Süleyman Hilmi Tunahan'dan hatıralar
2 posters
Geri: Süleyman Hilmi Tunahan'dan hatıralar
Abi Sende Benim; Gibi Süleyman lımısın
rdvandagdelen- Mesaj Sayısı : 1
Kayıt tarihi : 31/10/20
SÜLEYMAN HİLMİ TUNAHAN ( RH.A.) ( 1888 -1959 ) NASİHATLERİ
SÜLEYMAN HİLMİ TUNAHAN ( RH.A.) ( 1888 -1959 )
NASİHATLERİ
Memur olduğun zaman sana gelen vatandaşa sakın yüksekten bakma, yanına geleni ayakta bekletme. Yanında, daima bir sandalye bulundur ve oturtuver. Biraz dinlendirdiktensonra halini sor, işini hallet. Sakın ha, " Bugün git, yarın gel" deme! İşini, o gün bitir.
Eğer memursan ve başında müdürün varsa, haset etmeden say, kıskanmadan sev.
İnsanlar muhteliftir. Bazısı daha kabiliyetli, bazısı daha yakışıklıdır. " Ben niye onun yerinde olmayayım?" deme; elindekinden de olursun. " Allah bana verirse, arkadaşıma, komşuma iki versin" diye düşünürsen, seninki üç olur. Eğer arkadaşın veya komşun böyle düşünmüyorsa, onunki ikide kalır.
Senden daha iyi hizmet edecek olan varsa, makamını ona ver. İşte vatanseverlik budur!
-Evlatlarım siz bu yolun kıymetini kafanız teneşir tahtasına vurduğu zaman anlarsınız.
-Bizim yolumuzda mutlak itaat ve teslimiyet esastır.
-4 Kitabı yutsa,ağzıyla kuş tutsa bir Mürşidi Kamile bağlanmadığı müddetçe onun şeyhi şeytandır.
-Dualarınızda isteyin: Yaa Rabbi bize ilimver,feyiz ver,nur ver! Verdiğin ilmi,feyzi kullarına yaydır....Ya Rab dersiniz.
-Efendiler! bir takım yol kesiciler vardırki kaza borcu olan nafile ibadet yapamaz diye fetva vererek ümmeti Muhammed'i ibadetten mahrum bırakıyorlar.Bunlar kuttai tariktir.
Evlatlarımın üç anından korkarım.1-Buluğa erme anı 2-Askerlik anı. 3-Evlenme anı.Bu yollardan geçebilmenin yolu rabıtayı terk etmemektir.
-Fırsat buldukça biziziyaret edin.
-Allahümmerzukna hıfzal mürselin..... duasını seher vaktinde 1 ay 70 kere okuyan unutmak nedir inkar eder.
-Efendiler !Ahir zamandaiman gözün ucuna inecektir.Hanımlar her gördüğünüzü isteyerek kocalarınıza zorluk çektirmeyin.
-Evlatlarım üzerinde misvak taşıyan felç olmaz.
-LA İLAHE İLLALLAHU VAHDEHU LA ŞERİKELEH.. DUASINI OKUYANLAR inşeAllah Cehennem yüzünü görmeyecekler.
-Efendiler!Bunuyazınız çocuklarınıza öğretiniz.
-Diz üzerinde rabıta yapanlarRomatizma hastasıolmazlar.
-Bir müminin yaşayışının sıkıntılı olması ahiretinin sıkıntısız geçeceğine delalettir.
-Tadil-i Erkana riayetsizlik maişet sıkıntısına neden olur.
* Çalışkan ol, üretici ol. Zira Peygamber Efendimiz ( s.a.v.) " Çalışmak ibadettir." buyuruyor. Evladım, alın teri olmadan hiçbir şeyin kıymeti bilinmez. Tarlanı ek, mahsulünü al, komşuna ver, ağaç dik. Sadaka-i cariye, iyi evlat yetiştirmek, ilmi eser bırakmak ve ağaç dikmektir ki, ağaç dikmek en efdalidir.
- Bir dut ağacı 400 sene, ceviz 700 sene, kestane ağacı 900 sene, çınar ağacı 1500 sene yaşar. Ihlamur ağacı dik; çiçeği şifalıdır.
- Bursa'da Osman Gazi'nin ve Orhan Gazi'nin diktiği bin senelik çınarlar var. Ben bekarken, her sene bir ağaç dikerdim. Şimdi evliyim ve yengen için de her sene bir ağaç dikiyorum.
- Ben reklamı sevmiyorum; kendini methetmek gibi oluyor. Bu yüzden herkese söylemedim; fakat sen bil. Benim Fatih ve Bayezid Camii yanında birer tane çınar ağacım var. ( Şehzadebaşı Camiinin sol tarafında üç tane çınar, sağ tarafında üç tane ıhlamur ağacı vardır. Şu anda yarım asrı aşmış olan bu ağaçları, Süleyman Efendi'yle beraber, nasihatlerin muhatabı Osman Eslek dikmiştir.)
- Bildiğini öğret, temiz ol ve temizliğinle örnek ol.
-Münevver " aydın " kişi, münevvir "aydınlatan" kişi demektir. Öyleleri var ki, üç fakülte bitirir de, hasedinden, kıskançlığındandolayı hiçbir şey öğretmez. Gerçek münevver, bildiğini yapan ve öğreten kişidir.
-Temizlik, ibadettir ve imanın yarısıdır. Eğer sokakta birisi hata yapmışsa (yola pislik atmışsa) sen, onu ayağının ucuyla örtüver.
-Günde en az bir kişiye iyilik et, gönlünü al; çünkü cennetin yolu, gönül almaktan geçer. Gönül almak, cennetin firdevs kapısını açmaktır. Bir gönül kazanmak, kırk vakit namaza bedeldir. Bir gönül kırmak ise, kırk vakit namazın sevabını kaybettirir. Ben sabahları kalkarken " Ey Allah'ım! Bana, bugün bir kişiye iyilik yapmak nasip eyle" diye dua ederim.
- Evden çıktığında veya eve dönerken karşından gelen kişiye selam ver. Onun vermesini beklersen olmaz, evvela sen ver. İşte o zaman o da sana karşılığını verecektir. Veren el alan elden, sunan gönül alan gönülden azizdir."
Bu dünyada nefisten daha zararlı ve ondan daha korkunç bir şey yoktur.İnsanı hayırdan ve irşaddan alıkoyan yegane şey nefistir.72 şeytan kuvvetinde olup bütün vücuda yayılmıştır.
Evlatlarım;insanın içindeki kötülüğü çıkarıp atması farz-ı ayındır.Fakat bune zikirle ne de ibadetle olur.O ancak rabıta ile meydana gelen bir eserdir.Bir yerde Kur'an okunduğu veya zikredildiği zaman şeytan oradan kaçar.Sonra yine gelir.Lakin nefis öyle değildir.O böyle şeylerden hiç kaçmaz.Nefis yalnız rabıta esnasında yok olur ve rabıta karşısında ezile büzüle mağlubiyetikabul eder.
Takvanın 3 derecesi vardır:
1-İman ileküfürden.
2-İbadet ile isyandan
3-Zikir ile gafletten kurtulmaktır.
Süleyman Hilmi Tunahan (ks) Hazretleri’nin veciz sözleri
Mesaj Admin Bir Çarş. 21 Ocak 2009 - 13:01
Süleyman Hilmi Tunahan (ks) Hazretleri’nin veciz sözleri
• Allah kerimdir amma kuyusu da derindir. İp ve kova olmayınca su çıkmadığı gibi, nur ve feyz de çıkmaz.
• Atom’un arz üzerinde müddet-i te’siri elle sene olduğu gibi, decâcilenin bu ümmet üzerinde müddet-i fesâdı dahi elli senedir.
• Benim evlatlarıma Tarih öğrenmek farzdır.
• Benim evlatlarım, bildiğinin âlimi, bilmediklerinin tâlibidirler.
• Benim evlatlarımın her biri bir Süleyman’dır. Ben daha yüz sene yaşayacağım.
• Benim evlatlarım, Yusuf (a.s.) güzelliğindedir.
• Ben size “eceztü” dediğim zaman sizler alim olmadınız, ilmin anahtarlarını almış oldunuz. Bu aldığınız anahtarla Anadolu’ya gidecek, büyük büyük kitapları açacaksınız ve onun içindeki hakikatleri Ümmet-i Muhammed’in evladına anlatacaksınız.
• Ben şu denî dünyayı, evlâtlarımın kirli tırnağına değişmem.
• Bir meşaiyyun var, bir de işrakiyyun var. İşrakiyyun: Önce inanıyor, sonra hikmetini araştırıyor. Meşaiyyun bunun zıddıdır. Kainatı inceler Allah’ı bulur. Bizim sûfî mezhebimiz işrakiyyun üzerine kurulmuştur. Zahirilerle farkımız; biz cevizin içini, onlar kabuğunu yerler.
• Biz akla ve zekâya kıymet vermeyiz. Salıverdin mi evinin yolunu bulabilecek kadar aklı olsun kâfidir.
• Biz Cenab-ı Hakk’ın ahirette bize vereceği selahiyetle, mahşer halkına şöyle dürbünle bakacak, kimin bize bir merhabası, ilgisi, sevgisi, alakası, Allah yolunda bir hizmeti varsa hepsine şefaat edecegiz.
• Biz, terakkî anlarında çürükleri terkederiz. Asker de harekât ânında hastaları bırakır. Bununla beraber, nâdim olup dönenler, kabul olunur.
• Bize gelinceye kadar bütün piran, bu alemden giderken, kendilerinden sonra, kendileri gibi yetiştirdikleri birisini vazifelendirerek bu alemden gitmişlerdir. Yalnız bana mahsus olmak üzere ben bu alemden gittikten sonra benim tasarrufum daha 40 yıl devam edecektir.
• Bize şemsî tecellî verildi. Hangi yöne nazar ettiysem, orası ihyâ oldu.
• Bizim bu alemde bir tek işimiz var. O da yavrularımızın kalblerine Allah (c.c) ve peygamber (s.a.v) sevgisi ile iman ve İslam nurunu yerleştirmektir.
• Bu dinin garip anlarında hizmet gören, saltanatını sürmeden ölmez. Benim kardeşlerim fukara olmayacak.
• Bu dünyanın cefâsından sefâsına sıra gelmez, gâfil olmayın, ilme çalışın, geçen günler geri gelmez.
• Ders okuturken takıldığınız bir yer olursa, orada fazla durmayın. Nasıl ki etrafı kazılan bir ağaç kolayca devrilirse, evveli ve âhiri anlaşılan kitabın da ortasını anlamak kolaylaşır.
• Dışımız halk ile, içimiz Hak ile…
• Din asıl, dünya ve siyaset fer’idir. Dünya ve siyaset dinin inkişâfına alet olabilir. Fakat din, dünya menfaat ve siyasetine âlet olamaz. Âlet edenlere lanet vardır.
• Dinamitle su içinde ölen balıklar haramdır. Gayr-i merzuk olanları da mahvettiğinden bu işte hayır yoktur, hadiseler zuhur eder.
• Edep, akıl ve şeriata muvâfık hâl ve harekete denir.
• Ey İslâm Cemaatı! Biz hayatta olduğumuz müddetçe, Resûlullâh’ın eshâbına yalan isnadında ve iftirada bulunulabileceğini mi zannediyorsunuz? Böyle bir zanna kapılmayınız, çünkü biz hayattayız.
• Göz ve kan verip almakta mahzur yoktur. Zira aza-yı ârıziye olup, aza-yı asliyyeye tabidir. Yani, kötüye kullanılırsa mesuliyeti alan kimseye aittir.
• Her yerde birlik ve beraberlik lazımdır. Muvaffak olmak için her hususta ittifak etmeli ve dayanışmayı asla elden bırakmamalıdır. Çünkü Allah’ın nusreti, maddi ve manevi yardımı cemaat ile beraberdir. Toplu çalışanlar bunun semeresini kısa zamanda elde ederler.
• Hizmet muvaffak olsun da, varsın bizim yerimiz caminin pabuçluğu olsun.
• Hulûs-i kalble tahsil olunan ilim, ayn-ı ibâdettir.
• İlim, muhabbet, kâmil itikad ve havf isyâna mânidir.
• İlim, nûr-ı ilâhidir. İnsan ise kovan. Kirli bir kovanda arının durmadığı gibi, isyan ve zulmetle kirlenmiş vücud ve kalbde de ilim durmaz.
• İlim vukuata tabidir. Vukuat ilme tabi değildir. Ve herkesin işi kendi efal-i ihtiyarisine bağlıdır.
• İlmin farz-ı ayın olduğu bu günde, sekiz saatten aşağı ders okumak kâfî gelmeyecek.
• İmâm-ı Rabbânî Ahmed-i Fârûkî es-Serhendî hazretleri, „Ben nefsin ne kadar büyük bir düşman olduğunu, ancak onyedi senede öğrenebildim“ buyurmuşlardır.
• İmansız ve zındıklaşmış din düşmanlarının aleyhinde konuşmak, gayret-i diniyyeden olduğu için gıybet değildir.
• İnsan bilmediğinin düşmanıdır. Nurdan haberi olmayan, ondan zevk almayan insan, nurun düşmanı olur.
• İnsan gibi, ilminde anâsırı erbaası vardır; ağızdan öğrenmek ve anlatmak, gözünden görmek, kulağından işitmek, eliyle yazmakla beraber, kalbiyle de feyz-i ilâhiyi çekecek.
• İnsanlarla iyi geçininiz. Kimseyi darıltmayınız. Günün birinde araba kaldırmaya olsun, yarar.
• İttika; iman ile küfürden, ibadet ile isyandan, füyüzat-ı ilahi ve rabıta ile de gafletten muhafaza etmek manasınadır.
• Kâinatı saran karanlığı kaldırma zamanı gelip de, ezelî hüküm icâbı ins ü cinnin nebîsi, Habîbü Rabbi’l-Âlemin Kur’ân-ı Kerim’le gönderilip âleme safâ verdiği gibi o Resûlullâh’ın hususî yaratılmış vârisleri de, ilâ yevmi’l-kıyam devam edecek olan dîn-i mübîni, binlerce belâya katlanarak yılmadan yürütecekler.
• Kalemsiz talebe, kurşunsuz avcıya benzer.
• Maşayı ateşe koyup çekmekle ısınmaz, beklerse ateş gibi olur, dersler de böyledir. Az okumaktan istifade o kadar olur.
• Meyve veren ağaca kuru denilmediği gibi, eseri devam eden zevata da ölü denmez.
• Râbıtaya ehil olmayanlara ilim öğretmek harâminin eline kılıç vermek gibidir. Fuyûzât-ı ilâhiden mahrum olduklarından öğrendikleri ilmi dünya menfaatine âlet ederler.
• Rütbesi yüce olan kimselerin, kendilerinde cemal sıfatı galip olduğundan kafir ve asilere helak değil, hidayet diler. Ehl-i küfrün kâffeten helak olup cehenneme gitmesinde fayda yoktur. Enbiya-yı mürselîn insanların hidayeti için gönderildiler, helakı için değil.
• Sahâbi: Resülullah (s.a.v)’in daire-i imkan ve daire-i emkine-i külliyenin tamamını kendi letaifinden nazar ederek, seyr-i sülûkunu bir anda itmâm ettiği kişi demektir.
• Sihir, insanın nefsindeki habâseti, başka bir habâsete bağlayarak, bir başkasına havâle etmektir.
• Süleyman aleyhisselâm, „Yalnız başına bir orduyu mağlup etmek ne kadar zor ise, nefs-i emmâreyi mağlup etmek ondan daha zordur“ buyurdular.
• Tarîk-i Nakşî; rabıta yolu, enbiya ve mürselîn yolu, ârifler, kâmiller, sıddîklar yoludur. Tarîk-i müşahede ve tarîk-i şühuddur.
• Tırnağını şu dünyaya değişmediğimiz bir evlâdımız için, küre-i arzın altı üstüne gelse, bir şey lâzım gelmez.
• Varis-i Muhammedî ve sahib-i zamanın sonuncusu, sâdât-ı kiramdan olup bu devlet Türkiye’ye ihsan olunmuştur. İmam-ı Rabbanî (k.s.) Hindistan’da, Hz. Şah-ı Nakşibend ve Mevlana Siracüddin Buhara’da, son sahib-i zaman da Türkiye’de zuhur etmiştir. Cümlesi sâdâttan (altun silsileden) olup bu tarik-i âlinin yüceliğine şehadet eder. Irk ve milliyet gözetmeden Hindistan, Pakistan ve Buhara’dan emanet-i kübra, ilahi irade icabı Türkiye’ye intikal etmiştir.
• Yâ Rabbî! Dünyayı kalbime koyma, elimden de alma
Üstazımızın mübarek nasihat ve sözleri :
Oğlum! İlimsiz ibadetin tadı olmaz. Tek kanatlı kuş uçmaz. İnsanların dünyaya dalıp, istikbal sevdasına düştükleri şu günde, Mevla'nın ilmini okuyacağız. O, insana iki cihanda izzet ve şeref veren âli (yüksek) bir iştir.
* yolunda ol, dosdoğru ol, verdiğin sözün eri ol.
- Evladım, ağzın laf ediyorsa dil ile doğru ol, sözünle doğru ol. Sana inanan kişilere karşı sözünden cayma. Eğer sözünü tutarsan "söz" olur ve seni cennete götürür; tutmazsan "köz" olur.
* Elinle doğru ol. Kolunu muzırda (zararlı şeyde) değil, yardım işinde kullan.
- Tartıyla iş yapıyorsan terazinde, ölçüyle iş yapıyorsan metrende ve litrende doğru ol.
- Doğrunun doğruluğu, bütün sülalesine akseder, hepsini hayra götürür.
-İhlas ve samimiyet ve Resûlüne yönelen kimse, gölge gibi dönen dünyayı ve her hayrı kendine tabi kılar. Ahirete çalışan dünyayı elde eder. Dünyaya çalışan ise ahireti kazanamaz. Zira ahiret, hakikat, dünya haleftir. Ağacı kökünden götürürsen, gölge de beraber gider. Ahirette ne varsa, dünyada onun misali vardır. Eğer olmazsa dünya yalan olur. Teyemmüm abdestin halefidir, dünya da ahiretin.
* İnsanları sev ve kimseyi kendinden alçak görme. Tevazu sahibi ol, zira en halis niyyet alçak gönüllülüktür. Mütevazi olan kimse en güzel zineti takınmıştır. Kimseyi kendinden aşağı görme.
- Hayatta haset etmeden say, kıskanmadan sev. Bazı insanlar başkasındakini istemez. Öyle olma. Gıpta et, fakat haset etme. Zira 'ın huzuruna fesatle çıkılmaz.
-Şöyle düşünmeli; Ya Rabbi, aciz kulunu ümmet-i Muhammed'e hizmet etmeye muktedir kıl. Eğer "Yâ Rabbi, bana ilim ihsan et." denirse, şahsi menfaate taalluk edeceğinden (şahsi istek olacağından) rıza-yı ilahiye muvafık (uygun) olmaz. Zira her ilim sahibi; bu ümmete hizmet etmiş değildir, edemez. Bu itibarla da rıza-yı Bâri'yi bulamaz, ilim ve cennet istemek menfaat-ı şahsiyedir. Gaye ise rıza-yı Bârî'dir. ('ın rızasıdır.)
* Memur olduğun zaman, sana gelen vatandaşlara sakın yüksekten bakma. Yanına geleni ayakta bekletme, yanında daima bir sandalye bulundur ve oturtuver. Biraz dinlendirdikten sonra halini sor, işini hallet. Sakın ha, "Bugün git, yarın gel" deme. İşini o gün bitir. Eğer öyle yapmazsan, on parmağım yakanda olacaktır.
-Senden daha iyi hizmet edecek olan varsa, makamını ona ver. İşte vatanperverlik budur. Başında müdürün varsa, haset etmeden say, kıskanmadan sev.
-Hak'tan korkan, halktan korkmamalı. İşini düzgün yapanın içi de düzgün olur.
- İnsanlar muhteliftir. Bazısı daha kabiliyetli, bazısı daha yakışıklıdır. "Ben niye onun yerinde olmayayım." deme, elindekinden olursun.
- " bana bir verirse arkadaşıma, komşuma iki versin." diye düşünürsen, seninki üç olur. Eğer arkadaşın veya komşun böyle düşünmüyorsa, onunki ikide kalır.
- Vasiyetim olsun, tefrikaya düşmeyiniz, kavmiyet gütmeyiniz. Ehl-i sünnetin gayri olan yanlış yollara sapmayınız. Her yerde birlik ve beraberlik lazımdır. Muvaffak olmak için her hususta ittifak etmeli ve dayanışmayı asla elden bırakmamalıdır. Çünkü 'ın nusreti, maddi ve manevi yardımı cemaat ile beraberdir. Toplu çalışanlar bunun semeresini kısa zamanda elde ederler.
- Çalışkan ol, üretici ol. Zira Peygamber Efendimiz, "Çalışmak ibadettir" buyuruyor. Evladım, alın teri olmadan hiç bir şeyin kıymati bilinmez. Tarlanı ek, mahsulünü al. Komşuna ver, ağaç dik.
- "Her koyun kendi bacağından asılır" sözü yanlıştır. Dinimizde "neme lazım" demek yok. "Bana lazım" demek vardır.
- Macaristan vaktiyle Müslümandı. Fakat bir gün geldi, orada yalnız zahiri ulema kaldı. Zahiri ulema, maneviyattan mahrum olduğu için dengeyi tartamadı. Ve işte gördüğünüz gibi Hristiyan olup gittiler. Bu din maneviyatsız muhafaza edilemez.
- Bizim; para pul, mevki, makam, siyaset, politika, kavga ve gürültüyle işimiz yok. İsnatsız her Müslümanın çocuğunu da okuturuz. Bir tek fert geri dönmüşse haber versinler.
- Temizlik ibadettir ve imanın yarısıdır. Eğer sokakta birisi hata yapmışsa, (pisletmişse) sen onu ayağının ucuyla örtüver.
-Din asıl, dünya ve siyaset feri'dir. (ayrıntıdır) Dünya ve siyaset dinin inkişafına alet olabilir. Fakat din, dünya ve menfaat ve siyasetine alet olamaz. Alet edenlere lanet vardır.
* Evden çıktığında veya eve dönerken karşından gelen ilk kişiye selam ver. Onun vermesini beklersen olmaz; evvela sen ver. İşte o zaman o da sana karşılığını verecektir. Veren el alan elden, sunan gönül alan gönülden azizdir.
- Ya Rabbi! Dünyayı kalbime koyma, elimden de alma.
- İlim, nûr-i ilahidir; insan ise kovan. Kirli bir kovanda arının durmadığı gibi, isyan ve zulmetle kirlenmiş vücut ve kalpte de ilim durmaz.
- İnsan gibi, ilmin de anâsır-ı erbaası (dört unsuru) vardır. Ağızdan öğrenmek ve anlatmak, gözüyle görmek, kulağıyla işitmek, eliyle yazmak. Bununla beraber, kalbiyle de feyz-i ilahiyi çekecek.
- Günde en az iki kişiye iyilik et, gönlünü al. Çünkü cennetin yolu gönül almaktan geçer. Gönül almak cennetin Firdevs kapısını açmaktır.
- Ben sabahları kalkarken, "Ey ım, bana bugün bir kişiye iyilik yapmak nasip eyle" diye dua ederim.
- Sırf batınla meşgul olanlar mülhiddir. Sırf zahirle meşgul olanlar gafildir. Kemalat, her ikisinin birleşmesindedir.
- Yemek yerken, su içerken "İbadet için kuvvet olsun yâ Rabbi" diye, Mevla'nın huzurunda olduğunu düşünmek lazım.
- Bildiğini öğret. Temiz ol ve temizliğinle örnek ol. Münevver kişi, münevvir (nurlandırıcı) kişi demektir. Öyleleri var ki, üç fakülte bitirir de, hasedinden, kıskançlığından, hiç bir şey öğretmez. Gerçek münevver, bildiğini yapan ve öğreten kişidir.
- Emir vermeye alışmayın. Ben, validenizden su dahi istemem. Emir vermekle sözün ruhu ölür. İhbar, emirden daha müessirdir (tesirlidir.) Misal, (Sigara içme! demek yerine) "Benim oğlum sigara içmez değil mi?" demek gibi.
-Hazreti Üstazım Süleyman Hilmi TUNAHAN bebeklere:
Aklı çok, rızkı bol,ömrü uzun ve hayırlı olsun" diye duâ buyururlarmış.
"Allah analı-babalı büyütsün" diyenlere " Peygamber Efendimiz analı-babalı mı büyüdü?" buyurur;
bunu edebsizlik olarak addederlermiş.
Hazret-i İmam-ı Azam’a sordular:
-Bu kadar ilmi nasıl tahsil ettin?
-Kitaplardan ta’zim ederdim. Onlar da bana ilmini teslim ettiler, buyurdu.
Kur’an-ı Kerim başta olmak üzere, eşya-i mukaddese’ye ta-zim etmek zarureti vardır. Lakin bir çok hoca ve talebeler, alıp koyarken, okurken dahi, ta’zime dikkat etmedikleri gibi, kitabın elbisesi olan cild kısmına dahi ehemmiyet verip itina etmiyorlar. Halbuki kendileri yamalı elbise, ütüsüz pantolon giymedikleri halde, bir kendisine bir de kitabına verdiği kıymeti kıyas etmeli. Milyonlarca lira ile yapılan Kur’an kurslarında dahi ilk itina edilecek şey de kütüphanedir.
Geçmişte Türkiye’ye Kabe örtüsü getiren vazifeli biri, hürmetsiz davrandığından çarpılıp, cezaya uğradığı ve akibet-i hali hakkında, bir veliyi muhteremin beyanları mevcuttur.
En güzeli, Hz. İmam-ı Ali (r.a.) tarafından “bir harf öğreten beni köle kılar” sözleriyle, üstaza ve hocaya karşı lazım gelen ta’zimin ehemmiyetine de dikkatli olmalı.
Hz. İmam-ı Azam, ayağını muayene ettirirken, biraz ters tarafa çekmesinin sebebi tabib tarafından sorulunca:
-O tarafta hocam Hz. Hammad’ın evi var, demek suretiyle, hocasına karşı olan riayet ve ta’zimin en güzel misalini vermiştir.
Kendi devrinde İmam Ebu Yusuf gibi müctehidler ve daha bir çok alimler yetiştiren Hz. İmam’ın (r.a.) yatsı abdesti ile sabahı kıldığı ve buna benzer büyüklüğünden bahsedilince, şeriki olan İmam-ı Mis’ar inanmaz. Kontrol için, yatsıyı beraber cemaatle kıldıktan sonra caminin bir yerinde geç saatlere kadar saklanır. Çıkarken de İmam-ı azam’ın pabuçları üzerine kum taneleri ile işaret koyar ve sabah erken geldiğinde, işaretleri ve Hz. İmam-ı Azam’ı yerinde görür. Böylece üç gün aynı hali görüp Hz. İmam-ı Azam’a:
- Ya İmam,ben sana suizan ettim, beni affet, hakkını helal et deyince, Hz. İmam:
- Sen bana suizan etmedin, ü Teala’ya suizan ettin. Kendini O’na affettir. Zira bu emanetullahtır, taşıyoruz...
Bir çok dostlarındaki anlaşılamayan haller de böyledir.
Talebelerine ders okuturken, İmam Ebu Yusuf’un anası sık sık gelir Hz. İmam-ı Azam’a:
-Benim çocuğumu burada tutuyorsun. Biz fukarayız, iaşe temin edeceğiz... ilh. gibi sözlerle sitem ederdi. Hz. İmam ise mülayim lisanla:
-Valide sen sabret. Bu çocuk sana ilmin kerametiyle, badem yağından pilav yedirecek... buyurarak ilerde zengin olacağını işaret ettiğinde kadın ümitsiz haliyle:
-Ey ahali! Bu şeyh oynatmış, diyecek kadar ileri giderdi.
HİKAYE 1
Fatih Medreseleri’nden, kaabiliyeti kısa olduğu halde, tevazu ve teslimiyetine binaen ittifak ve iltimasla icazet alan Bektaş Hoca namıyla maruf bir zat, Edirne taraflarında beş sene kadar imamet ettikten sonra, hocasını ziyarete gelir. Sabah vakti kapıyı çalar. Hocası sabah kıyafeti ile açtığı zaman, Bektaş Hoca’yı karşısında aynı sadelik ve safiyetiyle görüp iltifat ederken, hocanın köpeği de Bektaş Hoca’ya saldırmaya devam eder. Bektaş Hoca köpeğe:
-Sus be, ne oluyorsun. Beş sene evvel ben de bu kapının köpeği idim, senden eskiyim, demesi üzerine, hocası orada secdeye kapanıp üç defa:
-Ya Rabbi benim ilmimi de buna ver, diye etmesinden sonra, iltimasla icazet alan Bektaş Hoca imtiyazlı alim sınıfına geçip kitaplar te’lif etmiştir. Hocaya ta’zimin kerameti.
Himmet büyük şey.
HİKAYE 2
İstanbul Karagümrük’te “Üç Baş” ismiyle maruf zat tarafından yaptırılıp ve kendi ismini taşıyan medresenin açılış merasiminde Hz. Halid’i (r.a.) ziyaretten gelen Padişah II. Mustafa da iştirak eder. Ve merasimden sonra; banisi olan zata hitaben:
-Herkes dört başı bir kuruşa traş ederken, senin cimrilik yaparak üç başı bir kuruşa traş ettiğin ve bahilliğin, bana kadar ulaştı. Şu hale göre, bu kadar parayı buraya nasıl harcadın sualine:
-Şevketlim, paralarımı çok sevdiğimden ahirette de benimle beraber olsunlar diye, burada harcadım, demiştir.
Bu zat-ı şerif, medrese, mescid ve selvili avlusuyla güzel külliyenin inşası esnasında, usta ve amelelere, inşaatın sahibini söylememeleri için sımsıkı tembih eder, kendi yaptırdığını gizli tutardı. Hatta Padişah dahi, kendini bildirdikten sonra öğrenmiştir. İşte bu ihlasın tesirinden dolayı, en çetin günlerde de kapanmayıp, içinde Kur’an-ı Kerim ve diğer derslerin okunmasına devam edildiği gibi mescidinde de namaz kılınmıştır. İhlas ne güzel şey... (Rahmetullahi Aleyh.)
HİKAYE 3
Hoca, medresede ders verirken talebenin biri arasıra ayağa kalkar. Hoca sebebini sorar.
Talebe:
-Efendim Hızır geliyor da ondan.
Hoca:
-Ben niçin görmem?
Talebe:
-Sorayım efendim, deyip tekrar geldiğinde sorar.
Hızır Aleyhisselam’ın:
-Hocan süsü ile çok uğraşıyor. Medreseye gelirken ayna önünde, cübbe sarık şöyle mi yakıştı, böyle mi yakıştı, diye fazla meşgul oluyor. Bu gibi haller manevi terakkiye manidir, buyurduğunu hocaya bildirdiği günden itibaren, ayna karşısına geçmeyi terkedip, süslenmekten uzak kalan hocaefendinin, sarığı eskiyip sallanmaya başladığından “Saçaklı Hoca” ismi verilmiştir. (Rahmetullahi Aleyh.)
Terakki-i maneviye mani olan zinetten uzak kalmalı.
HİKAYE 4
(Server Baba) namında bir velinin yaşadığı zamanda devlet maliyesi çok sıkışık duruma düşer. Padişah şöhretini duyduğu veliye haber gönderir. Veli de bir miktar iksir tozu gönderir, bakır eritilen kazanlara atılmasını söyler. Yalnız aynı kazandan bir kepçe kendisine verilmesini ister. Kendisine verileni de fakirlikten şikayet eden dervişine aynen verir. Bir müddet sonra padişah bu sırrın kendisine öğretilmesini Server Baba’dan ister ve ısrar eder. Server Baba, “bu mümkün değil, lakin bir kolayı var. Ben bu sırrı yazar dilimin altına koyarım. Siz de beni idam eder alırsınız. Başka çare yok” der. İdam edilir. Dili altından alınan kağıtta sade şu söz yazılıdır: “Ser verip sır vermeyen Server Baba”. Eyvah ser de gitti sır da gitti, derler. (Ser ver, sır verme) demektir.
HİKAYE 5
Fatih dersiamlarından biri, münasebeti olmayan bir müesseseye, münasip olmadığı halde ders verdiği için, ariflerden “Deli Hafız” namıyla maruf bir zat, kendisine, yaptığı işin ihanet olduğunu, emaneti ehlinin gayriye verdiğini ihtar ederse de hoca kabul etmez ve biraz kırılır. Ertesi sabah erken, hocanın kapısını çalan hafız, pencereden kendisine bakan ve özür dileyecek zanneden sözde alim kişiye şöyle der:
“Dün size söylemeyi unutmuşum; onun için geldim. Bugün sana, sade bu deli Hafız kafir diyor. Bundan elli altmış sene sonra herkes kafir diyecek” der ve döner.
- Emaneti ehline vermeli...
son asrın son alimi
son kitabın muallimi
senki cümle ilme ayan
SÜLEYMAN HİLMİ TUNAHAN
Talibim himmetini talep etmeye geldim.
Perişanım halim arz etmeye geldim…
Himmet ve teveccüh dilenmeye geldim.
Beni evlatlıga kabulü ricaya geldim.
Ya H.Z ÜSTAZIM SÜLEYMAN HİLMİ TUNAHAN
NASiHAT H.Z Ali`DEN ( K.V )
H.z Ali (k.v) buyurdu ki :
” Size bes sey öğretecegim, dikkat edin,ezberleyip aklinizdan cikarmayin . Onlari gemilere binip uzun seferlere,uzak memleketlere gitseniz bile benden baska ehlini bulup öğrenemezsiniz :
1- Kimse Allah`tan baskasindan bir sey umit etmesin.
2- Kimse gunahindan baska bir seyden korkmasin.
3- Alim, bilmedigi seyi öğrenmekten omuz silkmesin, kacmasin.
4- Sizden birinize bilmedigi bir seyden sorulursa, bilmiyorum desin.
5- Beden icin bas ne ise,iman icin de sabir odur.”
Talebelik yapmak için Anadolu’dan çarıklarını sürüyerek gelen köylü çocukları izinli olarak veya Ramazan ayı münasebetiyle evlerine İstanbul beyefendisi olarak dönüyorlardı. Bunların bu giyim kuşamı, edepli halleri ve hepsinden önemlisi küçücük çocukların kürsülerden halka vaaz etmesi milleti hayretler içinde bırakıyordu.
Ders okuturken çok sıkı takibat altında olduğu zamanlarda bile hiçbir şekilde etmemiş, bunun için değişik metodlar uygulamıştır
1) Sık sık yer değiştirme: Süleyman Efendi bir gün Şehzadebaşı’ndaki caminin müezzin odasında, diğer gün Erenköy’de bir talebesinin evinde, öbür gün bir apartmanın bodrumunda, bir sonraki gün bir başka yerde olmak üzere sık sık yer değiştirerek dersler okutmuştur. Bu sayede polislerin takibatından da kısmen kurtulmuştur. Bu arada vaazlarını hiç ihmal etmemiş, akşam namazının haricindeki her vakitte etrafındaki cemaate nasihatler etmiştir.
2) Çiftlikler kiralama:1930-36 yılları arasında Çatalca’da kiraladığı Halit Paşa’nın Kabakça Çitliğinde o gün bulabildiği birkaç talebe ile derse başlamıştı. Bir taraftan ders okutuyor, diğer taraftan da Sirkeci’ye gelerek, Anadolu’dan çalışmak için gelen gençlere birer lira vererek okutmak için yanına alıyordu. Kabakça çitliğinde 5 ayrı değirmende talebe okutup derse devam ederken bu durumdan şüphelenen polisler bu kadar gencin çalışmasında bir iş var diyerek takibe alıyorlar. Çünkü Süleyman Efendi, talebeleri işçi olarak gösteriyordu. Süleyman Efendi bu takipten kurtulabilmek için talebeleriyle oraya 20 km uzakta olan Kuşkay dağına gitmek zorunda kalıyor, eşya ve kitaplar sırtlarında oldukları halde orada bir kulübede derse yine devam ediyorlar. Ancak bunu haber alan jandarmalar Süleyman Efendi’yi orada Kur’an öğretirken yakalıyorlar. Karakola götürülürken Hazret jandarma yüzbaşısına şöyle diyor:
“Ben hocalığı bir tarafa bırakayım. Sen de komutanlığı bir tarafa bırak. Seninle bir konuşalım.”
Komutan: “Buyur hocam” deyince, Süleyman Efendi;
“Hayır, hocam demeyeceksin. Şimdi sen komutanlığı bir tarafa bırak, ben de hocalığı bir tarafa bıraktım. Birer vatandaş olarak konuşuyoruz” diyor.
Komutan da “peki buyurun” deyince, Hazret komutana;
“ iyi ki seni bir tazı olarak yaratmamış. Eğer öyle olsaydı, şu ormanlarda yakalamadık tavşan bırakmazdın. Şu dağların tepesinde ’ın kitabını okutuyor diye geldin beni karakola götürüyorsun değil mi?” diyor.
Bunun üzerine komutan başını yere eğip hiçbir cevap vermiyor.
Yine Süleyman Efendi Lüleburgaz’da pancar çiftliği kiralamış, çapa adı altında talebe okutmuştur. Aynı maksatla Anadolu’ya geçmiş, Konya Ereğlisi kırlarında ve yolu olmayan ancak aşiretlerin çadır kurup hayvan otlattığı Toros dağlarının tepelerinde mandıracılık yapmış, onu vesile kılarak talebe okutmakla meşgul olmuştur. Kazancını ise hep bu uğurda sarf etmiştir.
Süleyman Efendi her türlü sıkıntılara rağmen hizmetini devam ettiriyordu. Ancak maddi tazyikler ve tecritlerle bu büyük dava adamını yıldıramayanlar, bu sefer takip ve tevkiflerle ona baskı yapmaya başladılar. 1939 yılında bir gün evinden alınarak İstanbul Emniyeti Birinci Şubeye getirilir. Oradaki üç günlük çilesine dostları ve yakınları da ortak edilir. Fakat mahkemeye çıkarıldığında bütün tertipler boşa çıkar. Birinci Ağır Ceza Mahkemesi tarafından salıverilir. Tutuksuz olarak aylarca devam eden mahkeme sonunda da beraat eder. Ancak o bulabildiği birkaç talebeye, başta çocukları olmak üzere ders vermeye devam etmektedir.
1936 yılı yaz mevsiminde kendisiyle tanıştığını ifade eden talebesi ve damadı Kemal Kaçar Efendinin anlattıklarına göre bu dönem Süleyman Efendi Hazretleri için bir çile dönemidir. Evine sayısız denecek kadar polisler gelmiş,kendisi Emniyet Müdürlüğüne getirilip tazyik edilmiş ve özel eşyaları bile didik didik edilmiştir.
1939 yılında beraatle sonuçlanan tevkiften dört yıl sonra 1943 yılında başka bir engel daha çıkarırlar. Tevkiften de bir şey çıkaramayanlar 1943 yılında Diyanet İşlerindeki bazı insanları da kullanarak vaizlik yetkisini elinden alırlar ve camilerde vaaz etmekten ali koyarlar. Süleyman Efendi bir yıl sonra 1944 yılında ikinci bir takip ve arkasından da tevkife uğrar. Sulh Ceza Mahkemesi tutuklanmasına karar verir. Bu defa tabutluklardaki işkence 8 gün sürer. Burada binlerce mumluk ampuller altında uykusuz günler geçirir. Arkasından Asliye Ceza Mahkemesi tarafından yine kefaletle tahliye ve sonuçta da yine suçsuz görülerek beraat eder.
Evet işte Süleyman Efendi böyle bin bir ızdırap ve çile ile talebeler okutup yetiştirmiş ve yetiştirdiği bu talebelerine “Evlatlarım! Görüyorsunuz dinin en garip olduğu bir devirde geldik. Ben sizi bunca zor şartlar altında okuttum. Sizden para istemiyorum. Sizden istediğim tek şey şudur: Siz de gidip Anadolu’nun her yerine kurslar, yurtlar açın ve ümmet-i Muhammed’in evlatlarına dininizi ve kitabınızı öğretin.” şeklinde vasiyetlerde bulunmuştur.
Adapazarılı bir zât olan Osman Eslek, Ziraat Fakültesine devam ettiği yıllarda,Süleyman Efendi (K.S.) Hazretlerinin yanında ve himâyesinde bulunuyordu. Süleyman Efendinin, akrabalarından olan bu genç talebeye,beş maddelik bir nasihatı vardır ki, bütün üniversite talebelerinin dikkat le öğrenmesi ve uyması gereken düsturları ihtivâ etmektedir.
Süleyman Efendi Hazretleri (K.S.), nasihatları sıralamadan önce deEvlâdım, bu beş hususa riâyet edersen, hem cemiyette îtibarın hem deâhirette yerin iyi olur buyurmuşlardır. Bu nasihatlere muhatap olan Osman Eslek tarafından Hasan Arıkan Hoca efendiye ve ondan da bize intikal etmiştir. Beş maddede toplanan bu güzel nasihatlar, şöyledir:
1) Allah yolunda ol, dosdoğru ol,verdiğin sözün eri ol. Evlâdım, ağzın laf ediyorsa dilinle doğru ol,sözünle doğru ol. Sana inanan kişilere karşı sözünden cayma. Eğer sözünü tutarsan söz olur ve seni Cennete götürür, tutmazsan köz olur. Elinle doğru ol. Kolunu, muzırda değil yardım işinde kullan.Tartıyla iş yapıyorsan terazinde, ölçüyle iş yapıyorsan metrende ve litrende doğru ol. Doğrunun doğruluğu bütün sülâlesine akseder, hepsini hayra götürür.
2) İnsanları sev ve kimseyi kendinden alçak görme. Tevâzu sahibi ol, zîra en hâlis ziynet alçakgönüllülüktür. Mütevâzi olan kimse, en güzel ziyneti takınmıştır.Kimseyi kendinden aşağı görme. Hayatta haset etmeden say, kıskanmadan sev. Bazı insanlar, başkasındakini istemez. Öyle olma. Gıpta et, fakathaset etme. Zira ın huzuruna fesatla çıkılmaz.Memur olduğun zaman, sana gelen vatandaşlara sakın yüksekten bakma, yanına geleni ayakta bekletme. Yanında, daimâ bir sandalye bulundur ve oturtuver.Biraz dinlendirdikten sonra hâlini sor, işini hallet. Sakın ha, bugün git yarın gel deme! İşini, o gün bitir. Eğer öyle yapmazsan on parmağım yakanda olacaktır.Eğer memursan ve başında müdürün varsa,haset etmeden say, kıskanmadan sev.İnsanlar muhteliftir. Bazısı daha kabiliyetli, bazısı daha yakışıklıdır. Ben niye onun yerinde olmayayım deme, elindekinden de olursun. bana bir verirse,arkadaşıma, komşuma iki versin diye düşünürsen, seninki üç olur. Eğer arkadaşın veya komşun böyle düşünmüyorsa, onunki ikide kalır.Senden daha iyi hizmet edecek olan varsa, makâmını ona ver. İşte vatanperverlik budur.
3) Çalışkan ol, üretici ol. Zîra Peygamber Efendimiz çalışmak ibâdettir buyuruyor. Evlâdım, alınteri olmadan hiçbirşeyin kıymeti bilinmez. Tarlanı ek, mahsülünü al, komşuna ver, ağaç dik... Sadaka-i câriye, iyi evlat yetiştirmek, ilmi eser bırakmak ve ağaç dikmektir ki, ağaç dikmek en efdalidir. Bunun için biz, heykel dikmeyeceğiz, yeşil ağaç, yeşil âbide dikeceğiz.Bir dutağacı 400 sene, ceviz ağacı 700 sene, kestane ağacı 900 sene, çınar ağacı 1500 sene yaşar. Ihlamur ağacı dik, çiçeği şifalıdır. Bursada Osman Gazinin ve Orhan Gazinin diktiği bin senelik çınarlar var. Ben bekarken, her sene bir ağaç dikerdim. Şimdi evliyim ve yengen için de her sene bir ağaç dikiyorum. Ben reklam sevmiyorum, kendini methetmek gibi oluyor. Bu yüzden herkese söylemedim, fakat sen bil. Benim Fatih ve Beyazıt Camii yanında birer tane çınar ağacım var.
4) Bildiğini öğret, temiz ol ve temizliğinle örnek ol. Münevver kişi, münevvir kişi demektir. Öyleleri var ki, üç fakülte bitirir de, hasedinden, kıskançlığından (dolayı)hiçbir şey öğretmez. Gerçek münevver, bildiğini yapan ve öğreten kişidir. Temizlik, ibadettir ve imanın yarısıdır. Eğer sokakta birisihata yapmışsa (yola pislik atmışsa) sen, onu ayağının ucu ile örtüver...
5) Günde en az bir kişiye iyilik et,gönlünü al. Çünkü cennetin yolu, gönül almaktan geçer. Gönül almak,Cennetin Firdevs kapısını açmaktır. Bu beş maddenin en kolayı, fakat en içten geleni de budur. Bir gönül kazanmak, 40 vakit namaza bedeldir.Bir gönül kırmak ise, 40 vakit namazın sevabını kaybettirir. Ben sabahları kalkarken, Ey Allah' ım, bana, bugün bir kişiye iyilik yapmak nasip eyle diye dua ederim. Evden çıktığında veya eve dönerken karşından gelen ilk kişiye selam ver. Onun vermesini beklersen olmaz,evvela sen ver. İşte o zaman, o da sana karşılığını verecektir. Veren el, alan elden, sunan gönül, alan gönülden azizdir...
6) Bir milletin ıslahı, kötülerin imhasıyla değil, genç neslin eğitim ve terbiyesi ile mümkündür.
* Memur olduğun zaman sana gelen vatandaşa sakın yüksekten bakma, yanına geleni ayakta bekletme. Yanında, daima bir sandalye bulundur ve oturtuver. Biraz dinlendirdiktensonra halini sor, işini hallet. Sakın ha, " Bugün git, yarın gel" deme! İşini, o gün bitir.
...
* Eğer memursan ve başında müdürün varsa, haset etmeden say, kıskanmadan sev.
* İnsanlar muhteliftir. Bazısı daha kabiliyetli, bazısı daha yakışıklıdır. " Ben niye onun yerinde olmayayım?" deme; elindekinden de olursun. " Allah bana verirse, arkadaşıma, komşuma iki versin" diye düşünürsen, seninki üç olur. Eğer arkadaşın veya komşun böyle düşünmüyorsa, onunki ikide kalır.
* Senden daha iyi hizmet edecek olan varsa, makamını ona ver. İşte vatanseverlik budur!
* Çalışkan ol, üretici ol. Zira Peygamber Efendimiz ( s.a.v.) " Çalışmak ibadettir." buyuruyor. Evladım, alın teri olmadan hiçbir şeyin kıymeti bilinmez. Tarlanı ek, mahsulünü al, komşuna ver, ağaç dik. Sadaka-i cariye, iyi evlat yetiştirmek, ilmi eser bırakmak ve ağaç dikmektir ki, ağaç dikmek en efdalidir.
* Bir dut ağacı 400 sene, ceviz 700 sene, kestane ağacı 900 sene, çınar ağacı 1500 sene yaşar. Ihlamur ağacı dik; çiçeği şifalıdır.
* Bursa'da Osman Gazi'nin ve Orhan Gazi'nin diktiği bin senelik çınarlar var. Ben bekarken, her sene bir ağaç dikerdim. Şimdi evliyim ve yengen için de her sene bir ağaç dikiyorum.
* Ben reklamı sevmiyorum; kendini methetmek gibi oluyor. Bu yüzden herkese söylemedim; fakat sen bil. Benim Fatih ve Bayezid Camii yanında birer tane çınar ağacım var. ( Şehzadebaşı Camiinin sol tarafında üç tane çınar, sağ tarafında üç tane ıhlamur ağacı vardır. Şu anda yarım asrı aşmış olan bu ağaçları, Süleyman Efendi'yle beraber, nasihatlerin muhatabı Osman Eslek dikmiştir.)
* Bildiğini öğret, temiz ol ve temizliğinle örnek ol.
*Münevver " aydın " kişi, münevvir "aydınlatan" kişi demektir. Öyleleri var ki, üç fakülte bitirir de, hasedinden, kıskançlığındandolayı hiçbir şey öğretmez. Gerçek münevver, bildiğini yapan ve öğreten kişidir.
* Temizlik, ibadettir ve imanın yarısıdır. Eğer sokakta birisi hata yapmışsa (yola pislik atmışsa) sen, onu ayağının ucuyla örtüver.
* Günde en az bir kişiye iyilik et, gönlünü al; çünkü cennetin yolu, gönül almaktan geçer. Gönül almak, cennetin firdevs kapısını açmaktır. Bir gönül kazanmak, kırk vakit namaza bedeldir. Bir gönül kırmak ise, kırk vakit namazın sevabını kaybettirir. Ben sabahları kalkarken " Ey Allah'ım! Bana, bugün bir kişiye iyilik yapmak nasip eyle" diye dua ederim.
"Bir milletin ıslahı, kötülerin imhasıyla değil, genç neslin eğitim ve terbiyesi ile mümkündür." -SHT-
* Evden çıktığında veya eve dönerken karşından gelen kişiye selam ver. Onun vermesini beklersen olmaz, evvela sen ver. İşte o zaman o da sana karşılığını verecektir. Veren el alan elden, sunan gönül alan gönülden azizdir."
SÜLEYMAN HİLMİ TUNAHAN (K.S.) EFENDİ HAZRETLERİNİN
Bir Üniversite Talebesine Nasihatları
Allah yolunda ol, dosdoğru ol, verdiğin sözün eri ol. Evladım, ağzın laf ediyorsa dilinle doğru ol, sözünle doğru ol. Sana inanan kişilere karşı sözünden cayma. Eğer sözünü tutarsan "söz" olur ve seni cennete götürür, tutmazsan "köz" olur.
Elinle doğru ol. Kolunu, muzırda değil yardım işinde kullan. Tartıyla iş yapıyorsan terazinde, ölçüyle iş yapıyorsan metrende ve litrende doğru ol. Doğrunun doğruluğu bütün sülalesine akseder, hepsini hayra götürür.
İnsanları sev ve kimseyi kendinden alçak görme. Tevazu sahibi ol, zira en halis ziynet alçakgönüllülüktür. Mütevazi olan kimse, en güzel ziyneti takınmıştır. Kimseyi kendinden aşağı görme. Hayatta haset etmeden say, kıskanmadan sev. Bazı insanlar, başkasındakini istemez. Öyle olma. Gıpta et, fakat haset etme. Zira Allah’ın huzuruna fesatla çıkılmaz.
Memur olduğun zaman, sana gelen vatandaşlara sakın yüksekten bakma, yanına geleni ayakta bekletme. Yanında, daima bir sandalye bulundur ve oturtuver. Biraz dinlendirdikten sonra halini sor, işini hallet. Sakın ha "bugün git yarın gel" deme! İşini, o gün bitir. Eğer öyle yapmazsan on parmağım yakanda olacaktır. Eğer memursan ve başında müdürün varsa, haset etmeden say, kıskanmadan sev.
İnsanlar muhteliftir. Bazısı daha kabiliyetli, bazısı daha yakışıklıdır. "Ben niye onun yerinde olmayayım" deme, elindekinden olursun. "Allah bana bir verirse, arkadaşıma, komşuma iki versin" diye düşünürsen, seninki üç olur. Eğer arkadaşın veya komşun böyle düşünmüyorsa, onunki ikide kalır.
Senden daha iyi hizmet edecek olan varsa, makamını ona ver. İşte vatanperverlik budur.
Çalışkan ol, üretici ol. Zira Peygameber Efendimiz "Çalışmak ibadettir" buyuruyor. Evladım, alınteri olmadan hiçbirşeyin kıymeti bilinmez. Tarlanı ek, mahsülünü al, komşuna ver, ağaç dik… Sadaka-i cariye, iyi evlat yetiştirmek, ilmi eser bırakmak ve ağaç dikmektir ki, ağaç dikmek en efdalidir. Bunun için biz, heykel dikmeyeceğiz, yeşil ağaç, yeşil âbide dikeceğiz.
Bir dut ağacı 400 sene, ceviz ağacı 700 sene, kestane ağacı 900 sene, çınar ağacı 1500 sene yaşar. Ihlamur ağacı dik, çiçeği şifalıdır.
Bursa’da Osman Gazi’nin ve Orhan Gazi’nin diktiği bin senelik çınarlar var. Ben bekarken, her sene bir ağaç dikerdim. Şimdi evliyim ve yengen için de her sene bir ağaç dikiyorum.
Bildiğini öğret, temiz ol ve temizliğinle örnek ol. Münevver kişi, münevvir kişi demektir. Öyleleri var ki, üç fakülte bitirir de, hasedinden, kıskançlığından (dolayı) hiçbirşey öğretmez. Gerçek münevver, bildiğini yapan ve öğreten kişidir.
Temizlik, ibadettir ve imanın yarısıdır. Eğer sokakta birisi hata yapmışsa (yola pislik yapmışsa) sen, onu ayağının ucu ile örtüver…
Günde en az iki kişiye iyilik et, gönlünü al. Çünkü cennetin yolu, gönül almaktan geçer. Gönül almak, Cennetin Firdevs kapısını açmaktır. Bu beş maddenin en kolayı, fakat en "içten geleni" de budur. Bir gönül kazanmak, 40 vakit namaza bedeldir. Bir gönül kırmak ise, 40 vakit namazın sevabını kaybettirir. Ben sabahları kalkarken, "Ey Allah’ım, bana, bugün bir kişiye iyilik yapmak nasip eyle" diye dua ederim.
Evden çıktığında veya eve dönerken karşından gelen ilk kişiye selam ver. Onun vermesini beklersen olmaz, evvela sen ver. İşte o zaman, o da sana karşılığını verecektir. Veren el, alan elden, sunan gönül, alan gönülden azizdir…
Süleyman Hilmi Tunahan (ks) Hazretleri’nin veciz sözleri
Mesaj Admin Bir Çarş. 21 Ocak 2009 - 13:01
Süleyman Hilmi Tunahan (ks) Hazretleri’nin veciz sözleri
• Allah kerimdir amma kuyusu da derindir. İp ve kova olmayınca su çıkmadığı gibi, nur ve feyz de çıkmaz.
• Atom’un arz üzerinde müddet-i te’siri elle sene olduğu gibi, decâcilenin bu ümmet üzerinde müddet-i fesâdı dahi elli senedir.
• Benim evlatlarıma Tarih öğrenmek farzdır.
• Benim evlatlarım, bildiğinin âlimi, bilmediklerinin tâlibidirler.
• Benim evlatlarımın her biri bir Süleyman’dır. Ben daha yüz sene yaşayacağım.
• Benim evlatlarım, Yusuf (a.s.) güzelliğindedir.
• Ben size “eceztü” dediğim zaman sizler alim olmadınız, ilmin anahtarlarını almış oldunuz. Bu aldığınız anahtarla Anadolu’ya gidecek, büyük büyük kitapları açacaksınız ve onun içindeki hakikatleri Ümmet-i Muhammed’in evladına anlatacaksınız.
• Ben şu denî dünyayı, evlâtlarımın kirli tırnağına değişmem.
• Bir meşaiyyun var, bir de işrakiyyun var. İşrakiyyun: Önce inanıyor, sonra hikmetini araştırıyor. Meşaiyyun bunun zıddıdır. Kainatı inceler Allah’ı bulur. Bizim sûfî mezhebimiz işrakiyyun üzerine kurulmuştur. Zahirilerle farkımız; biz cevizin içini, onlar kabuğunu yerler.
• Biz akla ve zekâya kıymet vermeyiz. Salıverdin mi evinin yolunu bulabilecek kadar aklı olsun kâfidir.
• Biz Cenab-ı Hakk’ın ahirette bize vereceği selahiyetle, mahşer halkına şöyle dürbünle bakacak, kimin bize bir merhabası, ilgisi, sevgisi, alakası, Allah yolunda bir hizmeti varsa hepsine şefaat edecegiz.
• Biz, terakkî anlarında çürükleri terkederiz. Asker de harekât ânında hastaları bırakır. Bununla beraber, nâdim olup dönenler, kabul olunur.
• Bize gelinceye kadar bütün piran, bu alemden giderken, kendilerinden sonra, kendileri gibi yetiştirdikleri birisini vazifelendirerek bu alemden gitmişlerdir. Yalnız bana mahsus olmak üzere ben bu alemden gittikten sonra benim tasarrufum daha 40 yıl devam edecektir.
• Bize şemsî tecellî verildi. Hangi yöne nazar ettiysem, orası ihyâ oldu.
• Bizim bu alemde bir tek işimiz var. O da yavrularımızın kalblerine Allah (c.c) ve peygamber (s.a.v) sevgisi ile iman ve İslam nurunu yerleştirmektir.
• Bu dinin garip anlarında hizmet gören, saltanatını sürmeden ölmez. Benim kardeşlerim fukara olmayacak.
• Bu dünyanın cefâsından sefâsına sıra gelmez, gâfil olmayın, ilme çalışın, geçen günler geri gelmez.
• Ders okuturken takıldığınız bir yer olursa, orada fazla durmayın. Nasıl ki etrafı kazılan bir ağaç kolayca devrilirse, evveli ve âhiri anlaşılan kitabın da ortasını anlamak kolaylaşır.
• Dışımız halk ile, içimiz Hak ile…
• Din asıl, dünya ve siyaset fer’idir. Dünya ve siyaset dinin inkişâfına alet olabilir. Fakat din, dünya menfaat ve siyasetine âlet olamaz. Âlet edenlere lanet vardır.
• Dinamitle su içinde ölen balıklar haramdır. Gayr-i merzuk olanları da mahvettiğinden bu işte hayır yoktur, hadiseler zuhur eder.
• Edep, akıl ve şeriata muvâfık hâl ve harekete denir.
• Ey İslâm Cemaatı! Biz hayatta olduğumuz müddetçe, Resûlullâh’ın eshâbına yalan isnadında ve iftirada bulunulabileceğini mi zannediyorsunuz? Böyle bir zanna kapılmayınız, çünkü biz hayattayız.
• Göz ve kan verip almakta mahzur yoktur. Zira aza-yı ârıziye olup, aza-yı asliyyeye tabidir. Yani, kötüye kullanılırsa mesuliyeti alan kimseye aittir.
• Her yerde birlik ve beraberlik lazımdır. Muvaffak olmak için her hususta ittifak etmeli ve dayanışmayı asla elden bırakmamalıdır. Çünkü Allah’ın nusreti, maddi ve manevi yardımı cemaat ile beraberdir. Toplu çalışanlar bunun semeresini kısa zamanda elde ederler.
• Hizmet muvaffak olsun da, varsın bizim yerimiz caminin pabuçluğu olsun.
• Hulûs-i kalble tahsil olunan ilim, ayn-ı ibâdettir.
• İlim, muhabbet, kâmil itikad ve havf isyâna mânidir.
• İlim, nûr-ı ilâhidir. İnsan ise kovan. Kirli bir kovanda arının durmadığı gibi, isyan ve zulmetle kirlenmiş vücud ve kalbde de ilim durmaz.
• İlim vukuata tabidir. Vukuat ilme tabi değildir. Ve herkesin işi kendi efal-i ihtiyarisine bağlıdır.
• İlmin farz-ı ayın olduğu bu günde, sekiz saatten aşağı ders okumak kâfî gelmeyecek.
• İmâm-ı Rabbânî Ahmed-i Fârûkî es-Serhendî hazretleri, „Ben nefsin ne kadar büyük bir düşman olduğunu, ancak onyedi senede öğrenebildim“ buyurmuşlardır.
• İmansız ve zındıklaşmış din düşmanlarının aleyhinde konuşmak, gayret-i diniyyeden olduğu için gıybet değildir.
• İnsan bilmediğinin düşmanıdır. Nurdan haberi olmayan, ondan zevk almayan insan, nurun düşmanı olur.
• İnsan gibi, ilminde anâsırı erbaası vardır; ağızdan öğrenmek ve anlatmak, gözünden görmek, kulağından işitmek, eliyle yazmakla beraber, kalbiyle de feyz-i ilâhiyi çekecek.
• İnsanlarla iyi geçininiz. Kimseyi darıltmayınız. Günün birinde araba kaldırmaya olsun, yarar.
• İttika; iman ile küfürden, ibadet ile isyandan, füyüzat-ı ilahi ve rabıta ile de gafletten muhafaza etmek manasınadır.
• Kâinatı saran karanlığı kaldırma zamanı gelip de, ezelî hüküm icâbı ins ü cinnin nebîsi, Habîbü Rabbi’l-Âlemin Kur’ân-ı Kerim’le gönderilip âleme safâ verdiği gibi o Resûlullâh’ın hususî yaratılmış vârisleri de, ilâ yevmi’l-kıyam devam edecek olan dîn-i mübîni, binlerce belâya katlanarak yılmadan yürütecekler.
• Kalemsiz talebe, kurşunsuz avcıya benzer.
• Maşayı ateşe koyup çekmekle ısınmaz, beklerse ateş gibi olur, dersler de böyledir. Az okumaktan istifade o kadar olur.
• Meyve veren ağaca kuru denilmediği gibi, eseri devam eden zevata da ölü denmez.
• Râbıtaya ehil olmayanlara ilim öğretmek harâminin eline kılıç vermek gibidir. Fuyûzât-ı ilâhiden mahrum olduklarından öğrendikleri ilmi dünya menfaatine âlet ederler.
• Rütbesi yüce olan kimselerin, kendilerinde cemal sıfatı galip olduğundan kafir ve asilere helak değil, hidayet diler. Ehl-i küfrün kâffeten helak olup cehenneme gitmesinde fayda yoktur. Enbiya-yı mürselîn insanların hidayeti için gönderildiler, helakı için değil.
• Sahâbi: Resülullah (s.a.v)’in daire-i imkan ve daire-i emkine-i külliyenin tamamını kendi letaifinden nazar ederek, seyr-i sülûkunu bir anda itmâm ettiği kişi demektir.
• Sihir, insanın nefsindeki habâseti, başka bir habâsete bağlayarak, bir başkasına havâle etmektir.
• Süleyman aleyhisselâm, „Yalnız başına bir orduyu mağlup etmek ne kadar zor ise, nefs-i emmâreyi mağlup etmek ondan daha zordur“ buyurdular.
• Tarîk-i Nakşî; rabıta yolu, enbiya ve mürselîn yolu, ârifler, kâmiller, sıddîklar yoludur. Tarîk-i müşahede ve tarîk-i şühuddur.
• Tırnağını şu dünyaya değişmediğimiz bir evlâdımız için, küre-i arzın altı üstüne gelse, bir şey lâzım gelmez.
• Varis-i Muhammedî ve sahib-i zamanın sonuncusu, sâdât-ı kiramdan olup bu devlet Türkiye’ye ihsan olunmuştur. İmam-ı Rabbanî (k.s.) Hindistan’da, Hz. Şah-ı Nakşibend ve Mevlana Siracüddin Buhara’da, son sahib-i zaman da Türkiye’de zuhur etmiştir. Cümlesi sâdâttan (altun silsileden) olup bu tarik-i âlinin yüceliğine şehadet eder. Irk ve milliyet gözetmeden Hindistan, Pakistan ve Buhara’dan emanet-i kübra, ilahi irade icabı Türkiye’ye intikal etmiştir.
• Yâ Rabbî! Dünyayı kalbime koyma, elimden de alma.
Şöyle dua edin:Ya Rabbi sadrıma genişlik ver.Envar-ı ilahine,esrar-ı ilahine can hulkuma gelmeden setr-isülükümü ikmal eyle.
Ailesinin,kendisinin ve etrafındakilerin güzel ahlaklı olmasını isteyen kimse:Sabahları 11 defa TEKASÜR SURE_İ CELİLİNİ okusun.
Teheccüt namazına kalkınca son secdede 41 defa:" LA İLAHE İLLA ENTE SÜBHANEKE İNNİ KÜNTÜ MİNEZZALİMİN" okunursa Dünyevi zulmetlerin kalkmasına vesile olur.
Cuma günü 100 defa ELEMNEŞRAHLEKE okuyanın feyiz yolları ve zekası açılır.
SİHİR:Sihrin hakikati nedir, ondan kurtuluş nasıldır, yakalanmamak için ne yapılmalıdır. Ebul Faruk (k.s.) hazretleri bu hususta şöyle buyurmuştur: “Sihir, insanin nefsindeki habâseti (kötülük ve alçaklığı), başka bir habâsete bağlayarak, bir başkasına havale etmektir.” İptâl-i sihr yani yapılan bir büyüyü bozmak için de tavsiyeleri şöyledir: ‘Cünnetü’l-Esma’yı, her birerinin başında Besmele çekmek suretiyle aşağıdaki şekilde 19 defa okuyunuz. Bismillâhirrahmânirrahîm: “Ferdün Hayyün Kayyûmün Hakemün Adlün Kuddûsün min şerri’n-neffâsâti fi’l-ukadi”.Bunu okumaya, asgari 7 gün devam edin, Allah’ın izniyle tesirini/faydasını görürsünüz. Bu illete yakalanmamak/çarpılmamak için de tavsiyeleri; iki rek’at son sünneti olan vakit namazlarının, bu son sünnetlerinin edasında da, Fatiha´dan sonra zamm-ı sure olarak Felak ve Nâs surelerini okumaktır. Bu vesileyle Cenab-ı Hak, onları okuyan mü’mini, sihir/büyü gibi tehlikelere karşı koruma altına alıyor. Rabbim (c.c.) bizleri, bu alçak büyücülerin/havalecilerin her türlü kötülük ve pisliklerinden rahmetiyle hıfz u himale ve vikaye buyursun.
Alıntı H.bozkurt.
AZİZ ÜSTÂZIM
Ey güzeller güzeli, ey gönüller kıblesi,
Aslı, Altın silsile, Peygamberin vârisi.
Sensin mürşid-i kâmil, sensin ilmin hâmisi,
Sensin dertlere devâ, zamanın bir dânesi...
Görmeyip bu ledünni, iyi anlamayanlar,
Bu bulunmaz pınardan içip te kanmayanlar,
Aşkiyle tutuşup da, yanıp kavrulmayanlar,
Ne büyük zarardadır, nasibi olmayanlar!
Bakmamak ne mümkün! nur akan sîmanıza,
Nasipliler kavuşur, hizmete zâtınıza.
Bilsek ki mukâbildir, bizdeki hakkınıza,
Cana minnet bilirdik, hizmeti kapınıza.
Duymakla tenvir oldu, mübârek isminizi,
Kalbimizin dileği, gönlümüzün sevgisi.
Kurtarır layık olsak, teveccühünüz bizi,
Neler kazanmazdık âh! tanıyabilsek sizi.
Doğrusu bu cihanda, başkaca ışık yoktur,
Olsa bile sönüktür, ziyâsız ve donuktur.
Sizi bilenler bilir, bilmeyene söz yoktur,
Bu nâdide sofrada, tefeyyüz eden çoktur.
Bizden sâdır olanlar, sizi senâ edemez,
Boş laftan, yanlış sözden, daha öte gidemez.
Hakîre sükut düşer, asla nağme edemez!
Sizi medh-ü senâya, diller kâfi gelemez.
Bizimki övmek değil; nâfile bir gayrettir,
Belki birkaç söz ile, şems’i tarif etmektir.
Aşığa gönül gerek, bizlerdeki yürektir,
Bu yolda makbul olan, kendini hiç bilmektir.
Senin ismin Süleyman, nâm-ı diğer Tunahan
Yolun Kur’an yoludur sensin sâhib-i zaman
Senden feyiz almayan binlerce insan pişman
Üstâzım himmet eyle, muhtâcız sana her an
Süleyman Efendi fazlaca kitap telif etmemiştir. Kendisine neden kitap yazmıyorsun diyenlere ise şu cevabı vermiştir:
“Selefin mum ışığında yazdığı baha biçilmez hazine misali eserlerin toprağa gömülerek çürüdüğünü, bakkallara satılarak çöplüklerde çiğnendiğini, bir kısmının da kütüphane raflarında tozlanmış ve çürümeye terk edilmiş olduğunu gördüm. Medreseleri kapanmış, yazısı değiştirilmiş, din ilimleri yok olmaya yüz tutmuş olan bir zamanda, kitap yazmaktansa, yazılan ilmî eserleri anlayarak anlatacak ve ilmi satırdan sadra intikal ettirip yaşatacak talebe yani canlı kitap yetiştirmeyi daha lüzumlu buldum.”
Bununla birlikte Süleyman Efendinin kaleme aldığı eserleri şunlardır:
A) Kuran Harf Ve Harekeleri:Kuran-ı Kerimi öğrenmede yepyeni bir tertip ve usül olan bu Elif cüzü altı sahifeden oluşmaktadır. Efendi Hazretleri bu eseriyle kubbeyi habbe yapmış, yani hazmı, yutulması zor olan şeyi küçültmüş ve hazmı yutulması kolay hâle getirmiştir. Böylece Kuran-ı Kerim-i öğrenmeyi birkaç güne hatta saate sığdıran bir iksir olmuştur.
Diğer Elifcüzleri ile uzun zaman, hatta bazıları aylarca okuduktan sonra Kuran-ıKerim-i okumayı öğrenebilirken bu elif cüzü ile birkaç günde Kuran-ıKerim-i okumak mümkündür. Bu elif cüzünün de kendine has bir okutma usulü vardır. İnanılmayacak bir şey değildir. Kendimiz öğrendiğimiz gibi yaz tatillerinde, sıbyan mekteplerinde, küçücük yavrulara dahi bir haftada öğretiyoruz.
B) Risâle-i Kibrit-i Ahmereyr-u sülûk için bâzı ehemmiyetli mevzuları ihtiva eden bir risâledir.Ehillerinin ziyâdesi ile müstefid olabileceği bir eserdir.
C) Mektuplar Risâlesi: (Bazı mesâil-i mühimme):Yine bunda da tarikat erbâbının hallerinden, sohbet ve âdâbındantarikat ehlinin ictinâb etmesi gereken şeylerden bahseden, hacimli birkitaptır. İçindeki mâlumatlar hakikaten sadra şifadır. Okuyan kimseyiderin derin düşündürecek olan fâideli bir eserdir.
D) Hepsinden önemli olan CANLI ESER diye hitap ettiği talebeleridir.Eser müessirine delâlet eder. Kaidesince talebelerine bakarak Süleyman Efendi' nin zâhiri ve bâtınî cephesini bir nebze olsun anlama imkanı buluruz. Bin bir sıkıntılarla yetiştirilen bu iman nesli bugün aynı saflığı, aynı kararlılığı muhafaza etmektedir. Tasavvufi inançları gereği; sanki efendi hazretleri aralarındaymış gibi daima onun rûhâni terbiyesindedirler. Bu anlayış onları hizmet hususunda hep dinamik tutuyor. Onun en büyük kerâmetlerinden birisi ,öyle bir devirde tek başına o kadar talebe yetiştirmesi ve kalıcı bir kuruluş olan Kuran Kurslarını tesis etmesidir. Onun yetiştirmiş olduğu talebeleri,yıllarca bu milletin mânevi susuzluklarını gidermiş ve geçmişlerinden ve dinlerinden kopmalarını önlemişlerdir.
Süleyman Efendi de oturup ciltler dolusu eser yazabilirdi, bunu yapmaya kapasitesi yok değildi. Bilakis muâsırlarından daha yetenekliydi. Ancak o, bazı sebeplerden dolayı eser yazmaktan kaçınmıştır. Kendisine niçin eser yazmadığını soranlara bir defasında şöyle cevap vermişti. Biz kitap yazıp eserlerimizin raflarda çürümesini arzu etmedik. İlmimizi yaşayan nesillere aktarıyoruz ki, onlar eser yazarlar, biz eser yazacak eserleri yetiştirdik
PEYGAMBER EFENDİMİZDEN GELEN MÜBAREK SOY
Fâtih Sultan Mehmed Hân (k.s.), Resûl-i zîşân (s.a.v.) Efendimize büyük muhabbetinden olacak ki, yeryüzünde evlâd-ı Resûl’den kimler kalmış diye araştırmışlar. Anadolu’da şeceresine hiç şâibe karışmamış olduğunu tesbit ettiği evlâd-ı Resûl’den İdris Bey’i bulunca, kız kardeşiyle onu evlendirip Tuna havâlisinin hânı olarak nasb etmişler... Ve o havâlinin idaresini ve sair mükellifiyetelerini tedvîr için onu vazifelendirmişlerdir. Bu durum Süleyman Hilmi Tunahan Efendi hazretlerinin babası Osman Bey’e kadar böylece devam edegelmişti.
Oğlum! İlimsiz ibadetin tadı olmaz. Tek kanatlı kuş uçmaz. İnsanların dünyaya dalıp, istikbal sevdasına düştükleri şu günde, Mevla'nın ilmini okuyacağız. O, insana iki cihanda izzet ve şeref veren âli (yüksek) bir iştir.
Allah yolunda ol, dosdoğru ol, verdiğin sözün eri ol.
Bu dünyanın cefâsından sefâsına sıra gelmez, gâfil olmayın, ilme çalışın, geçen günler geri gelmez, Din asıl, dünya ve siyaset fer’idir. Dünya ve siyaset dinin inkişâfına alet olabilir. Fakat din, dünya menfaat ve siyasetine âlet olamaz. Âlet edenlere lanet vardır.
Süleyman Hilmi Tunahan Hz.
MÜHİM BİR NASİHAT: Ziraat Mühendisine Edilen Nasihat
MÜHİM BİR NASİHAT: Ziraat Mühendisine Edilen Nasihat
Adapazarılı bir zat olan Osman ESLEK, Ziraat Fakültesi’ne devam ettiği yıllarda, Süleyman Efendi’nin yanında ve himayesinde bulunuyordu. Süleyman Efendi’nin, akrabalarından olan bu genç talebeye, beş maddelik bir nasihati vardır. Süleyman Efendi, nasihatleri sıralamadan önce; “Evlâdım! Bu beş hususa riayet edersen, hem cemiyette itibarın hem de ahirette yerin iyi olur” buyurmuşlardır. Beş maddede toplanan bu güzel nasihatler şöyledir:
Evladım!
1-Allah yolunda ol, dosdoğru ol, verdiğin sözün eri ol. Evlâdım! Ağzın laf ediyorsa dilinle doğru ol, sözünle doğru ol. Sana inanan kişilere karşı sözünden cayma. Eğer sözünü tutarsan “söz” olur ve seni cennete götürür, tutmazsan “köz” olur. Elinle doğru ol. Kolunu, muzırda değil yardım işinde kullan. Tartıyla iş yapıyorsan terazinde, ölçüyle iş yapıyorsan metrende ve litrende doğru ol. Doğrunun doğruluğu bütün sülâlesine akseder, hepsini hayra götürür.
2-İnsanları sev ve kimseyi kendinden alçak görme. Tevazu sahibi ol. Zira en halis ziynet alçak gönüllülüktür. Mütevazı olan kimse, en güzel ziyneti takınmıştır. Kimseyi kendinden aşağı görme. Hayatta haset etmeden say, kıskanmadan sev. Bazı insanlar, başkasındakini istemez. Öyle olma. Gıpta et, fakat haset etme. Zira Allah’ın huzuruna fesatla çıkılmaz. Memur olduğun zaman, sana gelen vatandaşlara sakın yüksekten bakma, yanına geleni ayakta bekletme. Yanında, daima bir sandalye bulundur ve oturtuver. Biraz dinlendirdikten sonra hâlini sor, işini hallet. Sakın ha, “bugün git yarın gel” deme! İşini, o gün bitir. Eğer öyle yapmazsan on parmağım yakanda olacaktır. Eğer memursan ve başında müdürün varsa, haset etmeden say, kıskanmadan sev. İnsanlar muhteliftir. Bazısı daha kabiliyetli, bazısı daha yakışıklıdır. “Ben niye onun yerinde olmayayım” deme, elindekinden de olursun. “Allah bana bir verirse, arkadaşıma, komşuma iki versin” diye düşünürsen, seninki üç olur. Eğer arkadaşın veya komşun böyle düşünmüyorsa, onunki ikide kalır. Senden daha iyi hizmet edecek olan varsa, makamını ona ver. İşte vatanperverlik budur.
3-Çalışkan ol, üretici ol. Zira Peygamber Efendimiz (s.a.v)“çalışmak ibadettir” buyuruyor. Evlâdım! Alın teri olmadan hiçbir şeyin kıymeti bilinmez. Tarlanı ek, mahsulünü al, komşuna ver, ağaç dik... Sadaka-i cariye, iyi evlat yetiştirmek, ilmi eser bırakmak ve ağaç dikmektir ki, ağaç dikmek en efdalidir. Bunun için biz, heykel dikmeyeceğiz, yeşil ağaç, yeşil abide dikeceğiz. Bir dut ağacı 400 sene, ceviz ağacı 700 sene, kestane ağacı 900 sene, çınar ağacı 1500 sene yaşar. Ihlamur ağacı dik, çiçeği şifalıdır. Bursa’da Osman Gazi’nin ve Orhan Gazi’nin diktiği bin senelik çınarlar var. Ben bekârken, her sene bir ağaç dikerdim. Şimdi evliyim ve yengen için de her sene bir ağaç dikiyorum. Ben reklamı sevmiyorum, kendini methetmek gibi oluyor. Bu yüzden herkese söylemedim, fakat sen bil. Benim Fatih ve Beyazıt Camii yanında birer tane çınar ağacım var.
4-Bildiğini öğret, temiz ol ve temizliğinle örnek ol. Münevver kişi, münevvir (nurlandırıcı) kişi demektir. Öyleleri var ki, üç fakülte bitirir de, hasedinden, kıskançlığından dolayı hiçbir şey öğretmez. Gerçek münevver, bildiğini yapan ve öğreten kişidir. Temizlik, ibadettir ve imanın yarısıdır. Eğer sokakta birisi hata yapmışsa (yola pislik atmışsa) sen, onu ayağının ucu ile örtüver...
5-Günde en az bir kişiye iyilik et, gönlünü al. Çünkü cennetin yolu, gönül almaktan geçer. Gönül almak, Cennetin Firdevs kapısını açmaktır. Bu beş maddenin en kolayı, fakat en “içten geleni” de budur. Bir gönül kazanmak, 40 vakit namaza bedeldir. Bir gönül kırmak ise, 40 vakit namazın sevabını kaybettirir. Ben sabahları kalkarken, “Ey Allah’ım, bana, bugün bir kişiye iyilik yapmayı nasip eyle” diye dua ederim. Evden çıktığında veya eve dönerken karşından gelen ilk kişiye selam ver. Onun vermesini beklersen olmaz, evvela sen ver. İşte o zaman, o da sana karşılığını verecektir. Veren el, alan elden, sunan gönül, alan gönülden azizdir buyurmuşlardır.
Süleyman Hilmi Tunahan'dan hatıralar
1964 Tarsus-Deymekli yaylası Mersin'in bir köyünde oluyor. Sabah namazına kalkarken çocuklardan biri kapıyı ters taraftan arıyor. "Neyapıyorsun" denildiğinde gözünün ama olduğunu söylüyor ve şu hadiseyi anlatıyor. "Rüyasında düz bir yerde yemek yiyiyorlar. Yere dökülen kırıkların cinler tarafından toplandığını görüyor. Cinlerden bir tanesi çocuğun yanına geliyor ve şöyle diyor:"Sizin dökmüş olduğunuz ekmek kırıntılarını toplamaktan derse giremiyoruz. O sırada talebe karşıda bir cinninin abdest bozduğunu görüyor ve şöyle diyor. siz bizim istemeyerek döktüğümüz ekmek kırıntılarını çok görüyorsunuz. Halbuki siz buraları kirletiyorsunuz diyerek karşıda abdest bozan cinniyi gösteriyor. Bunu üzerine gözlerinin önünden aşağıya doğru bir şeyin indiğini görüyor. Ve gözlerinin kapandığını anlıyor. Durum Hasan Abi'ye intikal ediyor. Buna mukabil Elemneşrahleke ve diğer hatimler yapılıyor. 3 gün aradan geçiyor durumda bir değişiklik olmayınca Hasan Abi o gece Abdülkadir Geylani Hazretlerinden medet istemesini söylüyor. Sonra o kardeşimiz asıl ismi olan (Ebazer Eşeb) 'i zikrederek imdat istiyor ve yatıyor. Rüyasında Abdülkadir Geylani Hazretleri beyaz elbise içerisinde geliyor. "Evladım acelen niye nedir bu telaşın. Beni bir an bile oturtmadın" deyince durumu anlatıyor. Derslere giremediğini geri kaldığını söylüyor. A.K. Geylani Hazretleri "Sen onların özel hayatına karıştığın için onlar senin gözlerinin önüne gaflet perdesi çektiler. Hatimlere devam edin. Hocana söyle talebeleri ekmek dökmekten mübalağa ile tenzih etsin" diyor. Hatimlere devam ediyorlar. O kardeşimiz yine rüyasında Konya'da Hz.Üstazımızın başkanlığını yaptığı 40'lar toplantısına katılıyor. Hazretimizin başında salahiyet sarığı ve sarıkta (La ilahe illALLAH Muhammedin Rasülullah) yazılı, göğsünde de üzeri yazılı bir şerit çekili ve toplantıya buyur ediliyor. O kardeşimiz halkaya girip Hazretimizin elini öpüyor ve geri çekiliyor. Hazretimizin işareti üzerine halkada bulunan diğerlerinin de elini öpüyor ve geri çekiliyor. Oturmasını söylüyorlar. Arkasında bir koltuk peydah oluyor ve geçmiş olsun diyerek tebrik ediyorlar. O kardeşimiz birden fırlıyor ve gözünün açılmış olduğunu farkediyor.
İlim Yayma Cemiyetinden bir heyet Üstazımıza geliyor (elem yayma cemiyeti). Sohbet esnasında heyetten biri "efendim siz olmasaydınız ne olacaktı Ümmet-i Muhammedin evladı" diyerek yüzüne karşı medh ediyor. Üstazımız bunun ıstırabını çekiyor, çok daralıyor. abdest tazelemeye gidiyorlar. Çıkınca H. Bakır Abi havlu tutuyor. Üstazımız derin bir nefes alıyor ve "(Haşa sümme haşa biz kim oluyoruz. Biz ALLAH'ın aciz ve zelil kullarıyız. Haza Kerametünnebi" buyurmuşlar.
Üstazımız ile Abimiz yemek yerlerken Üstazımız bir ara kalkıyorlar. Pencereye doğru giderler. Kaplanın gelmekte olduğunu görürler ve "Kemal gel şunun gelişine bak (göğsü dışarda kafası dik neyse). Kaplan içeri giriyor, Üstazımız ayağa kalkıyor ve şöyle buyuruyor; İlim erbabına mağrur bir şekilde yürümek yakışmaz " daha sonra "yürü" diyor. Kaplan aynı şekilde yürüyor. Üstazımız bizzat tarif ediyor 4-5 adam tutarak yürütüyor.
Biletçi Mehmet Efendi vefat ettikten sonra Hz. Üstazımız "20 senede yetiştiremeyeceğim talebemi kaybettim" buyurmuş. Mübarek o kadar saygılı imiş ki ömründe bir defa bile hane-i saadete ayak uzatmamışlar. Ve hatta ziyarethanenin orada Hamidiye suyu vardı. (Abdülhamid Han Hazretleri getirdiği için bu ismi almış). Herkes oraya su almaya gelirmiş. Mehmet Efendi su almaya giderken arkası ziyarethaneye gelmesin diye hep yan yan gelirmiş suyun yanına. Bu senelerce devam ettiği için oranın halkı onu felç zannederlermiş, kardeşlerimiz müstesna.
Hz. Üstazımız Alem-i Beka'ya irtihal etmezden önce Mustafa Doğanay yanına geliyor. "Efendim talebelerinin çok cam kırıyor, çok yaramazlar" diyor. Ben takıyorum onlar da kırıyor. Üstazımız da şöyle cevap verir. "İlahi Mustafa Efendi ben de bir şey söyleyecek zannettim. Cam kırmayacak talebenin burada ne işi var. Bunları onlara tarif edeceğiz" buyurdular.
Ali Baba (Dayı) devamlı hayalinde beyaz bir köşkünün olmasını istermiş. Bir ara aynı şekilde düşünürken nefis "veririm ama buna mukabil maneviyatını ver" demiş. Bunun üzerine Ali Baba hiddetli bir şekilde Üstazımızın yanına gelip "Efendim ne olur himmet buyurun imanım gidiyor" diye feryat ediyor. Üstazımız teselli eder, dua edip gönderirlermiş. Bu Ali Baba eşekleri çok severmiş. Eşek gördüğü zaman yanına gider alnını okşar ve "sana niçin vuruyorlar. Halbuki sen onlara iş yapıyorsun. sana niçin eşek diyorlar. Sen ALLAH'a şüphe etmedin ki. Asıl ALLAH'ın varlığına şüphe edenlere eşek denir" dermiş. Ali Baba duasında cenazesinde eşeğin de olması için yalvarmış. nihayet Ali Baba vefat ediyor. O sırada da veba hastalığı varmış. İngiltere de bir gazetede merkepte de veba yayıldığı yazılmış İstanbul da bu yazı üzerine gazeteler bu haberi yayınlıyor. Bunun üzerine İstanbul idareleri hudutları içerisine merkep sokulmayacak diye ferman çıkarıyorlar. Sokanlara da ağır ceza verileceğini söylüyorlar. Bu sıralarda adamın biri Trakya'dan İstanbul'a üzüm getiriyor. İstanbul hududuna geldiğinde eşeği oraya bağlıyor. Malları alıp giderken Merkep ipi koparıyor. Kaçıp gidiyor. Adam da eşeği kan ter içerisinde takip ediyor. Nihayet Rami'den Eyüp tarafına giden bir cenaze görüyor. Cenaze Ali Baba'nın Üstazımız da orada. Eşek cenazeye gidenlerin arasına karışıyor. Adam arka taraftan gelip eşeği yakalıyor. "Nihayet seni yakaladım" diyor. O anda Üstazımız adamın elinden tutuyor "evladım onun vazifesi var". Adam "efendim ceza veriyorlarmış. Ben fakir bir adamım cezayı ödeyemem" deyince Üstazımız "ben öderim" buyuruyor.
Hasan Arıkan Abi yeni bir Wolswagen alıyor. Arabada Çırpanlı Hocaefendi, Hasan Arıkan Abi ve Hilmi Abi var. Giderlerken bir cenazeye rastlıyorlar. Cemaatten bazıları Çırpanlı Hocaefendi'yi tanıyorlar. Çırpanlı Hocaefendi "beni gördüler cenazeye katılmazsam ayıp olur, biraz onlarla yürüyeyim. Hemen gelirim siz kenarda bekleyin" diyor. O giderken Hilmi Abi "efendim" diyor. Çırpanlı Hocaefendi duruyor ve geri bakıyor. "Birşey mi oldu evladı" diyor. Hilmi Abi "sizi oturup da mı bekleyelim" diyor. Çırpanlı Hocaefendi "evet evladım oturup da bekleyin" buyuruyor. Bunun üzerine Hasan Abi "Hilmi Efendi niçin Çırpanlı Hocaefendi'yi meşgul edersin. Köşede bekleyin demekten bu anlaşılmıyor mu" diyor. Hilmi Abi de şöyle cevap veriyor "ben bu emri verdirip manevi kazanç sağlamak için söyledim" diyor.
Hasan Arıkan Abi Adana'da idareci iken Abimizden mektup geliyor. Abimiz mektubunda "Hasan lüzum gördüğüm şu anda sizi vazifeden alıyor, sizin yerinize Mehmet Bilgin Hoca'yı veriyorum. Emrime itaatinizi beklerim" diyor. Mektubu eline aldığında yanında banka müdürü varmış. Mektubun heyecanından banka müdürünü unutmuş ve hemen M. Bilgin Hoca'yı aramış. M. Bilgin Abi'ye yıldırım telefon yazdırarak ulaşıyor. M. Bilgin Abi'de o zaman Hatay'ın bir köyünde imamlık yapıyor. Kendisine şöyle diyor; "Şu anda Abimiz'den aldığım mektubu size aktarıyorum. Şu andan itibaren siz Adana Bölgesi'ne idareci olarak tayin edildiniz. Ben de size tabiyim tebrik ederim" diyor. Ondan sonra Hasan Abi Abimize mektup yazıyor. "Göndermiş olduğunuz mektubunuzu aldım. Emirlerinizi M. Bilgin Abi'ye bildirdim. Emirlerinizi beklerim". Abimiz mektubu alınca (Hasan bu zamana kadar yapmış olduğun hizmetlerin hepsinden bugünkü teslimiyeti kadar razı olmadım). Bu hadiseyi Hasan Abi, Kumaş Abi'nin huzurunda Trabzon bölge idarecileri toplantısında anlatmış.
Buradaki Beni İsrail Peygamberlerinden murad o kavme gönderilen peygamberlerdir. En meşhurları ise Hz. Musa ve Hz. İsa'dır. Ulemadan murad ise Kamil Evliya'dır. Zira mutlak zikr kemale delalet eder. ( ) Hadis-i Şerifi de önceki hadis'i tamamlamaktadır. O zaman buradaki ulemadan murad Peygamberimizin maddi ve manevi ilimlerine varis olan zat demektir. Bu varislerden birincisi Hz. Ebu Bekr, sonuncusu Hz. Üstazımız olan 33 tane Silsile-i Sadat Efendilerimizdir. Hz. Üstazımız Peygamberimizin maddi ve manevi bütün ilimlerine varis olmuştur. Ve onun gibi çileyi, sıkıntıyı, fakirliği tercih etmiştir. Fakat isteseydi her şeyi elde edebilirdi. Peygamberimiz de elde edip kimseye muhtaç olmazdı. Bütün taşlar, ağaçlar dile gelmişler. "Ya RasülALLAH emret altın olalım seni sıkıntıdan kurtaralım" demişler. Ancak O kabul etmemiştir. Nuh Aleyhisselam ellerini kaldırmış bir kere "Ya Rabbi dünyada hiçbir kafir görmek istemiyorum" demiş. Ve tufan olmuş. Hiç bir kafir kurtulamamıştır. Nuh A.S. 'nın yaptığı gibi Peygamberimiz yapamazmıydı? Elbette yapardı. Fakat yapmadı. Rasülullah yapmadığı gibi Varis-i Hakikisi olan zat-ı şerif Hz. Üstazımız da yapmamıştır. Tasarruflarını kullanmamıştır. Bir defasında bazı ayetleri okumuş ve parmaklarını kapatmış ve ellerini havaya kaldırarak "Cenab-ı Hakk'tan şu anda dünyayı altını üstüne getirmesini istesem Cenab-ı Hakk bu isteğimi yerine getirir ve "Kulum Süleyman niçin böyle istedin" diye sual dahi sormaz" buyurmuş.
Abilerimizden birisi Hazretimize müracaat edip ev yaptırmak istediğini söylemiş. Hazretimizde 4 odalı bir ev yapması için izin vermiş. Hazretimize o zat "Efendim 4 odalı ev yüz liraya mal olur. Bende ise iki oda yapabilecek elli lira bulunuyor". Cevaben Hazretimiz "Sen 4 odalı yap bakalım bir şeyler düşünürüz" buyurmuş. Evin iki odasını yaptırmış. Parası bitmiş. Borç para aramış fakat bulamamış. En son olarak durumu Hazretimize arzetmiş. Hazretimiz elini cebine sokmuş ve cebinden hiç el dokunmamış 50 lira çıkarmış. Kardeşimize vermiş. Kardeşimiz de "Efendim o mübarek eliniz o mübarek cebinize günde birkaç defa girip çıksa ne iyi olur" deyince Hazretimiz "Evladım Rasülullah'ın yoluna ters olur" diye üç defa tekrarlamış.
Süleyman A.S.'ın mühründe mevcut olan tasarruf bitemamiha Hazretimizde mevcuttur. Kainatın yaratılışının yegane gayesi Rabıta-i Şerif'tir.
Bir gün Ankara'dan İstanbul'a bir profesör geliyor. Bir fabrikanın salonunda sanat ve sanatçı ile alakalı konferans veriyor. Konferansın sonunda "Sanatçıyı tanımayan ALLAH'ı biz de tanımıyoruz" diyor. Bu toplantıda bulunan bir kardeşimiz bu hadiseyi Hazretimize anlatıyor. Hazretimiz ellerini kaldırarak "Ya Rab şu kafirin haddini bildir. Ya Rab şu kafirin haddini bildir. Ya Rab şu kafirin haddini bildir" diye niyazda bulunmuş. Bir gün sonra aynı konferansı başka bir yerde vermek için giderken uçak kaza yapıyor ve profesör layık olduğu yere gidiyor.
Hazretimizin yüzü devamlı tebessümkar dururmuş. Yüzünün kırıştığını hiç bir abimiz görmemiş. 3-4 saat hiç ara vermeden derse girermiş ve derste çok dinç görünür yorgunluğunu hiç belli etmezmiş. Ama dersten sonra kalkarken Abilerimizin koluna girmesi ile kalkabilirmiş.
Hazretimiz sabah namazlarına misafirhanenin yakınlarında Konyalı Mustafa Efendi'nin bağışladığı ve Üçler ismiyle maruf olan (ilk kursumuz) evini tarif ederek talebeler ile beraber sabah namazını eda ettikten sonra Evrad-ı Şerif okur ve ardından uzun bir iltica yaparmış ki şöyle yalvarırmış "Ya Rabbi Ümmet-i Muhammed cayır cayır yanıyor, bölük bölük cehenneme akıyor, Ümmet-i Muhammed perişan oldu Ya Rabbi" der ve gözlerinden sel gibi yaşlar akarmış. O esnada Abilerimiz de ağlarlarmış. Daha önce başka müderrislerde okuyup da daha sonra Hazretimize intisab eden Abilerimize O müderrisler hiç ateşten Ümmet-i Muhammedin bölük bölük cehenneme aktığından bahsetmemişler. Halimizi güllük gülistanlık gösterirlermiş. Abilerimizin ağlaması Hazretimizin "neden kendini bu kadar, harap ediyor, üzülecek ne var acaba" diye Hazretimize olan sevgilerinden ağlarlarmış. Ama Üstazımızın ağlaması daha başka.
Hazretimiz Akdeniz isimli geminin ikinci süvarisi olan (Ahmet Kaptan) Amca ile birlikte İzmir'e gelirmiş. Bir gelişlerinde kardeşimizin birinin evinde, İzmirli kardeşlerimize ve Hazretimizi tanıyan bazılarına sohbet buyurmuşlar. O sıralarda Efendimiz Kütahya hapishanesinden yeni çıkmıştı. Sohbette şöyle buyurmuştur; "ALLAH yolunda askerliğimiz iki ay eksikmiş. O'nu mevla tamamlattırdı. Biz bu yaşta korkmadık devam ediyoruz. Benim genç evlatlarım hiç korkmaz" buyurarak o sırada İzmir'de bulunan Osman Horasanlı Abi'yi işaret etmiş. Onu müteakiben kamyoncu hikayesini misal vermiş: Bir kamyoncu yükünü yerine götüreceği zaman yoluna devam eder. Yolda tekerleği patlasa şöför elini kolunu sıvar, lastiği yapar ve bu sefer daha hızlı yoluna devam eder ki o açığı kapatmak için" buyurmuş. Ben de bütün evlatlarıma haber gönderdim ki hemen derslere başlamalarını ve çok hızlı okutmalarını söyledim. Çünkü Kütahya hadisesi esnasında derslere ara verilmişti. O sırada (1957) İzmir'de müftü vekili olarak vazifeli olan fakat müftü vekili olduğu için müftülük yapan Çırpanlı Hocaefendimiz de oradaymış. Horasanlı Abi de bir camide imammış.
Ömrü Kur'an hizmetiyle geçti
"Rahmetli dedem, ders için zaman ve mekan seçmemiş, ders yeri ne kadar uzak olursa olsun, dersini aksatmamıştır. Uyku ve ihtiyaç dışındaki bütün vakitlerini de bu uğurda harcamıştır."
Rahmetli dedeniz Süleyman Efendi'nin ilmi hayatını özetler misiniz?
Dedem vefat ettiğinde ben dört yaşındayım. Onunla ilgili ne varsa validemden ve babamdan ve diğer yakınlarımdan öğrendim. Süleyman Efendi Hazretleri 1888'de Silistre'de dünyaya geldi. Babası Osman Efendi, Fatih Sultan Mehmet tarafından "Tuna Hanı" unvanıyla şereflendirilmiş, soylu bir aileye mensuptur. Süleyman Efendi Hazretleri ilk tahsilini babasının müderrislik yaptığı Satırlı Medresesi'nde, sonra da Silistre Rüştiyesi'nde okudu. 1913'e kadar İstanbul'da Bafralı Hamdi Efendi'nin yanında dini ilimleri tamamladı. 1913'de Darü'l-Hilafeti'l-Aliyye Medreseleri, Kısm-i Ali'sine girdi. 1916'da icazet aldıktan sonra mezun oldu. Aynı yıl ihtisâs yapmak ve dersiam (Profesör) olarak yetişmek üzere Süleymaniye Medresesi'ne bağlı Medresetü'l-Mütehassisi'ne kaydoldu, bu medresenin ilk iki yılını başarı ile tamamladıktan sonra, kendisine Eylül 1918'de, 20 kişi ile birlikte, İstanbul Müderrisliği Ruûsluğu (akademik bir kariyer) verildi. Süleymaniye Medresesi'ne girmeden önce Medresetü'l-Kuzât'ın (Hukûk Fakültesi) giriş imtihanını birincilikle kazanan ve başarı ile bitiren dedemin asıl maksadı hakimlik mesleğine geçmek değil, devrin bütün zahiri din ilimlerinde olgunluğa ermek olduğundan, daha sonra Ankara Ağır Ceza Mahkemesi'ne hakim olarak tayin edildi, bu mesleğe talip olmadığını bildirerek kadılığı reddetti.
Başka bir resmi görev aldı mı ?
1 Haziran 1920 tarihinde dersiâm olarak vazifeye başlayan Süleyman Efendi, 27 Nisan 1921'e kadar bu göreve devam etti. 1922'de Dâr'ul-Hilâfet'il-Aliyye Medresesi'nin birinci kısmında Türkçe müderrisliği vazifesine başladı, 29 Mart 1923'te Dâr'ul-Hilâfet'il-Aliyye Medresesi İbtidâ-i Hâric Kısmı, Sarf-ı Arabî Müderrisliği'ne tâyin oldu. 25 Eylül 1923 tarihinde tekrar Türkçe Müderrisliği'ne tâyin edildi. 3 Mart 1924 tarihinde çıkan Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile birlikte vazife yaptığı İbtida-i Haric Medreseleri İmam Hatip Mektebi'ne devredilince, bu okulun eğitim kadrosuna alınmasına rağmen, dersiamlık uhdesinde kalmak şartı ile müderrislikten kendi isteği ile ayrıldı.
O'nun asıl faaliyeti Kur'an-ı Kerim öğretmekti değil mi?
Süleyman Efendi, bir yandan İstanbul'un değişik camilerinde vaaz etmiş, bir yandan da camilerin müezzinliklerinde, apartman bodrumlarında, bulabildiği her yerde talebe okutmaya çalışmıştır. Hususi sohbetleriyle, ilmiye sınıfını maddeten ve manen destekleyecek gönüllüler halkasını teşkil etmeye çalışmıştır. Gedikpaşa'daki Azakzade Apartmanı'nın bodrumunda, Av. Osman Bey, Hacı Refik, Mehmet Efendi'yle oluşan halkaya, daha sonra, biletçi Hüseyin Efendi, tüccar Çırpanlı Mustafa Efendi, Beypazarlı Terzi Ali Bey, Kalaycı Hoca'lar dahil olmuş.
Kur'an kursu formundaki ilk çalışma, 1951'de Konya Lezzet Lokantası sahibi Mustafa Bey'in Çamlıca'daki evinin birinci katında başlamış, yeni gelenlere temel dersler verilmiş, bir yandan da ileri seviyedeki ders grupları oluşturulmuştur. Demirciden, kalaycıdan ve diğer meslek sahiplerinden, ellerinin nasırları kurumadan alim yaptığı talebeleri, müftü, vaiz olmuşlar, daha sonraları da "Demirci Hoca, Kalaycı Hoca" diye anılan bu talebeleri, nice din adamları yetiştirmişlerdir.
'Keşke daha az uyuyabilsek'
Dedenizin bir din alimi olarak en belirgin niteliği sizce neydi?
Rahmetli dedemin en başta gelen niteliği, dini eğitim ve öğretime sürat kazandırmasıydı. Hayattayken basılmış tek eseri "Kur'an Harf ve Harekeleri" isimli küçük bir risaleydi. Bu risale sayesinde Kur'an-ı Kerim'i öğrenmek, aylardan haftalara, hatta günlere iniyordu. Kendisi "Şimdi sürat zamanıdır, tahsili uzatma zamanı değildir" söylemi ile, okuttuğu evlatlarını, Anadolu'nun muhtelif yerlerine göndermiş, va'zu nasihatler ettirmiş, oradaki Müslümanlar'a Kur'an öğretmelerini tembih ediyordu. Talebeleri bir taraftan ilim tahsil ederken, bir taraftan da tahsil ettikleri ilmi, talepte bulunan halkın çocuklarına öğretiyorlardı. Süleyman Efendi'nin emeli, Kur'an ilimlerini öğretmek ve yaymanın yanında, Kur'an ahkamını da yaşatmak olmuştur. "Benim evlatlarım, İslam'ın şerefini yaşayarak gösterecekler" diyerek, onların İslam'ı özümsemelerini ve yaşayış tarzlarına sindirmelerini arzu etmiştir. Hayatla ilgili hususları öğrenmekle kalmayıp, aynı zamanda harfiyen tatbik edilmesini de istemiştir. Ders için zaman ve mekan seçmemiş, ders yeri ne kadar uzak olursa olsun, dersini aksatmamış, Kısıklı'dan Topçular'a dört ayrı vasıtayla ulaşabilmesine rağmen hiç yüksünmeden gidip gelmiştir. Uyku ve ihtiyaç dışındaki bütün vakitlerini bu uğurda harcamış hatta az uyumalarına rağmen "Allah bizi az uykuyla kandırsa da keşke daha çok ders okusak" diyerek, günün tamamını değerlendirmek istemiştir. Süleyman Efendi Hazretleri'nin, bir ömür boyu devam eden çileli ve yorucu mücâdelesinin nihayetine doğru öteden beri mustarip oldukları şeker hastalığı ağırlaşmış ve bütün gayretlere rağmen 16 Eylül 1959 Çarşamba günü, İstanbul Kısıklı'daki hâne-i sâdetlerinde Rahmet-i Rahmâna kavuşmuştur. Altunizade Câmii'inde, kılınan öğle namazına müteakip, Karacaahmet Mezarlığı'na defnedilmiştir. O, vazifesini tamamiyle ve kemâliyle ifa etmenin huzûru içinde Refik-i A'lâya kavuşurken, arkasında hizmet etmek üzere binlerce bağlılarını, yüce İslâm ve imân davasına pazarlıksız, sarsılmaz bir imân ve idealle bağlı yetişkin bir kadro bırakmıştır.
Hastayken bile öğretti
Kur'an Kursları nasıl oluştu?
1952 yılında Mustafa Efendi'nin evi yeni yeni katılanlar yüzünden dar gelmeye, yetersiz olmaya başlayınca, yeni bir yer aranmış ve Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri'nin çilehanesinin yanında bir yer bulunmuş, buraya Üsküdar Müftülüğü'ne bağlı olarak ilk resmi Kur'an kursu açılmıştır.
Hasta halinde dahi Kur'an öğretmekten vazgeçmemiş!..
Okuttuğu talebelerini, Anadolu'nun her tarafına göndermiş, halkın dinini, diyanetini öğretmelerini tembihlemiştir. Bu yoğun çalışma temposu kendisini yormuş ve şeker hastalığının da şiddetlenmesine sebep olmuştur. Dostlarının ve talebelerinin ziyaretine geldiği bir söyleşide, gelenlerden biri: "Efendim, rahatsızsınız, artık dinlenin. Bakın evlatlarınız yetişti. Bundan sonra hizmeti onlar yürütsün" dediğinde, bütün yorgunluğuna rağmen celallenip doğrularak "Tekeri patlayan şoför, tamir bitince kaybettiği vakti kazanmak için daha hızlı gider, bizim de bu iki aylık kaybı daha fazla çalışarak telafi etmemiz lazım" demiştir. Hasta ve rahatsız olduğu zamanlarda dahi dersten tâviz vermemiş, geri kalmamış "Derse gidersem hastalık da gider, kalırsam hastalık da kalır" buyurmak suretiyle âfiyet ve şifâsının ders okutmakta olduğunu ifade etmiştir.
Talebelerine hangi tavsiyelerde bulunurdu?
Süleyman Efendi uzun ve yorucu bir yolculuktan dönen talebesine, "Oğlum! Falan camiye git, Cuma'da va'z et de, dinleniver" demek sûretiyle istirahat ve dinlenmenin, hizmetle mümkün olacağına işaret buyurmuştur. Talebelerinden herhangi biri derse geç gelecek olsa, onu asla kırmaz, mahcup etmez sadece, "Hepimiz seni bekledik" demiştir. Talebelerinden herhangi biri bir özürden dolayı derse iştirak edemediği zaman çok üzülür, "Eyvah! Bugün çok büyük ziyânımız var" buyurmuşlardır. Bir gün Kur'ân öğretmek için gönderdiği bir talebesi, gittiği yerde okutacak kimse bulamamaktan şikayet etmiş "Efendim, sadece iki kişi vardı, onları da bırakıp geldim" deyince çok üzülmüş. Ve biraz da celallenerek "Evladım, nice peygamberler bu âlemden bir tek ümmet elde edemeden gittiler. Sen iki talebe bulmuşsun daha ne istersin" diyerek, tekrar geldiği yere göndermiştir. Talebelerine son derece kıymet vermiş. "En küçük talebenin dahi kesip attığı tırnağını, dünyalara değişmem" vecîzeleri bu hakikati en bâriz şekilde ortaya koymuştur.
İlim Yayma Cemiyetinden bir heyet Üstazımıza geliyor (elem yayma cemiyeti). Sohbet esnasında heyetten biri "efendim siz olmasaydınız ne olacaktı Ümmet-i Muhammedin evladı" diyerek yüzüne karşı medh ediyor. Üstazımız bunun ıstırabını çekiyor, çok daralıyor. abdest tazelemeye gidiyorlar. Çıkınca H. Bakır Abi havlu tutuyor. Üstazımız derin bir nefes alıyor ve "(Haşa sümme haşa biz kim oluyoruz. Biz ALLAH'ın aciz ve zelil kullarıyız. Haza Kerametünnebi" buyurmuşlar.
Üstazımız ile Abimiz yemek yerlerken Üstazımız bir ara kalkıyorlar. Pencereye doğru giderler. Kaplanın gelmekte olduğunu görürler ve "Kemal gel şunun gelişine bak (göğsü dışarda kafası dik neyse). Kaplan içeri giriyor, Üstazımız ayağa kalkıyor ve şöyle buyuruyor; İlim erbabına mağrur bir şekilde yürümek yakışmaz " daha sonra "yürü" diyor. Kaplan aynı şekilde yürüyor. Üstazımız bizzat tarif ediyor 4-5 adam tutarak yürütüyor.
Biletçi Mehmet Efendi vefat ettikten sonra Hz. Üstazımız "20 senede yetiştiremeyeceğim talebemi kaybettim" buyurmuş. Mübarek o kadar saygılı imiş ki ömründe bir defa bile hane-i saadete ayak uzatmamışlar. Ve hatta ziyarethanenin orada Hamidiye suyu vardı. (Abdülhamid Han Hazretleri getirdiği için bu ismi almış). Herkes oraya su almaya gelirmiş. Mehmet Efendi su almaya giderken arkası ziyarethaneye gelmesin diye hep yan yan gelirmiş suyun yanına. Bu senelerce devam ettiği için oranın halkı onu felç zannederlermiş, kardeşlerimiz müstesna.
Hz. Üstazımız Alem-i Beka'ya irtihal etmezden önce Mustafa Doğanay yanına geliyor. "Efendim talebelerinin çok cam kırıyor, çok yaramazlar" diyor. Ben takıyorum onlar da kırıyor. Üstazımız da şöyle cevap verir. "İlahi Mustafa Efendi ben de bir şey söyleyecek zannettim. Cam kırmayacak talebenin burada ne işi var. Bunları onlara tarif edeceğiz" buyurdular.
Ali Baba (Dayı) devamlı hayalinde beyaz bir köşkünün olmasını istermiş. Bir ara aynı şekilde düşünürken nefis "veririm ama buna mukabil maneviyatını ver" demiş. Bunun üzerine Ali Baba hiddetli bir şekilde Üstazımızın yanına gelip "Efendim ne olur himmet buyurun imanım gidiyor" diye feryat ediyor. Üstazımız teselli eder, dua edip gönderirlermiş. Bu Ali Baba eşekleri çok severmiş. Eşek gördüğü zaman yanına gider alnını okşar ve "sana niçin vuruyorlar. Halbuki sen onlara iş yapıyorsun. sana niçin eşek diyorlar. Sen ALLAH'a şüphe etmedin ki. Asıl ALLAH'ın varlığına şüphe edenlere eşek denir" dermiş. Ali Baba duasında cenazesinde eşeğin de olması için yalvarmış. nihayet Ali Baba vefat ediyor. O sırada da veba hastalığı varmış. İngiltere de bir gazetede merkepte de veba yayıldığı yazılmış İstanbul da bu yazı üzerine gazeteler bu haberi yayınlıyor. Bunun üzerine İstanbul idareleri hudutları içerisine merkep sokulmayacak diye ferman çıkarıyorlar. Sokanlara da ağır ceza verileceğini söylüyorlar. Bu sıralarda adamın biri Trakya'dan İstanbul'a üzüm getiriyor. İstanbul hududuna geldiğinde eşeği oraya bağlıyor. Malları alıp giderken Merkep ipi koparıyor. Kaçıp gidiyor. Adam da eşeği kan ter içerisinde takip ediyor. Nihayet Rami'den Eyüp tarafına giden bir cenaze görüyor. Cenaze Ali Baba'nın Üstazımız da orada. Eşek cenazeye gidenlerin arasına karışıyor. Adam arka taraftan gelip eşeği yakalıyor. "Nihayet seni yakaladım" diyor. O anda Üstazımız adamın elinden tutuyor "evladım onun vazifesi var". Adam "efendim ceza veriyorlarmış. Ben fakir bir adamım cezayı ödeyemem" deyince Üstazımız "ben öderim" buyuruyor.
Hasan Arıkan Abi yeni bir Wolswagen alıyor. Arabada Çırpanlı Hocaefendi, Hasan Arıkan Abi ve Hilmi Abi var. Giderlerken bir cenazeye rastlıyorlar. Cemaatten bazıları Çırpanlı Hocaefendi'yi tanıyorlar. Çırpanlı Hocaefendi "beni gördüler cenazeye katılmazsam ayıp olur, biraz onlarla yürüyeyim. Hemen gelirim siz kenarda bekleyin" diyor. O giderken Hilmi Abi "efendim" diyor. Çırpanlı Hocaefendi duruyor ve geri bakıyor. "Birşey mi oldu evladı" diyor. Hilmi Abi "sizi oturup da mı bekleyelim" diyor. Çırpanlı Hocaefendi "evet evladım oturup da bekleyin" buyuruyor. Bunun üzerine Hasan Abi "Hilmi Efendi niçin Çırpanlı Hocaefendi'yi meşgul edersin. Köşede bekleyin demekten bu anlaşılmıyor mu" diyor. Hilmi Abi de şöyle cevap veriyor "ben bu emri verdirip manevi kazanç sağlamak için söyledim" diyor.
Hasan Arıkan Abi Adana'da idareci iken Abimizden mektup geliyor. Abimiz mektubunda "Hasan lüzum gördüğüm şu anda sizi vazifeden alıyor, sizin yerinize Mehmet Bilgin Hoca'yı veriyorum. Emrime itaatinizi beklerim" diyor. Mektubu eline aldığında yanında banka müdürü varmış. Mektubun heyecanından banka müdürünü unutmuş ve hemen M. Bilgin Hoca'yı aramış. M. Bilgin Abi'ye yıldırım telefon yazdırarak ulaşıyor. M. Bilgin Abi'de o zaman Hatay'ın bir köyünde imamlık yapıyor. Kendisine şöyle diyor; "Şu anda Abimiz'den aldığım mektubu size aktarıyorum. Şu andan itibaren siz Adana Bölgesi'ne idareci olarak tayin edildiniz. Ben de size tabiyim tebrik ederim" diyor. Ondan sonra Hasan Abi Abimize mektup yazıyor. "Göndermiş olduğunuz mektubunuzu aldım. Emirlerinizi M. Bilgin Abi'ye bildirdim. Emirlerinizi beklerim". Abimiz mektubu alınca (Hasan bu zamana kadar yapmış olduğun hizmetlerin hepsinden bugünkü teslimiyeti kadar razı olmadım). Bu hadiseyi Hasan Abi, Kumaş Abi'nin huzurunda Trabzon bölge idarecileri toplantısında anlatmış.
Buradaki Beni İsrail Peygamberlerinden murad o kavme gönderilen peygamberlerdir. En meşhurları ise Hz. Musa ve Hz. İsa'dır. Ulemadan murad ise Kamil Evliya'dır. Zira mutlak zikr kemale delalet eder. ( ) Hadis-i Şerifi de önceki hadis'i tamamlamaktadır. O zaman buradaki ulemadan murad Peygamberimizin maddi ve manevi ilimlerine varis olan zat demektir. Bu varislerden birincisi Hz. Ebu Bekr, sonuncusu Hz. Üstazımız olan 33 tane Silsile-i Sadat Efendilerimizdir. Hz. Üstazımız Peygamberimizin maddi ve manevi bütün ilimlerine varis olmuştur. Ve onun gibi çileyi, sıkıntıyı, fakirliği tercih etmiştir. Fakat isteseydi her şeyi elde edebilirdi. Peygamberimiz de elde edip kimseye muhtaç olmazdı. Bütün taşlar, ağaçlar dile gelmişler. "Ya RasülALLAH emret altın olalım seni sıkıntıdan kurtaralım" demişler. Ancak O kabul etmemiştir. Nuh Aleyhisselam ellerini kaldırmış bir kere "Ya Rabbi dünyada hiçbir kafir görmek istemiyorum" demiş. Ve tufan olmuş. Hiç bir kafir kurtulamamıştır. Nuh A.S. 'nın yaptığı gibi Peygamberimiz yapamazmıydı? Elbette yapardı. Fakat yapmadı. Rasülullah yapmadığı gibi Varis-i Hakikisi olan zat-ı şerif Hz. Üstazımız da yapmamıştır. Tasarruflarını kullanmamıştır. Bir defasında bazı ayetleri okumuş ve parmaklarını kapatmış ve ellerini havaya kaldırarak "Cenab-ı Hakk'tan şu anda dünyayı altını üstüne getirmesini istesem Cenab-ı Hakk bu isteğimi yerine getirir ve "Kulum Süleyman niçin böyle istedin" diye sual dahi sormaz" buyurmuş.
Abilerimizden birisi Hazretimize müracaat edip ev yaptırmak istediğini söylemiş. Hazretimizde 4 odalı bir ev yapması için izin vermiş. Hazretimize o zat "Efendim 4 odalı ev yüz liraya mal olur. Bende ise iki oda yapabilecek elli lira bulunuyor". Cevaben Hazretimiz "Sen 4 odalı yap bakalım bir şeyler düşünürüz" buyurmuş. Evin iki odasını yaptırmış. Parası bitmiş. Borç para aramış fakat bulamamış. En son olarak durumu Hazretimize arzetmiş. Hazretimiz elini cebine sokmuş ve cebinden hiç el dokunmamış 50 lira çıkarmış. Kardeşimize vermiş. Kardeşimiz de "Efendim o mübarek eliniz o mübarek cebinize günde birkaç defa girip çıksa ne iyi olur" deyince Hazretimiz "Evladım Rasülullah'ın yoluna ters olur" diye üç defa tekrarlamış.
Süleyman A.S.'ın mühründe mevcut olan tasarruf bitemamiha Hazretimizde mevcuttur. Kainatın yaratılışının yegane gayesi Rabıta-i Şerif'tir.
Bir gün Ankara'dan İstanbul'a bir profesör geliyor. Bir fabrikanın salonunda sanat ve sanatçı ile alakalı konferans veriyor. Konferansın sonunda "Sanatçıyı tanımayan ALLAH'ı biz de tanımıyoruz" diyor. Bu toplantıda bulunan bir kardeşimiz bu hadiseyi Hazretimize anlatıyor. Hazretimiz ellerini kaldırarak "Ya Rab şu kafirin haddini bildir. Ya Rab şu kafirin haddini bildir. Ya Rab şu kafirin haddini bildir" diye niyazda bulunmuş. Bir gün sonra aynı konferansı başka bir yerde vermek için giderken uçak kaza yapıyor ve profesör layık olduğu yere gidiyor.
Hazretimizin yüzü devamlı tebessümkar dururmuş. Yüzünün kırıştığını hiç bir abimiz görmemiş. 3-4 saat hiç ara vermeden derse girermiş ve derste çok dinç görünür yorgunluğunu hiç belli etmezmiş. Ama dersten sonra kalkarken Abilerimizin koluna girmesi ile kalkabilirmiş.
Hazretimiz sabah namazlarına misafirhanenin yakınlarında Konyalı Mustafa Efendi'nin bağışladığı ve Üçler ismiyle maruf olan (ilk kursumuz) evini tarif ederek talebeler ile beraber sabah namazını eda ettikten sonra Evrad-ı Şerif okur ve ardından uzun bir iltica yaparmış ki şöyle yalvarırmış "Ya Rabbi Ümmet-i Muhammed cayır cayır yanıyor, bölük bölük cehenneme akıyor, Ümmet-i Muhammed perişan oldu Ya Rabbi" der ve gözlerinden sel gibi yaşlar akarmış. O esnada Abilerimiz de ağlarlarmış. Daha önce başka müderrislerde okuyup da daha sonra Hazretimize intisab eden Abilerimize O müderrisler hiç ateşten Ümmet-i Muhammedin bölük bölük cehenneme aktığından bahsetmemişler. Halimizi güllük gülistanlık gösterirlermiş. Abilerimizin ağlaması Hazretimizin "neden kendini bu kadar, harap ediyor, üzülecek ne var acaba" diye Hazretimize olan sevgilerinden ağlarlarmış. Ama Üstazımızın ağlaması daha başka.
Hazretimiz Akdeniz isimli geminin ikinci süvarisi olan (Ahmet Kaptan) Amca ile birlikte İzmir'e gelirmiş. Bir gelişlerinde kardeşimizin birinin evinde, İzmirli kardeşlerimize ve Hazretimizi tanıyan bazılarına sohbet buyurmuşlar. O sıralarda Efendimiz Kütahya hapishanesinden yeni çıkmıştı. Sohbette şöyle buyurmuştur; "ALLAH yolunda askerliğimiz iki ay eksikmiş. O'nu mevla tamamlattırdı. Biz bu yaşta korkmadık devam ediyoruz. Benim genç evlatlarım hiç korkmaz" buyurarak o sırada İzmir'de bulunan Osman Horasanlı Abi'yi işaret etmiş. Onu müteakiben kamyoncu hikayesini misal vermiş: Bir kamyoncu yükünü yerine götüreceği zaman yoluna devam eder. Yolda tekerleği patlasa şöför elini kolunu sıvar, lastiği yapar ve bu sefer daha hızlı yoluna devam eder ki o açığı kapatmak için" buyurmuş. Ben de bütün evlatlarıma haber gönderdim ki hemen derslere başlamalarını ve çok hızlı okutmalarını söyledim. Çünkü Kütahya hadisesi esnasında derslere ara verilmişti. O sırada (1957) İzmir'de müftü vekili olarak vazifeli olan fakat müftü vekili olduğu için müftülük yapan Çırpanlı Hocaefendimiz de oradaymış. Horasanlı Abi de bir camide imammış.
Ömrü Kur'an hizmetiyle geçti
"Rahmetli dedem, ders için zaman ve mekan seçmemiş, ders yeri ne kadar uzak olursa olsun, dersini aksatmamıştır. Uyku ve ihtiyaç dışındaki bütün vakitlerini de bu uğurda harcamıştır."
Rahmetli dedeniz Süleyman Efendi'nin ilmi hayatını özetler misiniz?
Dedem vefat ettiğinde ben dört yaşındayım. Onunla ilgili ne varsa validemden ve babamdan ve diğer yakınlarımdan öğrendim. Süleyman Efendi Hazretleri 1888'de Silistre'de dünyaya geldi. Babası Osman Efendi, Fatih Sultan Mehmet tarafından "Tuna Hanı" unvanıyla şereflendirilmiş, soylu bir aileye mensuptur. Süleyman Efendi Hazretleri ilk tahsilini babasının müderrislik yaptığı Satırlı Medresesi'nde, sonra da Silistre Rüştiyesi'nde okudu. 1913'e kadar İstanbul'da Bafralı Hamdi Efendi'nin yanında dini ilimleri tamamladı. 1913'de Darü'l-Hilafeti'l-Aliyye Medreseleri, Kısm-i Ali'sine girdi. 1916'da icazet aldıktan sonra mezun oldu. Aynı yıl ihtisâs yapmak ve dersiam (Profesör) olarak yetişmek üzere Süleymaniye Medresesi'ne bağlı Medresetü'l-Mütehassisi'ne kaydoldu, bu medresenin ilk iki yılını başarı ile tamamladıktan sonra, kendisine Eylül 1918'de, 20 kişi ile birlikte, İstanbul Müderrisliği Ruûsluğu (akademik bir kariyer) verildi. Süleymaniye Medresesi'ne girmeden önce Medresetü'l-Kuzât'ın (Hukûk Fakültesi) giriş imtihanını birincilikle kazanan ve başarı ile bitiren dedemin asıl maksadı hakimlik mesleğine geçmek değil, devrin bütün zahiri din ilimlerinde olgunluğa ermek olduğundan, daha sonra Ankara Ağır Ceza Mahkemesi'ne hakim olarak tayin edildi, bu mesleğe talip olmadığını bildirerek kadılığı reddetti.
Başka bir resmi görev aldı mı ?
1 Haziran 1920 tarihinde dersiâm olarak vazifeye başlayan Süleyman Efendi, 27 Nisan 1921'e kadar bu göreve devam etti. 1922'de Dâr'ul-Hilâfet'il-Aliyye Medresesi'nin birinci kısmında Türkçe müderrisliği vazifesine başladı, 29 Mart 1923'te Dâr'ul-Hilâfet'il-Aliyye Medresesi İbtidâ-i Hâric Kısmı, Sarf-ı Arabî Müderrisliği'ne tâyin oldu. 25 Eylül 1923 tarihinde tekrar Türkçe Müderrisliği'ne tâyin edildi. 3 Mart 1924 tarihinde çıkan Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile birlikte vazife yaptığı İbtida-i Haric Medreseleri İmam Hatip Mektebi'ne devredilince, bu okulun eğitim kadrosuna alınmasına rağmen, dersiamlık uhdesinde kalmak şartı ile müderrislikten kendi isteği ile ayrıldı.
O'nun asıl faaliyeti Kur'an-ı Kerim öğretmekti değil mi?
Süleyman Efendi, bir yandan İstanbul'un değişik camilerinde vaaz etmiş, bir yandan da camilerin müezzinliklerinde, apartman bodrumlarında, bulabildiği her yerde talebe okutmaya çalışmıştır. Hususi sohbetleriyle, ilmiye sınıfını maddeten ve manen destekleyecek gönüllüler halkasını teşkil etmeye çalışmıştır. Gedikpaşa'daki Azakzade Apartmanı'nın bodrumunda, Av. Osman Bey, Hacı Refik, Mehmet Efendi'yle oluşan halkaya, daha sonra, biletçi Hüseyin Efendi, tüccar Çırpanlı Mustafa Efendi, Beypazarlı Terzi Ali Bey, Kalaycı Hoca'lar dahil olmuş.
Kur'an kursu formundaki ilk çalışma, 1951'de Konya Lezzet Lokantası sahibi Mustafa Bey'in Çamlıca'daki evinin birinci katında başlamış, yeni gelenlere temel dersler verilmiş, bir yandan da ileri seviyedeki ders grupları oluşturulmuştur. Demirciden, kalaycıdan ve diğer meslek sahiplerinden, ellerinin nasırları kurumadan alim yaptığı talebeleri, müftü, vaiz olmuşlar, daha sonraları da "Demirci Hoca, Kalaycı Hoca" diye anılan bu talebeleri, nice din adamları yetiştirmişlerdir.
'Keşke daha az uyuyabilsek'
Dedenizin bir din alimi olarak en belirgin niteliği sizce neydi?
Rahmetli dedemin en başta gelen niteliği, dini eğitim ve öğretime sürat kazandırmasıydı. Hayattayken basılmış tek eseri "Kur'an Harf ve Harekeleri" isimli küçük bir risaleydi. Bu risale sayesinde Kur'an-ı Kerim'i öğrenmek, aylardan haftalara, hatta günlere iniyordu. Kendisi "Şimdi sürat zamanıdır, tahsili uzatma zamanı değildir" söylemi ile, okuttuğu evlatlarını, Anadolu'nun muhtelif yerlerine göndermiş, va'zu nasihatler ettirmiş, oradaki Müslümanlar'a Kur'an öğretmelerini tembih ediyordu. Talebeleri bir taraftan ilim tahsil ederken, bir taraftan da tahsil ettikleri ilmi, talepte bulunan halkın çocuklarına öğretiyorlardı. Süleyman Efendi'nin emeli, Kur'an ilimlerini öğretmek ve yaymanın yanında, Kur'an ahkamını da yaşatmak olmuştur. "Benim evlatlarım, İslam'ın şerefini yaşayarak gösterecekler" diyerek, onların İslam'ı özümsemelerini ve yaşayış tarzlarına sindirmelerini arzu etmiştir. Hayatla ilgili hususları öğrenmekle kalmayıp, aynı zamanda harfiyen tatbik edilmesini de istemiştir. Ders için zaman ve mekan seçmemiş, ders yeri ne kadar uzak olursa olsun, dersini aksatmamış, Kısıklı'dan Topçular'a dört ayrı vasıtayla ulaşabilmesine rağmen hiç yüksünmeden gidip gelmiştir. Uyku ve ihtiyaç dışındaki bütün vakitlerini bu uğurda harcamış hatta az uyumalarına rağmen "Allah bizi az uykuyla kandırsa da keşke daha çok ders okusak" diyerek, günün tamamını değerlendirmek istemiştir. Süleyman Efendi Hazretleri'nin, bir ömür boyu devam eden çileli ve yorucu mücâdelesinin nihayetine doğru öteden beri mustarip oldukları şeker hastalığı ağırlaşmış ve bütün gayretlere rağmen 16 Eylül 1959 Çarşamba günü, İstanbul Kısıklı'daki hâne-i sâdetlerinde Rahmet-i Rahmâna kavuşmuştur. Altunizade Câmii'inde, kılınan öğle namazına müteakip, Karacaahmet Mezarlığı'na defnedilmiştir. O, vazifesini tamamiyle ve kemâliyle ifa etmenin huzûru içinde Refik-i A'lâya kavuşurken, arkasında hizmet etmek üzere binlerce bağlılarını, yüce İslâm ve imân davasına pazarlıksız, sarsılmaz bir imân ve idealle bağlı yetişkin bir kadro bırakmıştır.
Hastayken bile öğretti
Kur'an Kursları nasıl oluştu?
1952 yılında Mustafa Efendi'nin evi yeni yeni katılanlar yüzünden dar gelmeye, yetersiz olmaya başlayınca, yeni bir yer aranmış ve Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri'nin çilehanesinin yanında bir yer bulunmuş, buraya Üsküdar Müftülüğü'ne bağlı olarak ilk resmi Kur'an kursu açılmıştır.
Hasta halinde dahi Kur'an öğretmekten vazgeçmemiş!..
Okuttuğu talebelerini, Anadolu'nun her tarafına göndermiş, halkın dinini, diyanetini öğretmelerini tembihlemiştir. Bu yoğun çalışma temposu kendisini yormuş ve şeker hastalığının da şiddetlenmesine sebep olmuştur. Dostlarının ve talebelerinin ziyaretine geldiği bir söyleşide, gelenlerden biri: "Efendim, rahatsızsınız, artık dinlenin. Bakın evlatlarınız yetişti. Bundan sonra hizmeti onlar yürütsün" dediğinde, bütün yorgunluğuna rağmen celallenip doğrularak "Tekeri patlayan şoför, tamir bitince kaybettiği vakti kazanmak için daha hızlı gider, bizim de bu iki aylık kaybı daha fazla çalışarak telafi etmemiz lazım" demiştir. Hasta ve rahatsız olduğu zamanlarda dahi dersten tâviz vermemiş, geri kalmamış "Derse gidersem hastalık da gider, kalırsam hastalık da kalır" buyurmak suretiyle âfiyet ve şifâsının ders okutmakta olduğunu ifade etmiştir.
Talebelerine hangi tavsiyelerde bulunurdu?
Süleyman Efendi uzun ve yorucu bir yolculuktan dönen talebesine, "Oğlum! Falan camiye git, Cuma'da va'z et de, dinleniver" demek sûretiyle istirahat ve dinlenmenin, hizmetle mümkün olacağına işaret buyurmuştur. Talebelerinden herhangi biri derse geç gelecek olsa, onu asla kırmaz, mahcup etmez sadece, "Hepimiz seni bekledik" demiştir. Talebelerinden herhangi biri bir özürden dolayı derse iştirak edemediği zaman çok üzülür, "Eyvah! Bugün çok büyük ziyânımız var" buyurmuşlardır. Bir gün Kur'ân öğretmek için gönderdiği bir talebesi, gittiği yerde okutacak kimse bulamamaktan şikayet etmiş "Efendim, sadece iki kişi vardı, onları da bırakıp geldim" deyince çok üzülmüş. Ve biraz da celallenerek "Evladım, nice peygamberler bu âlemden bir tek ümmet elde edemeden gittiler. Sen iki talebe bulmuşsun daha ne istersin" diyerek, tekrar geldiği yere göndermiştir. Talebelerine son derece kıymet vermiş. "En küçük talebenin dahi kesip attığı tırnağını, dünyalara değişmem" vecîzeleri bu hakikati en bâriz şekilde ortaya koymuştur.
Similar topics
» süleyman hilmi tunahandan nasihatler
» SÜLEYMAN HİLMİ TUNAHAN
» Süleyman Hilmi Tunahan
» Süleyman Hilmi Tunahan
» Süleyman Hilmi Tunahan hazretlerinden
» SÜLEYMAN HİLMİ TUNAHAN
» Süleyman Hilmi Tunahan
» Süleyman Hilmi Tunahan
» Süleyman Hilmi Tunahan hazretlerinden
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz