecekler.

• Kalemsiz talebe, kurşunsuz avcıya benzer.

• Maşayı ateşe koyup çekmekle ısınmaz, beklerse ateş gibi olur, dersler de böyledir. Az okumaktan istifade o kadar olur.

• Meyve veren ağaca kuru denilmediği gibi, eseri devam eden zevata da ölü denmez.

• Râbıtaya ehil olmayanlara ilim öğretmek harâminin eline kılıç vermek gibidir. Fuyûzât-ı ilâhiden mahrum olduklarından öğrendikleri ilmi dünya menfaatine âlet ederler.

• Rütbesi yüce olan kimselerin, kendilerinde cemal sıfatı galip olduğundan kafir ve asilere helak değil, hidayet diler. Ehl-i küfrün kâffeten helak olup cehenneme gitmesinde fayda yoktur. Enbiya-yı mürselîn insanların hidayeti için gönderildiler, helakı için değil.

• Sahâbi: Resülullah (s.a.v)’in daire-i imkan ve daire-i emkine-i külliyenin tamamını kendi letaifinden nazar ederek, seyr-i sülûkunu bir anda itmâm ettiği kişi demektir.

• Sihir, insanın nefsindeki habâseti, başka bir habâsete bağlayarak, bir başkasına havâle etmektir.

• Süleyman aleyhisselâm, „Yalnız başına bir orduyu mağlup etmek ne kadar zor ise, nefs-i emmâreyi mağlup etmek ondan daha zordur“ buyurdular.

• Tarîk-i Nakşî; rabıta yolu, enbiya ve mürselîn yolu, ârifler, kâmiller, sıddîklar yoludur. Tarîk-i müşahede ve tarîk-i şühuddur.

• Tırnağını şu dünyaya değişmediğimiz bir evlâdımız için, küre-i arzın altı üstüne gelse, bir şey lâzım gelmez.

• Varis-i Muhammedî ve sahib-i zamanın sonuncusu, sâdât-ı kiramdan olup bu devlet Türkiye’ye ihsan olunmuştur. İmam-ı Rabbanî (k.s.) Hindistan’da, Hz. Şah-ı Nakşibend ve Mevlana Siracüddin Buhara’da, son sahib-i zaman da Türkiye’de zuhur etmiştir. Cümlesi sâdâttan (altun silsileden) olup bu tarik-i âlinin yüceliğine şehadet eder. Irk ve milliyet gözetmeden Hindistan, Pakistan ve Buhara’dan emanet-i kübra, ilahi irade icabı Türkiye’ye intikal etmiştir.

• Yâ Rabbî! Dünyayı kalbime koyma, elimden de alma
Admin
Admin
Admin

Mesaj Sayısı : 4942
Kayıt tarihi : 12/01/09
Yaş : 51

https://moral.yetkin-forum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz