İmam-i Azam’in Vasİyetİ
İmam-i Azam’in Vasİyetİ
İMAM-I AZAM
İmam-i Azam’in Vasİyetİ
Halkı, Hak yola getiresin
Yürürken vakarlı olasın.
Her işinde acele etmeyip, teenni edesin.
Arkadan seslenene cevab vermeyesin. Zira hayvanlar ardından çağrılır. Onu kendine layık görmeyesin.
Konuşunca, çok yüksek seslenmeyesin. Muhatabın işiteceği kadar ve ağır söyleyesin.
Kendin için susmayı ve az hareketi âdet edesin. Böylece sabır ve sebatını herkes bilsin.
İnsanlar içerisinde Allah-û Teâlâ`yı çok an ki, O`nu senden öğrensinler.
Beş vakit namazın arkasından kendin için öyle vird kabul et ki, onda Kur`an okuyup, zikr ile şükrünü yapasın.
Her ayda birkaç gün oruç tut.
Nefsini murakabe edip, ilmi muhafazaya alasın. Böylece amelinle iki dünyada menfaatlenesin.
Elinde bulunan dünya devletine ve bedenin sıhhatine itibar ve itimad etmeyesin. Böylece hepsinden sorguya çekildikte ümidsizliğe düşmeyesin.
Sultan seni kendi yakınlarından ederse de, sen bu yakınlığını insanlara duyurmayasın. Zira sultana yakınlığı izhar edince, insanların ihtiyac ve işlerinin yeri olursun. Hepsinin işlerini görmeyi boynuna alırsan, sultanın gözünden düşüp hakaret bulursun. Yapmazsan ayıblanır, insanları darıltmak sıkıntısında kalırsın.
Halkın hâtâsını örtüp, doğruluğuna uyasın.
Kötü bildiğin kimseyi, kötülüğü ile anmayıp bir iyiliğini bulup, onunla söyleyesin.
kötülüğü din hakkında ise, onu insanlara söyleyesin ve ona uymaktan onları koruyasın.
Hak Teâlâ bu din-i mübinin yardımcısıdır. O halde sen, makam sahiblerinin dininde gördüğün sakatlıkları bir kere söylersen Allah-û Teâlâ yardımcın olur. İnsanlar senden elbette çekinir. Ne kimse dinde bir bid`at çıkarabilir, ne de bozukluğu o halde kalır.
Sultanından ilme uymayan amel görürsen, ona saygılı tatlı dille söyleyesin. Çünkü onun eli, senin elinden kuvvetlidir.
Bir sözü bir kere demekle yetinesin. O makam sahibi, o bozukluğu gıyabında söylemekle senden çekinmediyse, yine işleyip terk etmediyse, sarayına gidip, yalnız olarak tatlı dille nasihat edesin. Bid`at sahibi ise, münazara ile Kitab ve sünnetten hatırına geleni söyleyesin. Kabul ederse ne âla, yoksa onu kızdırmaktan çekinesin. Sakın ölümü unutmayıp, Hak Teâlâ`dan üstadların için mağfiret ve rahmet dileyesin.
Kur`an-ı Kerim okumaya devam edip, kabir ziyaretlerine ve meşayıhı görmeye ve kıymetli yerlere çok gidesin.
Avamın sana arzettikleri enbiya ve salihleri, mescid, menzil ve mezarlar hakkında gördükleri rüyaları kabul edesin.
Küfr ve bid`at ehlinden bir kimse ile oturup konuşmayasın. Mümkünse dine davet edesin. Yoksa oyun meclislerine gitmeyesin.
Müezzin ezan okuyunca, hazır olasın. Böylece avamdan önce mescide gelesin.
Hakimin evine yakın evde oturmayasın.
Komşundan gördüğün ayb, emanettir; saklayıp, kimsenin sırrını kimseye söylemeyesin.
Bir iş için seninle meşveret edene doğruyu söyleyesin. Seni Mevlâ`ya yakın eden işleri O`na gösteresin.
Benim bu vasiyyetlerimi can ile kabul kılasın. Bunlarla dünya ve ahiretinde fayda bulasın. Tevfik-i Hakk`ı refik bulasın.
Sakın bahil olma ki, halin kötü olur. Tamah ve yalan ehli olma ki, mürüvvetsiz kalmayasın.
Doğruyu yanlışa katma ki, ihanet görmeyesin.
Her işte mürüvveti gözetesin.
Sıkışık ve rahat zamanlarda beyaz elbise giyip, kalben kimseye muhtac olmadığını gösteresin.
Fakirsen kimseden bir şey istemeyesin.
Dünya ehline hırs ve rağbet etmeyesin. Himmetini yüksek yapıp, alçakta kalmayasın.
Yolda giderken sağına soluna bakmayıp, önüne toprağa bakasın.
Hamama giderken, hamam ücretini pazarlık etmeden insanlardan daha çok veresin. Hamam ehli arasında mürüvvetin zahir olup, onlardan tazim ve hürmet bulursun.
İlim sahibleri yanında alçak olan dünyayı aşağı tutasın. Hak Teâlâ`nın katında dünyadan yüksek olan devlete kavuşasın.
Dünya işleri için sadık bir vekil bulasın. İşlerini o görüp, sen ilim ve amele dönesin.
İlim ehlinden hüccet ve münazara bilmeyenlerle ve makam kazanmak için olan bahis ve konuşmalara katılmayasın. Zira onlar senden kaçınmayıp, seni mahcub etmeye çalışırlar. Senin haklı olduğunu bilseler de, aykırı giderler. Ayan ve ekâbir meclisine vardığında onlar seni yüksekte oturtmayınca, sen yukarda oturmayasın.
Bir cemaat içinde iken, onlar seni tazim ile ileri geçirip imam yapmayınca, önlerine geçmeyesin.
Kadınların, kızların, gençlerin toplandıkları mesire (piknik) yerlerine gitmeyesin.
Fısk, çalgı, şarkı ve haram bulunan meclislere girmeyesin. Onlarla ortak olup, ihanet görmeyesin.
İlim meclisinde sakın kızmayasın.
Halka, inanılmamaya yakın olan hikâyeleri söylemeyesin.
İlim ehlinden biri için bir meclis kurmak istersen, eğer fıkıh meclisi ise, kendin gidersin, orada bildiğin gerçekleri takrir edersin. Böylece halk onu âlim sanıp, ona aldanmasınlar. Senin huzurunla şübhede kalmasınlar. Sözü fetvaya salih ise, onu ondan zikretmeli, yoksa senin huzurunda ders görmüş olmaması için kalkıp gidesin. Belki onun yanında talebenden birini bulundurup, sözünün durumunu, ilminin derecesini öğrenirsin.
Bid`atle karışık zikr meclisine gitmeyesin.
Evlenme işlerini, cenaze, bayram namazlarını ve Cum`a hutbesini üzerine almayasın.
Anneni, babanı, üstadını hayır duadan unutmayasın.
Bu nasihatimizi, bizden can-ü gönülden kabul edesin. Zira bunu senin ve herkesin iyiliği için vasiyyet eyledim. Bu yolda gidesin ve halkı da Hak yola getiresin.
Böyle babadan böyle evlad olur
Tâbiînden, İslâm âleminde Eshâb-ı kirâmdan sonra yetişen evliyânın ve âlimlerin en büyüklerinden İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe hazretleri’nin babası Sâbit hazretleri, daha bekar iken temiz ahlâklı, takvâ ve verâ sâhibiydi. Zühdü, salahı ve ilmi pekçoktu. Yüzünde bir nur vardı.
Bir gün bir dere kenarında abdest alıyordu. Suda bir elma gördü. Elmayı alıp, abdestten sonra elinde olmayarak dişledi. Fakat tükrüğünde kan gördü. Kendi kendine; “Şimdiye kadar bana böyle bir hal olmamıştı. Buna sebep ısırdığım elma olmalı.” dedi ve buna pişman oldu.
Elma sâhibini bulup helallaşmak için dere boyunca gitti. Nihâyet ısırdığı elmanın ağacını buldu. Ağacın sâhibini aradı. Onun cömerd ve ihsân sâhibi biri olduğunu öğrendi. Oradakiler; “Çok cömert ve ihsân sâhibidir. Elma ağacındaki bütün elmaları alsan, alma demez. Bir tane elmadan ne çıkar.” dediler.
Sâbit aramalardan sonra, bahçenin sâhibini buldu ve; “Ya elmanın parasını al, yahut helâl et.” dedi. Bahçe sâhibi onun haramlardan ve şüphelilerden sakınma husûsundaki gayretini görüp, hareketinin doğru olup olmadığını kontrol etmek istedi. Sâbit’e; “Helâl etmem için ne vereceksin?” diye sordu. Sâbit; “Altın istersen altın, gümüş istersen gümüş.” dedi.
Bahçe sâhibi; “Ben altın, gümüş istemem. Kıyâmet gününde senden dâvâcı olmamamı istiyorsan, bir teklifim var. Onu kabûl edersen hakkımı helâl ederim.” dedi. Sâbit; “Teklifin nedir?” diye sordu. Bahçe sâhibi; “Benim bir kızım var; gözleri görmez, kulakları duymaz, dili söylemez, ayakları yürümez. Bunu sana nikâh etmek istiyorum. Kabûl edersen elmayı sana helâl ederim. Yoksa, yarın kıyâmet günü Allahü teâlânın huzûrunda seni mahcûb ederim.” dedi.
Sâbit kendi kendine; “Ey dîninde sâbit olan Sâbit! Kıyâmette tehlike ve sıkıntılara mâruz kalmaktansa buna dünyâda katlanmak daha iyidir.” deyip kabûl etti.
Bahçe sâhibi, teklifinin kabûl edildiğini görünce, böyle bir kimseye kızını vereceği için çok sevindi. Nikâhı yapıldı. Gece olunca Sâbit üzüntü ile nikâhlısının bulunduğu odaya girdi. Orada, gâyet süslü, güzel, sağlam, görür, işitir, konuşur, yürür bir hanımla karşılaştı. Hanım efendi kalkıp Sâbit’i karşıladı. Saygı dolu ifâdelerle konuştu. Sâbit kendi kendine; “Yâ Rabbî! Bu ne iştir. Hayal mi yoksa rüyâ mı?” dedi. Hanımın kendi nikâhlısı olduğundan şüphelenip odadan geri çıkmak istedi. Hanımı; “Niye çıkıyorsun ey Allahü teâlânın sevgili kulu? Senin helâlin benim!” dedi. Sâbit ona; “Baban seni bana kötüledi. Kördür, sağırdır, dilsizdir, kötürümdür.” diye târif etti. Sen ise ne güzel yürüyorsun ve ne iyi konuşuyorsun. Niçin böyle söyledi. Şaştım doğrusu. Muhakkak bunda bir hikmet vardır.” dedi.
Nikâhlısı kız; “Bu bir sırdır, izin ver açıklayayım. Babamın sözünde yalan yoktur. Dînini kayıran ve seven bir insandır. Seneler oluyor bu evden dışarı çıkmış değilim. Şimdiye kadar hiçbir yabancı, yüzümü görmedi. Ben de bir yabancı yüz görmedim. Bu sebeple gözlerim harama kördür. Kulağım bir yabancı sözü duymamış ve günâh işlememiştir. Bunun için günâha karşı sağırdır. Ayaklarım günah yerlerine gitmez, bunun için kötürümüm. Dilimden hiç kötü söz, günâha sebeb olan bir kelime çıkmadı. Onun için dilsizim. Babamın sözlerindeki hikmet budur.” dedi.
Bu sözleri duyan Sâbit bin Zûtâ Allahü teâlâya şükretti ve; “Yâ Rabbî! Sen her şeye gücü yetensin.” dedi. Haramlardan ve şüphelilerden sakınma ve iffet esasları üzerine kurulan bu evlilikten; ilim, irfân ve takvâ sâhibi olacak olan Nûmân isminde bir çocuk dünyâya geldi. Büyüdü Hhanefi mezhebinin kurucusu imam-ı azam oldu. Hanefî mezhebi, Osmanlı devleti zamanında her yere yayıldı. Devletin resmî mezhebi gibi oldu. Bugün, dünya yüzünde bulunan Ehl-i islâmın yarıdan fazlası ve Ehl-i sünnetin pekçoğu, Hanefî mezhebine göre ibâdet etmektedir.
İmam-ı Azam hazretlerinin okyonuslara benzeyen ilmine hayranlık duyanlar,
O’na şu suali sormuşlar:
-Ya İmam bunca ilmi nasıl öğrendiniz?
İmam-ı Azam şu cevabı vermiştir:
- Bilmediğimi sormaktan utanmamakla…
Bunun için alimler der ki:
-İlmin tek kapısı vardır… O da bilmediğini sormaktan utanmamak kapısı…
Bağdat alimlerinden Kasım bin muhammed der ki:
-Sorulan suale bilmeden cevap vermektense, dilimin kesilmesi bana daha
hayırlı gelmektedir… Alim şöyle devam eder; ” Vallahi ben birçok din
büyüğüne eriştim.. Hiç birinin BİLMİYORUM sözünden rahatsızlık
duyduklarını görmedim… Bildiklerine büyük bir iştiyakla cevap verirken,
bilmediklerine de kolaylıkla bilmiyoruz ” derlerdi… Bundan dolayı da asla
rahatsızlık duymazlardı…
Birgün hutbe okurken cemaatten biri sualler sorar.. O da bilmiyorum cevabını
verir.. Sual sahibi buna kızar ve şu iğneleyici sözü söyler:
-Madem ki bilmiyordun o yüksek makama nasıl çıktın?
Faziletli alim kızmaz şu cevabı verir:
-Ben ilmim kadar yükselerek çıktım buraya… Eğer cehlim nisbetinde
yükselmem gerekseydi, başımın göğe değmesi icap ederdi…
İmam-ı Azam´ın Talebesi Yusuf B.Halit Es-Semti´ye Vasiyeti
İmam-ı Azam Ebû Hanîfe’nin yanında ilim tahsilini tamamlayan Yusuf bin Halit es-Semtî[2], memleketi Basra’ya dönmek için hocasından izin ister. İmam Ebu Hanife, insanî ilişkiler, ilim erbabının mertebeleri, nefis terbiyesi, avam-havas her çeşit insanın eğitimi ve onların durumundan haberdar olmak gibi konularda gerekli nasihatlerde bulunmak üzere kendisine biraz beklemesini; bu vesileyle memleketine döndüğünde ilmine tesir kazandıracak bir araç edinebileceğini söyler ve şu sözleriyle kendisine nasihat etmeye başlar:
“”Evladım! Bilesin ki, insanlarla iyi geçinemediğin takdirde, anan-baban dahi olsalar, onları kendine düşman etmiş olursun. Fakat insanlarla iyi geçinebilirsen, yakının olmasalar bile onları kendine bir anne ve bir baba gibi yakınlaştırabilirsin.”"
Yusuf bin Halit es-Semtî devamla o gün hocasının kendisine şunları söylediğini nakleder:
“”Biraz bekle de zihnimi toparlayıp sana özel bir vakit ayırayım. Sana takdir edeceğin bazı şeyler öğreteyim. Tevfik Allah’tandır.”"
Daha sonra İmam Ebû Hanife uygun bulduğu bir vakitte talebesini çağırarak ona şu nasihatlerde bulunur:
“”Farz edelim ki Basra ya gittin ve orada bizim muhaliflerimizin yanına uğradın. Kendini onlardan üstün gördün ve huzurlarında ilminle boy göstermeye kalkıştın. Kendileriyle iç içe yaşamak ve aralarına girmekten kaçındın. Sen onlara, onlar da sana itiraz etti. Sen onları terk ettin, onlar da seni terk etti. Sen onlara sayıp sövdün, onlar da sana sayıp sövdü. Sen onları sapkınlık ve bidatçilikle, onlar da seni aynı şeylerle suçladı. Senin ve bizim hakkımızda fena sözler söylendi ve nihayet orayı terk edip ayrılmak zorunda kaldın. Bilesin ki bu akıllıca bir iş değildir. Zira Allah bir kapı açıncaya kadar idare etmek zorunda olduğu insanları idare etmeyen kimse akıllı sayılmaz.
Basra ya vardığın zaman insanlar sana ilgi gösterecek ve seni ziyaret edeceklerdir. Seni takdir edeceklerdir. Onları daima hak ettiği konumda tutmaya çalış. Onlar arasından izzet ve ilim sahibi olanlara iyi davran, onlara değer ver. Yaşlılara hürmet, gençlere şefkat göstermeyi ihmal etme. Halka yakınlaşmaya çalış. Günahkar kimseleri idare et; ama arkadaşlarını hayırlı insanlardan seç. İdarecileri hakir görme. Kimseyi incitme. Onurunu koruma hususunda gevşeklik gösterme. Sırrını kimseye açma. Kendisini sınayıncaya kadar kimseye itimat etme. Bayağı insanlardan arkadaş edinme. Sana yakıştırılamayacak şahıslarla ilişki kurma. Sakın cahil kimselere kendini fazla açmayasın. Ne kimsenin davetini, ne de kimsenin hediyesini kabul et[3].
İnsanlarla iyi geçinmeye, karşılaştığın fenalıklara karşı sabır ve tahammül göstermeye, güzel ahlaklı ve geniş kalpli olmaya çalış. Sürekli aynı elbiseyi giyme. Kendine iyi bir binek seç. Bol bol güzel kokular kullan. Kendine, özel ihtiyaçlarını karşılayacak kadar zaman ayır. Ailenin durumunu gözet. Onları eğitmek ve yetiştirmek için teşebbüse geç.
İmam-i Azam’in Vasİyetİ
Halkı, Hak yola getiresin
Yürürken vakarlı olasın.
Her işinde acele etmeyip, teenni edesin.
Arkadan seslenene cevab vermeyesin. Zira hayvanlar ardından çağrılır. Onu kendine layık görmeyesin.
Konuşunca, çok yüksek seslenmeyesin. Muhatabın işiteceği kadar ve ağır söyleyesin.
Kendin için susmayı ve az hareketi âdet edesin. Böylece sabır ve sebatını herkes bilsin.
İnsanlar içerisinde Allah-û Teâlâ`yı çok an ki, O`nu senden öğrensinler.
Beş vakit namazın arkasından kendin için öyle vird kabul et ki, onda Kur`an okuyup, zikr ile şükrünü yapasın.
Her ayda birkaç gün oruç tut.
Nefsini murakabe edip, ilmi muhafazaya alasın. Böylece amelinle iki dünyada menfaatlenesin.
Elinde bulunan dünya devletine ve bedenin sıhhatine itibar ve itimad etmeyesin. Böylece hepsinden sorguya çekildikte ümidsizliğe düşmeyesin.
Sultan seni kendi yakınlarından ederse de, sen bu yakınlığını insanlara duyurmayasın. Zira sultana yakınlığı izhar edince, insanların ihtiyac ve işlerinin yeri olursun. Hepsinin işlerini görmeyi boynuna alırsan, sultanın gözünden düşüp hakaret bulursun. Yapmazsan ayıblanır, insanları darıltmak sıkıntısında kalırsın.
Halkın hâtâsını örtüp, doğruluğuna uyasın.
Kötü bildiğin kimseyi, kötülüğü ile anmayıp bir iyiliğini bulup, onunla söyleyesin.
kötülüğü din hakkında ise, onu insanlara söyleyesin ve ona uymaktan onları koruyasın.
Hak Teâlâ bu din-i mübinin yardımcısıdır. O halde sen, makam sahiblerinin dininde gördüğün sakatlıkları bir kere söylersen Allah-û Teâlâ yardımcın olur. İnsanlar senden elbette çekinir. Ne kimse dinde bir bid`at çıkarabilir, ne de bozukluğu o halde kalır.
Sultanından ilme uymayan amel görürsen, ona saygılı tatlı dille söyleyesin. Çünkü onun eli, senin elinden kuvvetlidir.
Bir sözü bir kere demekle yetinesin. O makam sahibi, o bozukluğu gıyabında söylemekle senden çekinmediyse, yine işleyip terk etmediyse, sarayına gidip, yalnız olarak tatlı dille nasihat edesin. Bid`at sahibi ise, münazara ile Kitab ve sünnetten hatırına geleni söyleyesin. Kabul ederse ne âla, yoksa onu kızdırmaktan çekinesin. Sakın ölümü unutmayıp, Hak Teâlâ`dan üstadların için mağfiret ve rahmet dileyesin.
Kur`an-ı Kerim okumaya devam edip, kabir ziyaretlerine ve meşayıhı görmeye ve kıymetli yerlere çok gidesin.
Avamın sana arzettikleri enbiya ve salihleri, mescid, menzil ve mezarlar hakkında gördükleri rüyaları kabul edesin.
Küfr ve bid`at ehlinden bir kimse ile oturup konuşmayasın. Mümkünse dine davet edesin. Yoksa oyun meclislerine gitmeyesin.
Müezzin ezan okuyunca, hazır olasın. Böylece avamdan önce mescide gelesin.
Hakimin evine yakın evde oturmayasın.
Komşundan gördüğün ayb, emanettir; saklayıp, kimsenin sırrını kimseye söylemeyesin.
Bir iş için seninle meşveret edene doğruyu söyleyesin. Seni Mevlâ`ya yakın eden işleri O`na gösteresin.
Benim bu vasiyyetlerimi can ile kabul kılasın. Bunlarla dünya ve ahiretinde fayda bulasın. Tevfik-i Hakk`ı refik bulasın.
Sakın bahil olma ki, halin kötü olur. Tamah ve yalan ehli olma ki, mürüvvetsiz kalmayasın.
Doğruyu yanlışa katma ki, ihanet görmeyesin.
Her işte mürüvveti gözetesin.
Sıkışık ve rahat zamanlarda beyaz elbise giyip, kalben kimseye muhtac olmadığını gösteresin.
Fakirsen kimseden bir şey istemeyesin.
Dünya ehline hırs ve rağbet etmeyesin. Himmetini yüksek yapıp, alçakta kalmayasın.
Yolda giderken sağına soluna bakmayıp, önüne toprağa bakasın.
Hamama giderken, hamam ücretini pazarlık etmeden insanlardan daha çok veresin. Hamam ehli arasında mürüvvetin zahir olup, onlardan tazim ve hürmet bulursun.
İlim sahibleri yanında alçak olan dünyayı aşağı tutasın. Hak Teâlâ`nın katında dünyadan yüksek olan devlete kavuşasın.
Dünya işleri için sadık bir vekil bulasın. İşlerini o görüp, sen ilim ve amele dönesin.
İlim ehlinden hüccet ve münazara bilmeyenlerle ve makam kazanmak için olan bahis ve konuşmalara katılmayasın. Zira onlar senden kaçınmayıp, seni mahcub etmeye çalışırlar. Senin haklı olduğunu bilseler de, aykırı giderler. Ayan ve ekâbir meclisine vardığında onlar seni yüksekte oturtmayınca, sen yukarda oturmayasın.
Bir cemaat içinde iken, onlar seni tazim ile ileri geçirip imam yapmayınca, önlerine geçmeyesin.
Kadınların, kızların, gençlerin toplandıkları mesire (piknik) yerlerine gitmeyesin.
Fısk, çalgı, şarkı ve haram bulunan meclislere girmeyesin. Onlarla ortak olup, ihanet görmeyesin.
İlim meclisinde sakın kızmayasın.
Halka, inanılmamaya yakın olan hikâyeleri söylemeyesin.
İlim ehlinden biri için bir meclis kurmak istersen, eğer fıkıh meclisi ise, kendin gidersin, orada bildiğin gerçekleri takrir edersin. Böylece halk onu âlim sanıp, ona aldanmasınlar. Senin huzurunla şübhede kalmasınlar. Sözü fetvaya salih ise, onu ondan zikretmeli, yoksa senin huzurunda ders görmüş olmaması için kalkıp gidesin. Belki onun yanında talebenden birini bulundurup, sözünün durumunu, ilminin derecesini öğrenirsin.
Bid`atle karışık zikr meclisine gitmeyesin.
Evlenme işlerini, cenaze, bayram namazlarını ve Cum`a hutbesini üzerine almayasın.
Anneni, babanı, üstadını hayır duadan unutmayasın.
Bu nasihatimizi, bizden can-ü gönülden kabul edesin. Zira bunu senin ve herkesin iyiliği için vasiyyet eyledim. Bu yolda gidesin ve halkı da Hak yola getiresin.
Böyle babadan böyle evlad olur
Tâbiînden, İslâm âleminde Eshâb-ı kirâmdan sonra yetişen evliyânın ve âlimlerin en büyüklerinden İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe hazretleri’nin babası Sâbit hazretleri, daha bekar iken temiz ahlâklı, takvâ ve verâ sâhibiydi. Zühdü, salahı ve ilmi pekçoktu. Yüzünde bir nur vardı.
Bir gün bir dere kenarında abdest alıyordu. Suda bir elma gördü. Elmayı alıp, abdestten sonra elinde olmayarak dişledi. Fakat tükrüğünde kan gördü. Kendi kendine; “Şimdiye kadar bana böyle bir hal olmamıştı. Buna sebep ısırdığım elma olmalı.” dedi ve buna pişman oldu.
Elma sâhibini bulup helallaşmak için dere boyunca gitti. Nihâyet ısırdığı elmanın ağacını buldu. Ağacın sâhibini aradı. Onun cömerd ve ihsân sâhibi biri olduğunu öğrendi. Oradakiler; “Çok cömert ve ihsân sâhibidir. Elma ağacındaki bütün elmaları alsan, alma demez. Bir tane elmadan ne çıkar.” dediler.
Sâbit aramalardan sonra, bahçenin sâhibini buldu ve; “Ya elmanın parasını al, yahut helâl et.” dedi. Bahçe sâhibi onun haramlardan ve şüphelilerden sakınma husûsundaki gayretini görüp, hareketinin doğru olup olmadığını kontrol etmek istedi. Sâbit’e; “Helâl etmem için ne vereceksin?” diye sordu. Sâbit; “Altın istersen altın, gümüş istersen gümüş.” dedi.
Bahçe sâhibi; “Ben altın, gümüş istemem. Kıyâmet gününde senden dâvâcı olmamamı istiyorsan, bir teklifim var. Onu kabûl edersen hakkımı helâl ederim.” dedi. Sâbit; “Teklifin nedir?” diye sordu. Bahçe sâhibi; “Benim bir kızım var; gözleri görmez, kulakları duymaz, dili söylemez, ayakları yürümez. Bunu sana nikâh etmek istiyorum. Kabûl edersen elmayı sana helâl ederim. Yoksa, yarın kıyâmet günü Allahü teâlânın huzûrunda seni mahcûb ederim.” dedi.
Sâbit kendi kendine; “Ey dîninde sâbit olan Sâbit! Kıyâmette tehlike ve sıkıntılara mâruz kalmaktansa buna dünyâda katlanmak daha iyidir.” deyip kabûl etti.
Bahçe sâhibi, teklifinin kabûl edildiğini görünce, böyle bir kimseye kızını vereceği için çok sevindi. Nikâhı yapıldı. Gece olunca Sâbit üzüntü ile nikâhlısının bulunduğu odaya girdi. Orada, gâyet süslü, güzel, sağlam, görür, işitir, konuşur, yürür bir hanımla karşılaştı. Hanım efendi kalkıp Sâbit’i karşıladı. Saygı dolu ifâdelerle konuştu. Sâbit kendi kendine; “Yâ Rabbî! Bu ne iştir. Hayal mi yoksa rüyâ mı?” dedi. Hanımın kendi nikâhlısı olduğundan şüphelenip odadan geri çıkmak istedi. Hanımı; “Niye çıkıyorsun ey Allahü teâlânın sevgili kulu? Senin helâlin benim!” dedi. Sâbit ona; “Baban seni bana kötüledi. Kördür, sağırdır, dilsizdir, kötürümdür.” diye târif etti. Sen ise ne güzel yürüyorsun ve ne iyi konuşuyorsun. Niçin böyle söyledi. Şaştım doğrusu. Muhakkak bunda bir hikmet vardır.” dedi.
Nikâhlısı kız; “Bu bir sırdır, izin ver açıklayayım. Babamın sözünde yalan yoktur. Dînini kayıran ve seven bir insandır. Seneler oluyor bu evden dışarı çıkmış değilim. Şimdiye kadar hiçbir yabancı, yüzümü görmedi. Ben de bir yabancı yüz görmedim. Bu sebeple gözlerim harama kördür. Kulağım bir yabancı sözü duymamış ve günâh işlememiştir. Bunun için günâha karşı sağırdır. Ayaklarım günah yerlerine gitmez, bunun için kötürümüm. Dilimden hiç kötü söz, günâha sebeb olan bir kelime çıkmadı. Onun için dilsizim. Babamın sözlerindeki hikmet budur.” dedi.
Bu sözleri duyan Sâbit bin Zûtâ Allahü teâlâya şükretti ve; “Yâ Rabbî! Sen her şeye gücü yetensin.” dedi. Haramlardan ve şüphelilerden sakınma ve iffet esasları üzerine kurulan bu evlilikten; ilim, irfân ve takvâ sâhibi olacak olan Nûmân isminde bir çocuk dünyâya geldi. Büyüdü Hhanefi mezhebinin kurucusu imam-ı azam oldu. Hanefî mezhebi, Osmanlı devleti zamanında her yere yayıldı. Devletin resmî mezhebi gibi oldu. Bugün, dünya yüzünde bulunan Ehl-i islâmın yarıdan fazlası ve Ehl-i sünnetin pekçoğu, Hanefî mezhebine göre ibâdet etmektedir.
İmam-ı Azam hazretlerinin okyonuslara benzeyen ilmine hayranlık duyanlar,
O’na şu suali sormuşlar:
-Ya İmam bunca ilmi nasıl öğrendiniz?
İmam-ı Azam şu cevabı vermiştir:
- Bilmediğimi sormaktan utanmamakla…
Bunun için alimler der ki:
-İlmin tek kapısı vardır… O da bilmediğini sormaktan utanmamak kapısı…
Bağdat alimlerinden Kasım bin muhammed der ki:
-Sorulan suale bilmeden cevap vermektense, dilimin kesilmesi bana daha
hayırlı gelmektedir… Alim şöyle devam eder; ” Vallahi ben birçok din
büyüğüne eriştim.. Hiç birinin BİLMİYORUM sözünden rahatsızlık
duyduklarını görmedim… Bildiklerine büyük bir iştiyakla cevap verirken,
bilmediklerine de kolaylıkla bilmiyoruz ” derlerdi… Bundan dolayı da asla
rahatsızlık duymazlardı…
Birgün hutbe okurken cemaatten biri sualler sorar.. O da bilmiyorum cevabını
verir.. Sual sahibi buna kızar ve şu iğneleyici sözü söyler:
-Madem ki bilmiyordun o yüksek makama nasıl çıktın?
Faziletli alim kızmaz şu cevabı verir:
-Ben ilmim kadar yükselerek çıktım buraya… Eğer cehlim nisbetinde
yükselmem gerekseydi, başımın göğe değmesi icap ederdi…
İmam-ı Azam´ın Talebesi Yusuf B.Halit Es-Semti´ye Vasiyeti
İmam-ı Azam Ebû Hanîfe’nin yanında ilim tahsilini tamamlayan Yusuf bin Halit es-Semtî[2], memleketi Basra’ya dönmek için hocasından izin ister. İmam Ebu Hanife, insanî ilişkiler, ilim erbabının mertebeleri, nefis terbiyesi, avam-havas her çeşit insanın eğitimi ve onların durumundan haberdar olmak gibi konularda gerekli nasihatlerde bulunmak üzere kendisine biraz beklemesini; bu vesileyle memleketine döndüğünde ilmine tesir kazandıracak bir araç edinebileceğini söyler ve şu sözleriyle kendisine nasihat etmeye başlar:
“”Evladım! Bilesin ki, insanlarla iyi geçinemediğin takdirde, anan-baban dahi olsalar, onları kendine düşman etmiş olursun. Fakat insanlarla iyi geçinebilirsen, yakının olmasalar bile onları kendine bir anne ve bir baba gibi yakınlaştırabilirsin.”"
Yusuf bin Halit es-Semtî devamla o gün hocasının kendisine şunları söylediğini nakleder:
“”Biraz bekle de zihnimi toparlayıp sana özel bir vakit ayırayım. Sana takdir edeceğin bazı şeyler öğreteyim. Tevfik Allah’tandır.”"
Daha sonra İmam Ebû Hanife uygun bulduğu bir vakitte talebesini çağırarak ona şu nasihatlerde bulunur:
“”Farz edelim ki Basra ya gittin ve orada bizim muhaliflerimizin yanına uğradın. Kendini onlardan üstün gördün ve huzurlarında ilminle boy göstermeye kalkıştın. Kendileriyle iç içe yaşamak ve aralarına girmekten kaçındın. Sen onlara, onlar da sana itiraz etti. Sen onları terk ettin, onlar da seni terk etti. Sen onlara sayıp sövdün, onlar da sana sayıp sövdü. Sen onları sapkınlık ve bidatçilikle, onlar da seni aynı şeylerle suçladı. Senin ve bizim hakkımızda fena sözler söylendi ve nihayet orayı terk edip ayrılmak zorunda kaldın. Bilesin ki bu akıllıca bir iş değildir. Zira Allah bir kapı açıncaya kadar idare etmek zorunda olduğu insanları idare etmeyen kimse akıllı sayılmaz.
Basra ya vardığın zaman insanlar sana ilgi gösterecek ve seni ziyaret edeceklerdir. Seni takdir edeceklerdir. Onları daima hak ettiği konumda tutmaya çalış. Onlar arasından izzet ve ilim sahibi olanlara iyi davran, onlara değer ver. Yaşlılara hürmet, gençlere şefkat göstermeyi ihmal etme. Halka yakınlaşmaya çalış. Günahkar kimseleri idare et; ama arkadaşlarını hayırlı insanlardan seç. İdarecileri hakir görme. Kimseyi incitme. Onurunu koruma hususunda gevşeklik gösterme. Sırrını kimseye açma. Kendisini sınayıncaya kadar kimseye itimat etme. Bayağı insanlardan arkadaş edinme. Sana yakıştırılamayacak şahıslarla ilişki kurma. Sakın cahil kimselere kendini fazla açmayasın. Ne kimsenin davetini, ne de kimsenin hediyesini kabul et[3].
İnsanlarla iyi geçinmeye, karşılaştığın fenalıklara karşı sabır ve tahammül göstermeye, güzel ahlaklı ve geniş kalpli olmaya çalış. Sürekli aynı elbiseyi giyme. Kendine iyi bir binek seç. Bol bol güzel kokular kullan. Kendine, özel ihtiyaçlarını karşılayacak kadar zaman ayır. Ailenin durumunu gözet. Onları eğitmek ve yetiştirmek için teşebbüse geç.
Similar topics
» îmam-ı A'zam'ın vasiyeti şöyledir
» İmâm-ı Birgivi Vasiyeti
» Cennetlik İnsan kimdir
» İMAM AZAM VE HAKİMLİK
» BAL YEME İMAM AZAM
» İmâm-ı Birgivi Vasiyeti
» Cennetlik İnsan kimdir
» İMAM AZAM VE HAKİMLİK
» BAL YEME İMAM AZAM
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz