1 ocak Mekke'nin fethi
1 sayfadaki 1 sayfası
1 ocak Mekke'nin fethi
Mekkenin Fethi - 01OCAK630
1 Ocak MEKKE'nin FETHİ
Hicretin 8 senesi, Ramazan ayı, Cuma günü (Milâdî, Ocak 630)
Mekke, yeryüzünde Tevhidin timsali ilk Mâbed olan Kâbe'nin bulunduğu şehir O Kâbe ki, "Çok mübarek ve insanların kıblesi olup âlemlere doğru yolu gösteren Kâbe'dir"498 Mübârekiyeti ve hidayete vesile oluşu Tevhid-i İlâhînin mücessem bir delili olmasından ileri gelmekte İlk bânisi, ilk insan ve ilk peygamber Hz Âdem (as), onu bu gaye için inşa etmişti Zamanla bina gözden kaybolacak vaziyete gelmiş, fakat temelleri sabit kalmıştı Ebü'l-Enbiyâ (Peygamberlerin Babası) lâkabıyla anılan Hz İbrahim, oğlu Hz İsmail ile birlikte, bu temel üzerine Allah'ın emir buyurmasıyla Kâbe'yi yeniden inşâ etmişler ve Kâbe "Tevhid" inancının yeniden mücessem bir sembolü olmuştu
Ancak, yeryüzünün bu en şerefli ve en faziletli binâsı hâlâ Tevhid inancından uzak yaşayan, hattâ bu inancı var güçleriyle ortadan kaldırmaya, müntesiplerini yok etmeye çalışan Kureyş müşriklerinin elinde bulunuyordu Binâ ediliş gayesinin tam aksine içi putlarla dolu duruyordu
Tevhid inancının ve bu inancın mümessili Müslümanların can düşmanları olan müşrikler, burada her türlü rezaleti irtikâp ediyorlardı
Gayretullaha dokunan, Hz Âdem (as) ile Hz İbrahim'in ruhaniyetlerini rencide eden, bütün Müslümanların da kalb ve vicdanlarını derinden sızlatan bu durumun bir an evvel ortadan kaldırılması lâzımdı Bu mübârek mâbedin ve bu mâbedin içinde bulunduğu Mekke'nin bir an evvel müşriklerin kirli ellerinden kurtarılması gerekiyordu
Hz Fâhr-i Âlem Efendimiz (asm), bunu düşünüyor, bu maksadının tahakkuku için bir yol arıyordu
Uzun zamanlar imkânlar ve şartlar buna el vermemişti Çünkü, Müslümanlar henüz az ve zâif bir durumda bulunuyorlardı Müslümanların mevcut gücüyle bunu elde etmek de oldukça zordu Üstelik Medine'nin her an düşman taarruzuna uğraması da muhtemeldi Bu gayenin bilfiil gerçekleşmesi için İslâmın inkişaf etmesi, Müslümanların çoğalması, güç ve kuvvet kazanması gerekiyordu Aksi takdirde bu yoldaki bir teşebbüs sonuçsuz kalabilirdi Bir işe teşebbüste zaman ve zemini değerlendirmeyi çok iyi bilen Peygamber Efendimiz, bu gâyesinin tahakkuku için Cenâb-ı Hakkın müsait şartlar ihsan etmesini sabırla bekliyordu
Hicretin sekizinci yılında, İslâm, olanca haşmetiyle etrafa yayılmıştı Bir taraftan İslâmın en amansız düşmanlarından biri olan Hayber ve civar Yahudileri tâbiiyet altına alınmış, diğer taraftan en büyük bir fetih ve zafer olan Hudeybiye Anlaşması yapılmış ve yine bir başka taraftan o zamanın koskocaman Bizans İmparatorluğuna Müte Harbiyle gözdağı verilmişti
Bütün bunlar, İslâmın ve Müslümanların önüne geçilmesi imkânsız büyük kuvvet halini almış olduğunu ortaya koyuyordu
Artık bu ulvî ve mukaddes gayenin bilfiil tahakkuk zamanı gelmiş ve gerekli imkânları Cenâb-ı Hak ihsan etmişti Ancak, ortada bir mâni vardı O da müşriklerle yapılmış olan Hudeybiye Anlaşması idi Bu anlaşmaya göre Müslümanlarla müşrikler on sene birbirleriyle harp etmeyecek ve anlaşmayı bozmayacaklardı
Ahde vefada zirve noktasında bulunan Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, bu kudsî gayesi için de olsa, ahdini bozup müşrikler üzerine yürümeyi düşünmüyordu.
1 Ocak MEKKE'nin FETHİ
Hicretin 8 senesi, Ramazan ayı, Cuma günü (Milâdî, Ocak 630)
Mekke, yeryüzünde Tevhidin timsali ilk Mâbed olan Kâbe'nin bulunduğu şehir O Kâbe ki, "Çok mübarek ve insanların kıblesi olup âlemlere doğru yolu gösteren Kâbe'dir"498 Mübârekiyeti ve hidayete vesile oluşu Tevhid-i İlâhînin mücessem bir delili olmasından ileri gelmekte İlk bânisi, ilk insan ve ilk peygamber Hz Âdem (as), onu bu gaye için inşa etmişti Zamanla bina gözden kaybolacak vaziyete gelmiş, fakat temelleri sabit kalmıştı Ebü'l-Enbiyâ (Peygamberlerin Babası) lâkabıyla anılan Hz İbrahim, oğlu Hz İsmail ile birlikte, bu temel üzerine Allah'ın emir buyurmasıyla Kâbe'yi yeniden inşâ etmişler ve Kâbe "Tevhid" inancının yeniden mücessem bir sembolü olmuştu
Ancak, yeryüzünün bu en şerefli ve en faziletli binâsı hâlâ Tevhid inancından uzak yaşayan, hattâ bu inancı var güçleriyle ortadan kaldırmaya, müntesiplerini yok etmeye çalışan Kureyş müşriklerinin elinde bulunuyordu Binâ ediliş gayesinin tam aksine içi putlarla dolu duruyordu
Tevhid inancının ve bu inancın mümessili Müslümanların can düşmanları olan müşrikler, burada her türlü rezaleti irtikâp ediyorlardı
Gayretullaha dokunan, Hz Âdem (as) ile Hz İbrahim'in ruhaniyetlerini rencide eden, bütün Müslümanların da kalb ve vicdanlarını derinden sızlatan bu durumun bir an evvel ortadan kaldırılması lâzımdı Bu mübârek mâbedin ve bu mâbedin içinde bulunduğu Mekke'nin bir an evvel müşriklerin kirli ellerinden kurtarılması gerekiyordu
Hz Fâhr-i Âlem Efendimiz (asm), bunu düşünüyor, bu maksadının tahakkuku için bir yol arıyordu
Uzun zamanlar imkânlar ve şartlar buna el vermemişti Çünkü, Müslümanlar henüz az ve zâif bir durumda bulunuyorlardı Müslümanların mevcut gücüyle bunu elde etmek de oldukça zordu Üstelik Medine'nin her an düşman taarruzuna uğraması da muhtemeldi Bu gayenin bilfiil gerçekleşmesi için İslâmın inkişaf etmesi, Müslümanların çoğalması, güç ve kuvvet kazanması gerekiyordu Aksi takdirde bu yoldaki bir teşebbüs sonuçsuz kalabilirdi Bir işe teşebbüste zaman ve zemini değerlendirmeyi çok iyi bilen Peygamber Efendimiz, bu gâyesinin tahakkuku için Cenâb-ı Hakkın müsait şartlar ihsan etmesini sabırla bekliyordu
Hicretin sekizinci yılında, İslâm, olanca haşmetiyle etrafa yayılmıştı Bir taraftan İslâmın en amansız düşmanlarından biri olan Hayber ve civar Yahudileri tâbiiyet altına alınmış, diğer taraftan en büyük bir fetih ve zafer olan Hudeybiye Anlaşması yapılmış ve yine bir başka taraftan o zamanın koskocaman Bizans İmparatorluğuna Müte Harbiyle gözdağı verilmişti
Bütün bunlar, İslâmın ve Müslümanların önüne geçilmesi imkânsız büyük kuvvet halini almış olduğunu ortaya koyuyordu
Artık bu ulvî ve mukaddes gayenin bilfiil tahakkuk zamanı gelmiş ve gerekli imkânları Cenâb-ı Hak ihsan etmişti Ancak, ortada bir mâni vardı O da müşriklerle yapılmış olan Hudeybiye Anlaşması idi Bu anlaşmaya göre Müslümanlarla müşrikler on sene birbirleriyle harp etmeyecek ve anlaşmayı bozmayacaklardı
Ahde vefada zirve noktasında bulunan Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, bu kudsî gayesi için de olsa, ahdini bozup müşrikler üzerine yürümeyi düşünmüyordu.
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz