Çocuk eğitiminde ölçü nasıl olmalıdır?
Çocuk eğitiminde ölçü nasıl olmalıdır?
Çocuk eğitiminde ölçü nasıl olmalıdır?
1 sene önce ekleyen Şenay Kalender 2
Altı yaşındaki oğlunun televizyon karşısındaki imrendiren, keyifli halini bir sosyal paylaşım sitesinde paylaşmıştı bir arkadaşım. Bir yanında meyve tabağı, diğer yanında çerezi ve elinde de zaplanmaya hazır kumandası ile gülücükler saçıyordu minik delikanlı. Fotoğrafın üstüne de yazmış annesi ‘Paşam keyif yapıyor’ diye. Fotoğrafa imrenen çok olmalı ki bir saate elli altı ‘beğen’i ile ödüllendirilmişti annemizin anneliği. Peki demiştim arkadaşıma bu pozisyonda bir üniversite hazırlık öğrencisi olsa oğlun…- ‘O zaman başka. Bir kere benim karşımda böyle oturamaz. Hem bu kadar keyif yapacak vakti de olmayacak. Çok çalışmalı. Üniversite öyle kolay kazanılmıyor…’
Bir veli görüşmesinde oyun ve oyuncak hakkında konuşuyorduk. Velimden oyuncak alma alışkanlıklarını değerlendirmesini istemiştim. Söze başlarken : “Valla hocam, bizim oyuncağa verdiğimiz para yerli bir araba parası kadar vardır herhalde. Genellikle beğenmesi önemli. Çok istiyorsa da dayanamıyoruz. Bazen de ben ya da annesi ‘Bunu eminim çok sever’ diye kendimiz de alıyoruz. Gözü bir şeyde kalmasın istiyoruz.” demişti.
Başka bir velim de yeni doğum yapmıştı. Bebek yanında yatmak zorundaydı buna rağmen diğer çocuğunu sıcacık yatağına götürüp yatırdığında yaşadığı vicdan azabını anlatmış ve ağlamıştı…
Elbette bu duygu ve davranışların temelinde yatan tek şey var. O da ‘sevgi’. Doğumuyla birlikte his dünyamıza otomatik olarak yüklenen ‘şefkat’. Onun büyüdüğünü seyretmek büyük bir keyif. Gece uykusuzluğunu, daha iyi bir gelecek için daha çok çalışmanın yorgunluğunu unutturan o bir çift bakış en zayıf noktamız. Çoğu zaman farkında olmadan ve istemeden yapıyoruz hatalarımızı. Mutlu olsun diye televizyon karşısında keyifli bir ortam hazırlayıp sunuyoruz ama onu tembelliğe alıştırdığımızı ve bu pozisyonun onda atalet duygularını beslendiğini fark etmiyoruz. Haz almanın önemli olduğu mesajını bilinçaltına gönderiyoruz. Hızlı tüketmeyi ve hızlı şekilde yön değiştirmeyi öğretiyoruz.
Çok sık oyuncak değiştirirken aslında bağlanmayı ve değer vermeyi öğretemiyoruz. Bize unutulmaz mutlulukları onlarca oyuncak bebek değil, elbisesini ellerimizle diktiğimiz bebeğimiz yaşatmıştı aslında. Anne olma modelini çok kıymetli tek bebeğimizle prova etmiştik. Çaba göstererek aldırdığımız, karne notlarını yükseltmedikçe alınmayacağını bildiğimiz kırmızı bisiklet rüyalarımızda kaç kere uçurmuştu bizi gökyüzüne kim bilir… Yeni bir kıyafet ya da ayakkabı ise gece uyanıp uyanıp uyumak demekti. Bazen yoksunluk duygusu yaşatmalıyız çocuklarımıza. Elde etmenin zor olduğunu hissettirmeliyiz ki kaybetmemek için de bir sebepleri olsun. Ve çooook sevinsinler yeni bir şeye sahip olunca.
Gerçekten mutlu olmuyor aslında çocuklarımız, anlık hazlar yaşıyorlar sadece. Yoksa tadı damağında kalırdı yeni bir ayakkabının heyecanı ve unutamazdı ilk defterinin, kitabının kokusunu. Çocuklar o kadar çok şeye sahip ki bazen de tanıyamıyorlar okul çıkışı giyecekleri montlarını. Üzerinde adı yazmıyorsa öğretmeni bulmakta zorlanıyor ve soruyor: “Hangisi seninki”, “Bilmem ki” Bugün hangisini giymiştim?”
Çocuklarımızın doğal davranmasını, istedikleri gibi hareket etmelerini isteriz ancak, misafirliğe gittiğimizde bizi utandırmalarından endişe duyarız. Ya istedikleri gibi “doğal” olmalarına izin vereceğiz ve dışarıda nasıl davrandıkları konusunda umursamaz olacağız ya da evdeki küçük provalarla, sabırlı olmayı, beklemeyi, elde edemeyince baş edebilmeyi, bazen her şeyin istediğimiz gibi olamamasının da mümkün olduğunu hatta belki de böyle olmasının bizim için daha iyi olacağını öğreteceğiz.
İnsan fıtratı ‘her şey’ olmaya çok müsait. Bir âlim de olabilir zalim de. En mükemmel insan olma potansiyeli de var, en değersiz mahlûk olma potansiyeli de? Ama insanın değerini kaybettiren olumsuzluklar, kıymetli tarafları beslenmeyince ortaya çıkar. Yani karanlık diye bir şey yoktur aslında. O sadece ışığın olmaması durumudur.
Eskiden yanına yaklaşamadığımız, duygu ve düşüncelerimizi anlatamadığımız ebeveyn tutumu ne kadar yanlışsa; yanımızdan hiç ayırmak istemediğimiz, hep gülsün, mutlu olsun, yüzü asılmasın istediğimiz çocuklarımıza olan bu aşırı korumacı ve yüceltme odaklı tavrımız da o kadar yanlış. Her iki durumda da çocuğumuza farklı yollarla hayatı öğretememiş oluyoruz. Biri anlatmaya değer şeyler düşünmediğini ve çekingenliği öğrendi. Diğeri de anlattığı her şeyin dinlenmesi gereken şeyler olduğunu ve etrafındaki herkesin ona hizmet etmek için yaratıldığına inanmayı. Nedense ölçüyü tutturamıyoruz bir türlü.
Psikolojiye yeni girmiş tanımlar var artık. “Daha küçük ayakkabısını kendisi bağlayamaz.” diye düşündüğümüz için her işini hallettiğimiz çocuklarımız, “Bana bir bardak su getirir misin?” diyemediğimiz ergenlerimiz var. Evet, gerçekten yapamıyor ya da zorlanıyorlar. Ama sebebi onlarda bu kabiliyetin olmaması değil; gelişmemesi. Fırsat vermemişiz ya da biraz zorlandığını görünce hemen müdahale etmişiz bu çocuklara. Gelişim psikologları da ?Fırsat Verilmemiş Çocuklar? diye tanımlamışlar bu durumları.
Bir diğer tanım da “Mikser Çocukları”. Yemek yeme alışkanlığı küçük yaşlarda direnç gösterilen bir konu olabiliyor bazen. Bu direnci kırmaya, doğru çözümü uygulamaya vakti ya da sabrı olmayan ebeveyn de her şeyi parçalayarak sıvı hale getiriyor ve durumu kurtarmış oluyor.
Kendimizi anne-babaları gibi değil de, dünyaya getirdiğimiz için her şeylerini karşılamak zorunda olduğumuz hizmetçileri gibi sunmamalıyız onlara. Çocukken yapılması makul gibi görünen şeyleri ergenlikte yapmayınca buna alıştığı için düşman gibi davranabiliyorlar ailelerine. Çok kolay “Onlardan nefret ediyorum” diye cümleler kurduklarına defalarca şahit olmuşumdur. Kıymet bilmeyen fıtrat ne zaman gelişti acaba diye sorsam siz ne düşünürdünüz?
Okul başarısı da şu ana kadar konuştuklarımızın bir sonucu. Bu kadar rahat ve kolay elde etmeye alıştırdığımız bu çocuklar, sabır ve irade gerektiren ders çalışma gayretine giremiyor, girmek istemiyor. Ders çalışmak istemeyen, annelerine göre zeki ama çalışmayan yüzlerce öğrencimiz var artık. Bu öğrencilerin bir kısmında öğretmenleri ile ilgili yanlış düşünceler var. Örneğin anne-babasını kendine hizmetçi gibi gören çocuk, öğretmenine de aynı sıfatla bakıyor. Babasının ya da annesinin kendisinin yanında öğretmeni ile ilgili sarf ettiği eleştiriler de güvenini kaybettirmiş durumda öğretmenin. Öğretmenine saygı duymayan, onu küçümseyen bir öğrenci, onun ilim deryasından nasiplenebilir mi? Umutsuz hale gelmiş durumlara çare aramak yerine, problemin çıkmasına engel olmak, inanın çok daha az zaman ve sabır ile halledilebiliyor.
Yoksunluk duygusu yıkıcı değildir korktuğumuz kadar. Şimdilerde endişemiz en çok bu yönde. Eğer değer vermeyi ve elindeki ile mutlu olmayı öğretebilirsek, başkalarına özenmek bir yana onların bu hallerine üzülecek ve rehber olacaktır çocuğumuz. Kendisi ile ilgilenen anne-babaya sahip bir çocuk asla yoksun değildir.
Çocuk terbiyesi konusunda bir âlim: “Çocuklarınızı içinde bulundukları değil, yetişkini olacakları zamana göre yetiştiriniz. O zamanın ilmi, bilimi ve edebini düşününüz.” demiş. Çocuklarımız her zaman bizim korumamız ve yüceltmemiz dahilinde olamayacaklar. Onlara en büyük iyilik “hiç üzülmesinler” diye hareket etmek değil, toplum ile iç içe oldukları zaman güçlü ve doğru davranabilecekleri şekilde bilinçlendirebilmektir. Bazen üzülsünler, ağlasınlar, yoksunluk-yoksulluk yaşasınlar, özür dilesinler, affetsinler, haklarından vazgeçsinler, elde etmek için beklesinler, başkaları için de bir şeyler yapsınlar, arkadaşları ile anlaşamasınlar, düşüp dizlerini yaralasınlar sonra yanlarında siz olun ve: “Evlat hayat böyle işte; bazen düşersin, bazen kalkarsın ama yine de vazgeçmezsin.” deyin. Gülümseyin ve sarılın. İşte mutlu son.
Kimse kimsenin efendisi olmasın, ne anne-baba çocuklarının ne de çocuklar anne-babalarının. Çocuk doğurmayı annelik, çocukların maddi ihtiyaçlarını gidermeyi babalık sanmaktan vazgeçmek zorundayız. Doğurmak annelik, doyurmak babalık değildir. Annenin de babanın da ortak sorumluluğu çocukların kişiliğini yoğurmaktır.
Psikolojik Danışman Şenay Kalender
1 sene önce ekleyen Şenay Kalender 2
Altı yaşındaki oğlunun televizyon karşısındaki imrendiren, keyifli halini bir sosyal paylaşım sitesinde paylaşmıştı bir arkadaşım. Bir yanında meyve tabağı, diğer yanında çerezi ve elinde de zaplanmaya hazır kumandası ile gülücükler saçıyordu minik delikanlı. Fotoğrafın üstüne de yazmış annesi ‘Paşam keyif yapıyor’ diye. Fotoğrafa imrenen çok olmalı ki bir saate elli altı ‘beğen’i ile ödüllendirilmişti annemizin anneliği. Peki demiştim arkadaşıma bu pozisyonda bir üniversite hazırlık öğrencisi olsa oğlun…- ‘O zaman başka. Bir kere benim karşımda böyle oturamaz. Hem bu kadar keyif yapacak vakti de olmayacak. Çok çalışmalı. Üniversite öyle kolay kazanılmıyor…’
Bir veli görüşmesinde oyun ve oyuncak hakkında konuşuyorduk. Velimden oyuncak alma alışkanlıklarını değerlendirmesini istemiştim. Söze başlarken : “Valla hocam, bizim oyuncağa verdiğimiz para yerli bir araba parası kadar vardır herhalde. Genellikle beğenmesi önemli. Çok istiyorsa da dayanamıyoruz. Bazen de ben ya da annesi ‘Bunu eminim çok sever’ diye kendimiz de alıyoruz. Gözü bir şeyde kalmasın istiyoruz.” demişti.
Başka bir velim de yeni doğum yapmıştı. Bebek yanında yatmak zorundaydı buna rağmen diğer çocuğunu sıcacık yatağına götürüp yatırdığında yaşadığı vicdan azabını anlatmış ve ağlamıştı…
Elbette bu duygu ve davranışların temelinde yatan tek şey var. O da ‘sevgi’. Doğumuyla birlikte his dünyamıza otomatik olarak yüklenen ‘şefkat’. Onun büyüdüğünü seyretmek büyük bir keyif. Gece uykusuzluğunu, daha iyi bir gelecek için daha çok çalışmanın yorgunluğunu unutturan o bir çift bakış en zayıf noktamız. Çoğu zaman farkında olmadan ve istemeden yapıyoruz hatalarımızı. Mutlu olsun diye televizyon karşısında keyifli bir ortam hazırlayıp sunuyoruz ama onu tembelliğe alıştırdığımızı ve bu pozisyonun onda atalet duygularını beslendiğini fark etmiyoruz. Haz almanın önemli olduğu mesajını bilinçaltına gönderiyoruz. Hızlı tüketmeyi ve hızlı şekilde yön değiştirmeyi öğretiyoruz.
Çok sık oyuncak değiştirirken aslında bağlanmayı ve değer vermeyi öğretemiyoruz. Bize unutulmaz mutlulukları onlarca oyuncak bebek değil, elbisesini ellerimizle diktiğimiz bebeğimiz yaşatmıştı aslında. Anne olma modelini çok kıymetli tek bebeğimizle prova etmiştik. Çaba göstererek aldırdığımız, karne notlarını yükseltmedikçe alınmayacağını bildiğimiz kırmızı bisiklet rüyalarımızda kaç kere uçurmuştu bizi gökyüzüne kim bilir… Yeni bir kıyafet ya da ayakkabı ise gece uyanıp uyanıp uyumak demekti. Bazen yoksunluk duygusu yaşatmalıyız çocuklarımıza. Elde etmenin zor olduğunu hissettirmeliyiz ki kaybetmemek için de bir sebepleri olsun. Ve çooook sevinsinler yeni bir şeye sahip olunca.
Gerçekten mutlu olmuyor aslında çocuklarımız, anlık hazlar yaşıyorlar sadece. Yoksa tadı damağında kalırdı yeni bir ayakkabının heyecanı ve unutamazdı ilk defterinin, kitabının kokusunu. Çocuklar o kadar çok şeye sahip ki bazen de tanıyamıyorlar okul çıkışı giyecekleri montlarını. Üzerinde adı yazmıyorsa öğretmeni bulmakta zorlanıyor ve soruyor: “Hangisi seninki”, “Bilmem ki” Bugün hangisini giymiştim?”
Çocuklarımızın doğal davranmasını, istedikleri gibi hareket etmelerini isteriz ancak, misafirliğe gittiğimizde bizi utandırmalarından endişe duyarız. Ya istedikleri gibi “doğal” olmalarına izin vereceğiz ve dışarıda nasıl davrandıkları konusunda umursamaz olacağız ya da evdeki küçük provalarla, sabırlı olmayı, beklemeyi, elde edemeyince baş edebilmeyi, bazen her şeyin istediğimiz gibi olamamasının da mümkün olduğunu hatta belki de böyle olmasının bizim için daha iyi olacağını öğreteceğiz.
İnsan fıtratı ‘her şey’ olmaya çok müsait. Bir âlim de olabilir zalim de. En mükemmel insan olma potansiyeli de var, en değersiz mahlûk olma potansiyeli de? Ama insanın değerini kaybettiren olumsuzluklar, kıymetli tarafları beslenmeyince ortaya çıkar. Yani karanlık diye bir şey yoktur aslında. O sadece ışığın olmaması durumudur.
Eskiden yanına yaklaşamadığımız, duygu ve düşüncelerimizi anlatamadığımız ebeveyn tutumu ne kadar yanlışsa; yanımızdan hiç ayırmak istemediğimiz, hep gülsün, mutlu olsun, yüzü asılmasın istediğimiz çocuklarımıza olan bu aşırı korumacı ve yüceltme odaklı tavrımız da o kadar yanlış. Her iki durumda da çocuğumuza farklı yollarla hayatı öğretememiş oluyoruz. Biri anlatmaya değer şeyler düşünmediğini ve çekingenliği öğrendi. Diğeri de anlattığı her şeyin dinlenmesi gereken şeyler olduğunu ve etrafındaki herkesin ona hizmet etmek için yaratıldığına inanmayı. Nedense ölçüyü tutturamıyoruz bir türlü.
Psikolojiye yeni girmiş tanımlar var artık. “Daha küçük ayakkabısını kendisi bağlayamaz.” diye düşündüğümüz için her işini hallettiğimiz çocuklarımız, “Bana bir bardak su getirir misin?” diyemediğimiz ergenlerimiz var. Evet, gerçekten yapamıyor ya da zorlanıyorlar. Ama sebebi onlarda bu kabiliyetin olmaması değil; gelişmemesi. Fırsat vermemişiz ya da biraz zorlandığını görünce hemen müdahale etmişiz bu çocuklara. Gelişim psikologları da ?Fırsat Verilmemiş Çocuklar? diye tanımlamışlar bu durumları.
Bir diğer tanım da “Mikser Çocukları”. Yemek yeme alışkanlığı küçük yaşlarda direnç gösterilen bir konu olabiliyor bazen. Bu direnci kırmaya, doğru çözümü uygulamaya vakti ya da sabrı olmayan ebeveyn de her şeyi parçalayarak sıvı hale getiriyor ve durumu kurtarmış oluyor.
Kendimizi anne-babaları gibi değil de, dünyaya getirdiğimiz için her şeylerini karşılamak zorunda olduğumuz hizmetçileri gibi sunmamalıyız onlara. Çocukken yapılması makul gibi görünen şeyleri ergenlikte yapmayınca buna alıştığı için düşman gibi davranabiliyorlar ailelerine. Çok kolay “Onlardan nefret ediyorum” diye cümleler kurduklarına defalarca şahit olmuşumdur. Kıymet bilmeyen fıtrat ne zaman gelişti acaba diye sorsam siz ne düşünürdünüz?
Okul başarısı da şu ana kadar konuştuklarımızın bir sonucu. Bu kadar rahat ve kolay elde etmeye alıştırdığımız bu çocuklar, sabır ve irade gerektiren ders çalışma gayretine giremiyor, girmek istemiyor. Ders çalışmak istemeyen, annelerine göre zeki ama çalışmayan yüzlerce öğrencimiz var artık. Bu öğrencilerin bir kısmında öğretmenleri ile ilgili yanlış düşünceler var. Örneğin anne-babasını kendine hizmetçi gibi gören çocuk, öğretmenine de aynı sıfatla bakıyor. Babasının ya da annesinin kendisinin yanında öğretmeni ile ilgili sarf ettiği eleştiriler de güvenini kaybettirmiş durumda öğretmenin. Öğretmenine saygı duymayan, onu küçümseyen bir öğrenci, onun ilim deryasından nasiplenebilir mi? Umutsuz hale gelmiş durumlara çare aramak yerine, problemin çıkmasına engel olmak, inanın çok daha az zaman ve sabır ile halledilebiliyor.
Yoksunluk duygusu yıkıcı değildir korktuğumuz kadar. Şimdilerde endişemiz en çok bu yönde. Eğer değer vermeyi ve elindeki ile mutlu olmayı öğretebilirsek, başkalarına özenmek bir yana onların bu hallerine üzülecek ve rehber olacaktır çocuğumuz. Kendisi ile ilgilenen anne-babaya sahip bir çocuk asla yoksun değildir.
Çocuk terbiyesi konusunda bir âlim: “Çocuklarınızı içinde bulundukları değil, yetişkini olacakları zamana göre yetiştiriniz. O zamanın ilmi, bilimi ve edebini düşününüz.” demiş. Çocuklarımız her zaman bizim korumamız ve yüceltmemiz dahilinde olamayacaklar. Onlara en büyük iyilik “hiç üzülmesinler” diye hareket etmek değil, toplum ile iç içe oldukları zaman güçlü ve doğru davranabilecekleri şekilde bilinçlendirebilmektir. Bazen üzülsünler, ağlasınlar, yoksunluk-yoksulluk yaşasınlar, özür dilesinler, affetsinler, haklarından vazgeçsinler, elde etmek için beklesinler, başkaları için de bir şeyler yapsınlar, arkadaşları ile anlaşamasınlar, düşüp dizlerini yaralasınlar sonra yanlarında siz olun ve: “Evlat hayat böyle işte; bazen düşersin, bazen kalkarsın ama yine de vazgeçmezsin.” deyin. Gülümseyin ve sarılın. İşte mutlu son.
Kimse kimsenin efendisi olmasın, ne anne-baba çocuklarının ne de çocuklar anne-babalarının. Çocuk doğurmayı annelik, çocukların maddi ihtiyaçlarını gidermeyi babalık sanmaktan vazgeçmek zorundayız. Doğurmak annelik, doyurmak babalık değildir. Annenin de babanın da ortak sorumluluğu çocukların kişiliğini yoğurmaktır.
Psikolojik Danışman Şenay Kalender
Similar topics
» ÇOCUK EĞİTİMİNDE NE DEMELİ NE DEMEMELİ
» Çocuk Eğitiminde Ters Köşe Olanlar
» Çocuk eğitiminde şu dört şeye özellikle dikkat edilmelidir
» Çocuk Hakları ve Çocuk Haklarına Dair Sözleşme
» Derviş Nasıl Olmalıdır
» Çocuk Eğitiminde Ters Köşe Olanlar
» Çocuk eğitiminde şu dört şeye özellikle dikkat edilmelidir
» Çocuk Hakları ve Çocuk Haklarına Dair Sözleşme
» Derviş Nasıl Olmalıdır
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz