baba oğul
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Çocuk Terbiyesi 3

Aşağa gitmek

Çocuk Terbiyesi 3 Empty Çocuk Terbiyesi 3

Mesaj  Admin Salı Haz. 14, 2022 11:28 pm

Çocuk terbiyesinin başlangıç ve safhaları

(1) Çocuk terbiyesine doğumla birlikte başlamak

Rasûl-i Ekrem (s.a.v.), gerek kendi çocukları ve gerekse yakın çevresindeki çocuklarla doğmadan önce ilgilenmeye başlar ve çocuk terbiyesinin doğumla birlikte ve hattâ daha öncesinde başlaması gerektiğine işaret ederdi. Kızı Hz. Fâtıma (r.anha) torunu Hz. Hasan’a (r.a.) hamile iken yanına uğrayıp hâlini hatırını sorar ve ‘çocuk doğunca kendisine haber verilmesini, haber vermeden de çocuğa hiçbir şey yapılmamasını’ tembih ederdi.’ [Ali el-Müttakî, Kenzü’l-Ummâl, 16, 261-262] Aynı alâkayı torunu Hz. Hüseyin (r.a.) için de göstermiştir.

Rasûlullah Efendimiz, yeni doğan çocuğa verilen ilk gıdanın faziletli ve âlim bir şahsın elinden olmasında hassasiyet gösterirdi. Bu ihtimamı sadece kendi torunları için değil, bütün çocuklar için de gösterirdi. Nitekim Hz. Âişe (r.anha), ‘doğduğu zaman çocukların Rasûlullah’a (s.a.v.) getirildiğini, O’nun da bunlara hayır duada bulunup tahnîk yaptığını’ belirtmektedir. [Müslim, Sahih, Âdâb, 27; Tahnîk, hurma vb. gıdaları ağızda çiğnedikten sonra çocuğun damağını onunla ovmaktır. (İbnu’l-Esîr, en-Nihâye, 1, 451)] Müslüman eğitimciler, Rasûlullah’ın (s.a.v.) çeşitli hikmetlere mebnî bu sünnetinin, yeni doğan çocuğun âlim ve fâzıl bir zâta götürülerek tahnîk ettirmek sûretiyle yaşatılmasını tavsiye etmişlerdir. [İbrahim Cânan, Peygamberimizin Sünnetinde Terbiye, s. 81]
Hz. Âişe’nin (r.anha) ifadesine göre, yeni doğan çocuk için dua edip, Allah’tan ömrünün bereketli kılmasını talep etmek de, Rasûl-i zî-şânın (s.a.v.) bir başka tavsiyesidir. [Buharî, Sahih, Deavât, 31]

Rasûl-i Ekrem (s.a.v.), çocukların kulağına ilk telkin edilecek şeyin ‘ezân ve ikâmet’ olmasını isterdi. Torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin doğduklarında, sağ kulaklarına ezan, sol kulaklarına da ikâmet okumuştu. [Ebû Dâvud, Sünen, Edeb, 107] Bu telkin, çocuğun daha ilk günden ihmal edilmeyip, dinin şeâiriyle-mukaddesleriyle tanıştırılması gerektiğine önemli bir işarettir. Aynı zamanda bu uygulama, ‘Eğitim ve terbiyenin mevsimi beşikten mezara kadardır.’ kanaatini seslendiren Müslüman eğitimciler için de bir mihenk taşı olsa gerektir.

Fahr-i âlem (s.a.v.) Efendimizin, çocuğun doğumu sonrasında önemle üzerinde durduğu bir başka husus da, onlara ‘güzel bir isim’ verilmesidir. O’nun “Sizler kıyamet günü kendi isimleriniz ve babalarınızın isimleriyle çağrılacaksınız. O hâlde isimlerinizi güzelleştirin.” [Ebû Dâvud, Sünen, Edeb, 61] ihtarı, Asr-ı Saadet’te yankısını bulmuş ve güzel isimlerin seçilmesine ihtimam gösterilmiştir. Nitekim Hz. Fâtıma (r.anha) ilk çocuğunu dünyaya getirdiğinde, Hz. Ali (r.a.) ona ‘Harb’ adını koymak istemiş, ancak Rasûlullahn (s.a.v.) bu ismi beğenmeyerek torununa ‘Hasan’ adını vermiştir. [İbn İshâk, Sîret, s.231] Keza oğlu İbrahim’in doğumu müjdelendiğinde, “Bu gece bir oğlum oldu; ona atam İbrahim’in adını verdim.” [Müslim, Sahih, Fedâil, 62] diyerek sevincini açıkça izhar etmişti.

Rasûl-i Ekrem (s.a.v.), çocuklar doğduktan sonra ilk yedi gün içerisinde, başlarındaki tüyü tıraş ettirip ağırlığınca ‘sadaka’ vermek [Mâlik, Muvatta’, Akîka 2], Allah’a şükrün bir ifadesi olarak ‘kurban (akîka)’ kesmek [Buharî, Sahih, Akîka, 2], yakınlara ve eşe dosta ‘ziyafet’ tertip etmek [Buharî, el-Edebü’l-Müfred, s. 335] ve çocuğun doğumunu müjdeleyenlere ‘hediye’ takdiminde bulunmak [İbn Sa’d, et-Tabakâtu’l-Kübrâ, VIII/212] gibi sünnetler koymak suretiyle, Allah’ın bir kimseye verdiği en önemli lütuflardan birinin çocuk olduğuna ve çocuk terbiyesi mevzuundaki yükümlülüklerin de doğumla birlikte başlaması gerektiğine dikkat çekmiştir.

(2) Terbiyede şefkat-ciddiyet dengesini korumak

Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.), tabiat itibariyle şefkat ve muhabbet dolu bir yücelik timsali, raûf ve rahîm sıfatlarının sahibiydi. Her zaman güler yüzlü, tatlı sözlü ve şefkatliydi. Torunlarını öpüp koklarken Rasûlullah’ı (s.a.v.) gören Akra’ b. Hâbis adlı sahabi bunu yadırgayarak, “Benim on çocuğum var ve şimdiye kadar hiç birini öpmüş değilim.” dediğinde; Fahr-i Kâinat Efendimiz (s.a.v.) de onun bu tavrının hoş olmadığını, “Merhamet etmeyene merhamet olunmaz.” veya bir başka vesileyle, “Allah kalblerinizden şefkat duygusunu çıkardı ise, ben ne yapabilirim ki!” demiştir. [Buhârî, Sahih, Edeb, 18]
Hicretin 10. yılında oğlu İbrahim, 16 veya 18 aylıkken hastalanmış ve kucağında vefat etmişti. Bunun üzerine mübarek gözlerinden yaşlar boşalmış; bunu gören Abdurrahman b. Avf (r.a.), hayretini gizleyememiş ve neden ağladığını sormuştu. Âlemlere rahmet Efendimiz (s.a.v.), ağlamanın şefkat ve merhamet emaresi / belirtisi olduğunu ifadeyle, oğlu İbrahim’e yönelerek duygularını şöyle ifade etmiştir: “Eğer tekrar buluşma vaadi olmasaydı… senin için daha fazla üzülürdük. Yine de senin için çok mahzunuz ey İbrahim! Gözler yaş akıtır, kalb hüzünlenir, lâkin biz Allah’ın hoşlanmayacağı şeyi söylemeyiz.” [Buharî, Sahih, Cenâiz, 43]

Rasûlullah (s.a.v.), “Bunlar benim dünyadaki iki reyhanım (kokuların en güzeli)” [Buharî, Sahih, Fedâilü’s-sahâbe, 22] dediği torunlarını kucaklar, koklar ve bağrına basardı. O’nun (s.a.v.) sevgisi sadece kendi çocukları ve torunlarına münhasır değildi; diğer çocukları da sever okşardı. Üsâme b. Zeyd’in anlattığına göre, Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) onu bir dizine, torunu Hasan’ı da bir dizine oturtur, sonra ikisini de bağrına basarak: “Allah’ım, ben bunları seviyorum; bunları Sen de sev!” [Buharî, Fedâilü’s-sahâbe 18] diye dua ederdi. Bir namaz esnasında sırtına binen torunu kendiliğinden ininceye kadar secdeyi uzatmış, çocuğa müdahale etmemiştir. Hattâ namaz bitince cemaatten birinin, “Ey Allah’ın Resûlü, namaz sırasında secdeyi öyle uzun tuttunuz ki, bir hâdise meydana geldiğini veya Sana vahiy indiğini zannettik.” demesi üzerine: “Hayır! Bunların hiçbirisi olmadı; torunum sırtıma bindi. Acele etmeyi ve hevesi geçmeden de sırtımdan indirmeyi uygun bulmadım.” diye karşılık vermiştir. [Nesaî, Sünen, Tatbîk, 82]

Burada önemli bir hususa işaret etmek gerekir ki, Sevgili Peygamberimizde (s.a.v.) sevgi ve şefkat her zaman asıl olmakla birlikte; O (s.a.v.), şefkat ve ciddiyet arasında belli bir denge de gözetmiştir. Zîrâ O (s.a.v.), vazifesi / misyonu ve tecehhüzü / donanımı itibariyle bir ciddiyet ve vakar insanıydı. Ashab-ı Kirâm (r.anhum), derlenip toparlanmadan, huzuruna yakışır bir hâl almadan, hürmetsizlik edecekleri endişesiyle O’nun karşısına çıkmaya, yüzüne bakmaya cesaret edemezlerdi. Hz. Ali ve Hz. Fâtıma (r.anhuma) da böyleydi. Onlardaki hürmet ifadelerine sürekli şahit olan Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (r.anhuma) de zamanla aynı ruh hâletine bürünmüşlerdi. Yaşları ilerledikçe onları tatlı bir mehâbet hissi sarıvermişti. Rasûlullah (s.a.v.), ne kadar yumuşak ve müşfik davranırsa davransın, muhatapları asla lâubaliliğe girmezlerdi.

(3) Sevgi ve ciddiyet dengesi

Sevgiyle ciddiyeti dengeleme meselesi, pedagojik açıdan da önemli bir husustur. Öğrencilerin hissiyatını gözetme, onların dertlerini dinleme, başlarını okşama, ellerinden tutma ve ihtiyaçlarını giderme mutlaka ehemmiyetlidir; fakat onlar karşısında ciddiyeti ve vakarı koruma da oldukça önemli bir husustur. Gerek anne-babalar, gerekse öğretmenler, çocuklarına veya öğrencilerine mutlaka sinelerini açmalı, her zaman onlarla ilgilenmeli, dertlerine ortak olmalı, gerekirse harçlık vermeli, hattâ onlar için canlarını bile feda etmeyi göze alabileceklerini göstermeli ve sevgilerini ortaya koymak için her vesileyi değerlendirmeli; ancak onlar karşısındaki konumlarını ve ciddiyetlerini mutlaka korumalıdırlar. Aksi hâlde, kontrolsüz sevgi ve alâkanın çocuğu şımartıp küstahlaştırması ve ukalalaştırması kaçınılmaz olacaktır.

Rasûlullah (s.a.v), çocukların ve torunlarının henüz çok küçük oldukları bir dönemde, onları birer ikişer omuzlarına almış, öpmüş, sevmiş ve onlara dualar etmiştir. Bu vesileyle, hem şefkat ve merhametinin gereğini ortaya koymuş, hem hâdiseye şahit olan sahâbilere bazı terbiye usûl ve kaidelerini öğretmiş, fakat daha bilemediğimiz onlarca hikmeti gözeterek, torunlarını kucağına aldığı zamanlarda bile O (s.a.v.), daimî duruşunu, her zamanki tavrını ve ciddiyetini korumuştur.

(4) Çocuklara değer vermek, onlarla ilgilenmek

Rasûlullah (s.a.v.), çocukları en güzel dünya nimetlerinden biri olarak görür; onlara karşı ilgiyi-alâkayı asla eksik etmez ve değerli olduklarını onlara hissettirirdi. O bir gün evinden çıkmış, torunlarından birini bağrına basarak: “Siz çocuklar insanı(n çok yaman imtihan vesilesisiniz; bu sebeple) bazen cimriliğe, bazen korkaklığa, bazen de cehalete müptelâ kılarsınız. Buna rağmen sizler Allah’ın en güzel kokulu nimetisiniz” [Tirmizî, Sünen, Birr, 11] sözleriyle, onların nâdide bir çiçek gibi olduklarına işaret etmiştir. Bu sebeple onların ağlamasına dayanamaz, ağlamalarına sebep olanları ikaz eder; namaz esnasında ağlayan bir çocuk sesi duysa, namazını kısaltır ve annesinin onunla ilgilenmesine fırsat verirdi [Buhârî, Sahih, Ezân, 65] Ashaptan Hz. Büreyde’nin (r.a.) naklettiğine göre, Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) Mescid’de hutbe okurken, henüz çok küçük yaştaki torunlarının düşe kalka ilerlediklerini görünce hutbeyi yarıda keserek yanlarına gitmiş, onları kucağına alarak tekrar hutbeye çıkmış ve, “Allah Teâlâ, ‘Mallarınız ve evlâtlarınız (sizin için) bir imtihan (vesilesi)dir’[Teğâbün suresi, 15] derken ne kadar doğru söylemiş. Bunları öyle görünce sabredemedim.” buyurmuş ve hutbesine devam etmiştir. [Tirmizî, Sünen, Menâkıb 30]

Nebî (s.a.v.), çocuklarla şakalaşır, onların anlayacağı dille konuşur, seviyelerine uygun espriler yapardı. Enes b. Mâlik’in üvey kardeşi Ebû Umeyr’in (r.anhuma) çok sevdiği kuşu ölünce, onu teselli etmek istemiş ve, “Ebû Umeyr! Serçeciğe ne oldu, serçecik ne yapıyor şimdi!” [Buhârî, Sahih, Edeb, 81] sözleriyle de acısına ortak olmuştu. Çocuklara “yavrum, evlâdım, oğlum” diye hitap edilmesini ister, kendisi de bu sözlerle gönüllerini alırdı. Yolda karşılaştığı çocukları bineğine alır, gidecekleri yere kadar götürürdü. [Buhârî, Sahih, Libâs, 98] Hasta olduklarını öğrendiğinde ziyaret eder, şifâ dileğinde bulunur, ashabın da böyle davranmasına örneklik ederdi. Nitekim Medine’de yaşayan bir Yahudî çocuğunu hasta yatağında ziyaret etmiş, ölmeden önce onun Müslüman olmasına vesile olmuştu. [Buhârî, Sahih, Cenâiz, 79]

Fahr-i Kâinat (s.a.v.), çocukların bir ihtiyacı olduğunda karşılar, isteklerini yerine getirirdi. Torunlarından birinin bir gün susadığını görmüş, hemen bir koyunun sütünü sağarak getirmiş ve ona içirmiştir. [İbn Hanbel, Müsned, I/101] Çocukların tertemiz fıtratlarına işaretle, mevsimin ilk ürünü hasat edildiğinde, mahsulün bol ve bereketli olması için Allah Teala’ya dua etmiş ve oradaki topluluktan en küçük çocuğu çağırarak ilk meyveyi ona yedirmiştir .[İmam Malik, Muvatta’, Câmi’, 1] Çocuklarla selâmlaşmış, hâllerini hatırlarını sormuştur.

Rasûl-i Ekrem (s.a.v.), çocukların şahsiyet sahibi olmaları için onlarla her ortamda ilgilenmiş, onlara değer vermiş, onları anlamak için söz hakkı verip dinlemiş, dünyalarına girmeye çalışmıştır. Çocuk yaşlardaki sahabilerden Râfi’ b. Amr’ın (r.a.) başından geçen bir hâdise bunun en güzel örneğidir. Hz. Râfi’, bir gün Medine’de Ensar’dan birinin bahçesindeki hurmaları taşlamış ve sahibi tarafından yakalanarak Rasûlullah’ın (s.a.v.) huzuruna getirilmişti. Efendimiz (s.av.) ona önce; “Yavrum! Hurmaları neden taşladın?” diye sordu. Çocuk da, “Karnım açtı, yemek için taşladım.” diye karşılık verdi. Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem ve Nebiyy-i Muhterem (s.a.v.), “Peki, o hâlde bir daha hurmaları taşlama, dibine dökülenlerden ye, olur mu?” diye tatlı bir şekilde uyarmış ve, “Allah’ım! Ona doyumluluk ver!” diye dua etmişti. [Ebû Dâvud, Sünen, Cihad, 85] Nebî (s.a.v.), çocuğun suç işlediğini öğrendiği hâlde önce onu konuşturmuş, niyetini ve düşüncelerini öğrenmek istemiştir. Çocuklar çoğu kez yanlış yaparlar, yaptıkları yanlışın farkında da olmayabilirler. Onlar ne yaparlarsa yapsınlar, karar vermeden önce kendilerini dinlemek ve dünyalarına girip onları anlamaya çalışmak gerekir. Bu yaklaşım tarzı, çocuk terbiyesinde, çocuğa değer verip ilgi - alâka duyulduğunu gösteren ve tesirli neticelerin alınmasını sağlayacak bir davranış tarzıdır.

(5) Dinî değerleri yaşayarak örnek olmalı

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), çocuklara ‘dinî değerleri’ ve mânevî hakikatleri kavratma mevzuunda kolaydan zora, esastan furûâta doğru bir yol takip edilmesi gereğine işaret etmiştir. Bu sebeple dinî hayatın esası olan ve temeli kalbî tasdikten ibaret bulunan iman esaslarının telkini, öncelikli olarak ele alınmıştır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), huzuruna getirilen çocuklara ve gençlere, yaşlarına ve seviyelerine göre öncelikle iman hakikatlerini öğretir, kavratırdı. Nitekim konuşmaya yeni başlayan akraba çocuklarına imanın esası olan tevhid hakikatinden bahseden âyetleri ve kelime-i tevhîdi yedi kez tekrar ettirerek kavratmaya çalışmış ve dolayısıyla ashaba da bu hususta yol göstermişti. [Abdurrezzâk, Musannef, 4, 334] Ashâptan Cündeb b. Abdullah’ın (r.a.) naklettiğine göre, bir grup genç Medine’ye gelmişler ve kısa bir süre Rasûlullah Efendimizle (s.a.v.) birlikte kalmışlardı. Hz. Cündeb, bu zaman zarfında Kur’ân’dan önce, iman hakikatlerini öğrendiklerini, bilahare Kur’ân’ı öğrendiklerini ve böylelikle imanlarının arttığını ifade etmektedir. [İbn Mâce, Sünen, Sünnet, 9] Bunlar, iman hakikatinin çocuklara çok daha erken yaşlarda ve onların anlayabilecekleri ve kavrayabilecekleri bir dille ve bizzat yaşayarak öğretilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır. İmanla alakılı hususlar her ne kadar mücerret bir vak’a (olgu) olsa da, bu nevi hakikatleri öğretmenin de bir usûlü vardır ve bu hususta takip edilecek en müessir yol da, imana dair yaşanan tecrübelerin hâl ve kaal diliyle çocuğa anlatılıp kavratılmasıdır. İman hakikatlerini bütün hücrelerinde duyup hisseden bir mü’minin bu hakikatleri çocuklara kavratmakta zorlanmayacakları gün gibi aşikârdır.

(6) Kur’an-ı Kerim’i okutup öğretmeli

Rasûlullah (s.a.v.), çocuklara Allah’ın kelâmı olan ‘Kur’ân-ı Kerîm’i öğretir ve ashabına da çocuklarına Kur’ân’ı öğretmeleri tavsiyesinde bulunurdu. Annesinin isteği üzerine sekiz yaşından itibaren çocukluğu Efendimizin (s.a.v.) yanında geçmiş olan Enes b. Mâlik’e (r.a.) şunları tavsiye etmişti: “Evlâdım! Kur’ân okumayı ihmal etme ve (unutma ki) Kur’ân ölü kalblere hayat verir; kötü ve çirkin şeylere, haddi aşmak gibi kusurlara karşı da insanı korur…” [Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, 2, 377] Keza sahabeyi bu hususta teşvik etmek için de şöyle buyurmuştur: “Çocuklarınızı şu üç hususta yetiştirin! Bunlar: Peygamber sevgisi, Ehl-i Beyt sevgisi ve Kur’ân kıraati. (Ömrünü Kur’ân’ı okuyarak, hatmederek ve anlayarak geçiren) Kur’ân hizmetkârlarına, hiçbir gölgenin bulunmadığı günde (kıyamet gününde) peygamberler ve salih kullarla birlikte Allah’ın gölgelikleri takdim edilecektir.” [el-Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, 1, 225] Fahr-i Kâinat’ın (s.a.v.) amcasının oğlu İbn Abbas (r.anhuma) da küçük yaşlarda başından geçen bir hatırasını şöyle nakleder: “Rasûlullah’ın (s.a.v.) vefatı esnasında on yaşındaydım. Ve ben (Kur’ân’dan) el-Muhkem’i okumuştum.” Kendisine ‘el-Muhkem’in ne olduğu sorulduğunda, onun ‘el-Mufassal (Hucûrât Sûresi’nden sonra gelen 68 sûre) olduğunu ifade etmiştir. [Buhârî, Sahih, Fedâilü’l-Kur’ân, 25] Dolayısıyla Rasûlullahın (s.a.v.) terbiyesi altında yetişen çocuklar, Kur’ân terbiyesiyle yetişmişler ve küçük yaşlardan itibaren de seviyelerine göre kulluk vazifelerine hazırlanmışlardır.

(7) Dinin direği ve en önemli vecibelerden biri olan ‘namaz’ın çocuklara öğretilip kavratılması ve namaz şuuruyla yetiştirilmesinin de çocuk terbiyesinde çok önemli bir yeri vardır. Kulluk vazifelerinin farziyeti her ne kadar büluğ çağı itibariyle başlasa da, Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.), çocuklara yedi yaşına geldiklerinde alıştırmak maksadıyla namazın öğretilmesini, on yaşına geldiklerinde hâlâ namazın ifasında kusurlu davranıyorlarsa, ceza verilerek tedip edilebileceklerini [Tirmizî, Sünen, Mevâkîtü’s-Salât, 183] ifade buyurmaktadır. Günümüz eğitimcileri tarafından da zorunlu öğrenme devresinin yedi yaş civarı olduğu kabul edilmektedir. Çocuk yedi yaşına girince, o devreye kadar, kendi gözlemleriyle yapılan şeyleri zaten kavramıştır. Artık bu merhalede sadece, onun elinden tutup o güne kadar müşahedeleriyle idrâk ettiği / gözlemleriyle algıladığı şeyleri açıklama, yerine göre teşvik (terğîb) ederek, yerine göre de korkutarak (terhîble) uyarılmalıdır. Öyleyse belli bir yaşa kadar hâl ile yani yaşayarak gösterme geçerli iken, belli bir dönemden sonra artık fikrî seviyesine göre ve mantığına hitap edecek şekilde her mevzuyu açıklamak gerekecektir. Dolayısıyla çocuk, bazılarına göre Allah Teala karşısında altı yaşında, bazılarına göre sekiz yaşında, bazıları için de en geç on yaşında bir yetişkin kabul edilerek onore edilmeli, izzetine ihtimam gösterilmeli ve her şey, ona nebevî bir azim ve iştiyakla anlatılmalıdır.

N e t i c e

Günümüzde çocuk eğitimine dâir yapılan ilmî araştırmalar gösteriyor ki, çocuk terbiyesi / eğitimi çocuğun doğumuyla başlaması gereken bir yoldur. Hadîs-i şerîflerde bu vazife yapılması gereken yükümlülükler arasında, yeni doğan çocuğa mânevî şahsiyetinin kazandırılmasına matuf olarak âlim ve fâzıl bir zâta tahnik yaptırılarak dua ettirilmesi, kulağına ilk telkin edilecek sözlerin ezan ve ikamet olması, güzel bir isim verilmesi, doğumundan dolayı Hâlık Teala’ya bir şükrün ifadesi olarak akîka kurbanının kesilmesi gibi tavsiyelerin bulunduğu anlaşılmaktadır.

Küçük yaşlarda sevgi ve şefkate büyük ihtiyaç duyan yavruların sevgi ve şefkat timsâli ebeveynler tarafından muhabbetle kucaklanması, sevgiden yoksun bırakılmaması da çocuk terbiyesinin önemli esaslarındandır. Bununla birlikte ölçüsüz ve dengesiz bir sevginin zamanla çocuğun şımarmasına ve lâubalileşmesine sebep olacağından, şefkat-ciddiyet dengesinin korunması ve bu hususta ölçülü olunması gerekmektedir. Çocukları hayata hazırlamak ve şahsiyetlerinin gelişmesine yardımcı olmak maksadıyla, onlara değer verip ilgilenmek, onların seviyelerine uygun espriler yapmak, ‘yavrum, evlâdım, çocuğum’ diye hitap ederek gönüllerini almak, herhangi bir suç işlediklerinde cezalandırmadan önce konuşmalarına fırsat verip dinlemek, yaşlarına uygun vazifeler vererek sorumluluk sahibi olmalarına, kendilerine güvenme hasletini kazanmalarına yardımcı olmak gibi hususlar da hadîs-i şerîflerde anlatılan tavır ve davranışlardır. Çocuk terbiyesinde en önemli hususlardan biri de, onların kendi irfanımızı (öz kültürümüzü) ve mânevî değerlerimizi, en güzel yöntemlerle öğrenmelerini ve iyice kavramalarını sağlamaktır. Onlara, dinî ve millî değerlerimizi en tesirli biçimde kavratmanın yolu, bunları bizzat yaşamamızdır.
Admin
Admin
Admin

Mesaj Sayısı : 4953
Kayıt tarihi : 12/01/09
Yaş : 52

https://moral.yetkin-forum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön


 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz