eğitim ve öğretim
1 sayfadaki 1 sayfası
eğitim ve öğretim
Beyin-zihin sistemi üzerinde yapılan araştırmalar, insanın yaratılıştan sahip olduğu donanımlarının (zihin fakülteleri, beş duyu organı, sezgiler, iç ve dış idrak sistemleri, kalb ve ona bağlı fakülteler vb) öğrenmeye hazır bir sistem olarak yaratıldığını göstermektedir. Günümüzün başarılı ve huzurlu insanı, beyin-zihin sistemine yerleştirilen zihnî melekelerini, kalbini ve ona bağlı his fakültelerini, dengeli şekilde kullanabilen insandır. Bu açıdan başarılı bir eğitim ve öğretimin temelinde insanın öncelikle kendini tanıması vardır. Ancak insanın mahiyetine konan bu öğrenme vasıtalarının, nasıl kullanılacağını gösteren bir “el kitabı” olmadığından, bunların insanlar tarafından fark edilerek inkişaf ettirilmeleri gerekmektedir.
Öğretim sistemimizin dramı
Ülkemizde son 30 yıldır ağırlıklı olarak uygulanan öğretim modeli, öğretmenlerin sınıf ortamında bilgiyi öğrenciye aktarması temeline dayanır. Kullanılan öğretim metodu esas olarak, “konuşma-anlatma” tekniğidir. Yazılanı ve söyleneni aynen kabule dayalı ve öğrencinin kabiliyet ve ilgi alanlarının göz ardı edildiği bu yapıya “ezberci sistem” diyebiliriz. Bizi yanıltan nokta, “öğretme” ile “öğrenmenin” aynı şey zannedilmesidir. Halbuki ‘öğretmek’ söylemek ve bilgi aktarmaktır; ‘öğrenmek’ ise, davranış değişikliği ve performans iyileşmesidir. Bir eğitici, karşısındaki kişide bir davranış değişikliği gerçekleştirinceye kadar bir şey öğretmiş sayılmaz. Öğretmen, belki çok şey söylemiş olabilir, hatta dinleyici anlatılanları anlamış da olabilir. Ne var ki, dinleyenin performansı değişmediği sürece, henüz bir şey öğrenilmiş değildir.
Ezbere dayalı öğretim tekniğinde öğretmek; konuşma, anlatma ve bilgi aktarma mânâsına gelir. “Söyleme-anlatma” metodundan ibaret kalan klâsik öğretim usulü, öğrencinin zihin fakültelerinin aktif olarak devreye girmesini sağlayamamaktadır. Türkiye’deki öğretim sisteminde neredeyse % 90 nispetinde, sadece ders anlatmaktan ibaret olan bu metot uygulanmaktadır. Ayrıca mevcut sistem, çocukların doğuştan sahip oldukları ve kendi öğrenme profillerine uygun öğrenme tarzlarını ve içlerindeki öğrenme enerjisini göz ardı etmektedir. Dimağın bütünüyle öğrenmeye dahil edilememesi, yaratılıştan gelen öğrenme ve kavrama eğilimlerine ters bir durumdur. Söyleme-anlatma metoduna dayalı öğretim tarzında; dimağın hayal gücü, ritim, şekil ve sıra dışı alternatifli düşünme, sentezci ve sistemci düşünme gibi fonksiyonları âtıl kılmaktadır. Türk öğretim sisteminde yetişen öğrencilerin ortak yönleri; yığınla bilgi edinebilmeleri, bu bilgileri başkalarına aktarabilmeleri, fakat öğrendiklerini pratik hayata taşıma nispetlerinin düşüklüğüdür. Ayrıca öğrenciler bilgiyi depolama ve geri çağırma konumundan, onu üreten, sentezleyen özne konumuna yükselememektedir. Bir tuğla yığınından nasıl kendi kendine bir bina ortaya çıkmıyorsa, şuurlu bir öğrenme sürecine girmeden, zihindeki bilgi yığınından da, sentezci düşünceyle yoğrulan üretici ve yenilikçi bilim ortaya çıkmamaktadır.
Öğrenciye aktarılan veya onun hayal ve tasavvur dünyasına giren malumatlar, akıl süzgecinden geçirilmeden kabullenilince, öğrenciler dogmatik zihniyeti yansıtan “tek doğrulu” bakış açısına ve “Sorma! Düşünme! Körü körüne inan!” anlayışına sahip oluyorlar. Bu çarpık metot, öğrenciyi, yalnızca ‘evet-hayır’ kesinliğiyle hâdiseleri ele almaya teşvik etmekte, öğrencilerin fıtraten sahip oldukları şüphe ve merak hislerini dumura uğratmaktadır.
Eğitim-öğretim, yazılan veya söylenen “doğruları” sorgulamadan öğrenmeye yönelik olursa, hedeflenenlerin aksi ortaya çıkar. Meselâ hâdiselere geniş pencereden bakabilen, yeniliklere açık, insan haklarına saygılı fertler yetişmez. Okuduğu her yazıya, duyduğu her söze ve ileri sürülen her düşünceye de düşünülmeden inanması istenen öğrenci, hür düşünmeyi, düşünce üretmeyi, başka fikir ve görüşlere karşı saygılı olmayı öğrenemez. Böyle olunca da, insan hakları, demokrasi, ifade hürriyeti ve toplum kesimleri arasında diyalog ve uzlaşma gibi içtimaî fazilet ve değerler, toplumumuzda gereği gibi hayat bulamaz.
Aktif öğretim metodunda öncelikli mesele, öğrencilerin derslere motive edilmesi, ilgilerinin uyandırılması ve öğrenmeye ihtiyaçları olduğunun hissettirilmesidir.
Yeni öğretim sistemi
Yeni öğretim anlayışında, öğrenme ve araştırmayı öğrenmek, grup çalışması yapabilmek, hem bağımsız hem de birlikte inisiyatif kullanabilmek, çok şey öğrenmekten ziyade, bilginin kaynaklarına ulaşabilmek öncelik kazandı. Kültür ve değer alanına ait doğruların birbirine indirgenemeyeceği, mutlak ve izâfi doğruların varlığı ve birlikteliği, nispî doğruların ve hakikatlerin çoğulculuğu, zıtlıkların aynı anda varlığı gibi yeni prensip ve değerlere dayalı bir düşünme tarzı ve eğitim felsefesi, eski anlayışların yerini almaktadır. Yeni öğretim modelinde öğrenilmesi istenenler, “niçinleri” ve “başka bilgilerle bağlantıları” bilinerek öğrenilecektir. Bilgiyi araştıran, bulan ve işleyen öğrenci, kaynaklara yüzde yüz güven yerine, sorgulayıcı bir anlayışa kavuşacaktır. Bu öğrenciler, düşünceler geliştirerek problem çözme kapasitelerini zenginleştirecektir. Bu modelde, öğrenmede sathîlikten derinliğe geçilmekte, ezber ve taklit yerine, tahkik ve araştırma öne çıkmaktadır. Öğretimde öğrencinin pasif konumu terk etmesi sağlanmakta; bilgiye ulaşmada, üretmede ve sentezde öğrencinin daha aktif bir rol oynamasına izin veren yeni öğretim usulleri geliştirilmektedir. Eskisine kıyasen daha doğru olan yeni öğretim anlayışını, altı direk üzerinde yükselebilen bir binaya benzetebiliriz. Şimdi bunları sıra ile ele alalım:
1) Sorgulamaya ve yapıcı eleştiriye dayalı öğrenme: Bu tarz öğrenmede, öğrenci bir konuyu merak edip araştırmaya başlar, elde ettiği bilgiyi zihninde yeniden inşa eder. Eski ve yeni bilgileri arasında bağlantılar kurmaya çalışır.
Doğruların çeşitliliği ve değişebileceği, aynı doğruya farklı yollarla da ulaşılabileceği anlayışı verildiğinde, öğrenci, sentezci bir düşünce yapısı kazanabilir. Nesnel ve sosyo-kültürel doğrular, onları çevreleyen şartlara bağlıdır. Doğruların çıktığı şartların hâlâ devam edip etmediği gözden geçirilmesi gerekir ki, hâdiseler karşısında bağnaz bir tutum sergilenmesin. Meselâ öğrenci, “Şu anda sahip olduğum doğrular, bakış açım ve bilgilerimle sınırlıdır. Bunları güncelleştirmek ve zenginleştirmek için gayret göstermeliyim. Bilgi dağarcığımı genişletebilmek için devamlı öğrenmeye ve kendimi yenilemeye ihtiyacım var.” anlayışına sahip kılınacak şekilde eğitilmelidir. Bu anlayış ve terbiye öğrencilere verildiğinde, öğrenci her zaman kendini geliştirme şansı bulacaktır.
2) Öğrencinin öğrenme gücünü açığa çıkarma, merak uyandırma ve motivasyona öncelik verme.
İstatistikler, bir toplumda ancak % 10’luk öğrenci kesiminin yaratılıştan her şeye karşı meraklı olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla bu tip öğrenciler, ek bir motivasyona ihtiyaç duymadan merakları sebebiyle, öğrenmeyi her ortamda başarıyorlar. Eğitimde asıl mesele, % 90’lık çoğunluğun nasıl motive edileceği üzerine düğümleniyor. Aktif öğretim metodunda bu açıdan öncelikli mesele, öğrencilerin derslere motive edilmesi, ilgilerinin uyandırılması ve öğrenmeye ihtiyaçları olduğunun hissettirilmesidir. Öğrencilerin motive edilmesinde temel nokta, derslerin “öğrenme ve öğrenci merkezli” hâle getirilmesidir. Ne öğreteceğimizi tespit ettikten sonra, öğrenciler öğrenmeye istekli hâle getirilir ve iyi motive edilirse, derin öğrenme ortaya çıkar; öğretilenler davranışa dönüşür. Motivasyon teorisine göre, insanlar, öğrenmeyi isterlerse, öğrenebilir; merak ve ilgilerini beslerlerse gelişebilir. Bir bilgiyi şuurlu olarak istemeyen veya özümsemeyen kişi, derin öğrenmeyi başaramamış demektir. Bu sebeple, derin ve kalıcı öğrenme, öğretmenin iyi ders anlatmasından ziyade, öğrenciyi iyi motive etmesine ve merakını uyandırmasına bağlıdır.
Usta öğretici hazmedilmiş bilgiyi örnekleriyle aşk ve şevk içinde aktaran, kişideki “öğrenme gücünü” harekete geçirmeye vesile olan, öğrencilerine ilham vermeyi becerebilendir. İnsanların motive olmasında ve potansiyellerinin açığa çıkmasında, aklın yeterli olmadığı, his ve gönül dünyasının da önemli olduğu görülmüştür. Hislerin gelişmesinde gönül dünyası ve mânevî değerler önemli rol oynamaktadır.
3) Öğrenme tarzlarının çeşitliliği: önce öğrenmeyi öğren! Kendini bil, kendini tanı!
Niçin bazı çocuklar daha hareketli iken, bazıları daha sakin, bazı çocuklar düzenli ve tertipli, bazıları ise üst-başını toplayamaz ve bundan da rahatsızlık duymaz? İnsanları bu kadar farklı yapan nedir? Bu farkların oluşmasında, mizacımız, karakterimiz, kişilik yapımız, yetiştiğimiz çevre, alınan terbiye ve şuuraltı gibi birçok faktör rol oynar. Özellikle fertlerin algı, öğrenme ve düşünme farklılıkları, öğrenme tarzlarını şekillendirir.
Öğrenme tarzımız doğuştan gelen karakteristik özelliğimizdir. Öğrenme tarzı; her öğrencinin yeni bilgiyi öğrenmeye hazırlanırken, öğrenirken ve hatırlarken kendine has yollar kullanmasıdır. Bu yüzden öğrenme tarzını bilmek, mânâsız görünen pek çok davranışa mânâ katar. Farklı model ve teorilerde öğrenme tarzları, çeşitli gruplara ayrılarak incelenir. Popüler öğrenme tarzlarından biri, insanın beş duyusuyla algılamada kullandığı sistemlerin baskınlık derecesini esas alır. Bu modele göre öğrenciler, bilgiyi algılamada; görmeye, işitmeye ve hareket/dokunmaya dayalı veri yollarından birini daha baskın kullanmaya eğilimlidirler. Bu yüzden bu model ışığında üç ana öğrenme tarzı vardır. Farklı modellerde bu öğrenme tarzlarının sayısı artmaktadır. Öğrenme tarzlarındaki farklılık, öğrencilerin başarılı olmaları için mizaçlarına uygun motive edilmelerini gerektirir. Dolayısıyla her öğrenci aynı metotla motive edilememektedir. Nasıl öğrendiğini ve motive olduğunu (öğrenme tarzını) bilmeyen insanlara bir şey öğretmek, ilgisiz insanlara bir şey öğretmek kadar zor ve anlamsızdır. Öğrenme tarzımızı bilmek, şuurlu ve derin öğrenmenin temelini oluşturur. Öğrenmeyi öğrenmeyen kişi, aslında Yaratıcı’nın verdiği kabiliyetlerinin farkına varamamış demektir. Çünkü beyin-zihin sistemi yaratılış itibariyle, öğrenmeyi mümkün kılan bir programla donatılmıştır. Özetle, her şey aynı metotla öğretilemediği gibi, her öğrenci de aynı tip öğrenme tarzıyla öğrenememektedir. Her öğrencinin farklı öğrenme tercihlerine sahip olması; öğrenme hedeflerinin öğrenme metotlarına göre ayarlanmasını gerektirir.
4) Bilgi –beceri-davranış kazanma süreci olarak dersler...
Bir konuyu araştıran öğrenci, bu konudaki eksikliklerini öğrenecektir. Gerçek öğrenme budur. İnsanlar merak ettiklerini, daha kolay öğreneceğinden, derslerin “merak çekecek” şekle dönüştürülmesi önemli olmaktadır. “Merak ilmin hocasıdır.” sözü eğitimde anahtar noktayı teşkil eder. Bunun için de “öğretme” değil, “öğrenmenin” esas alınması gerekir. Başka bir ifadeyle, hem “öğreticinin” hem de “öğrencinin” birlikte karar verdiği eğitim usûlleri daha başarılı olmaktadır.
Yeni öğretim anlayışında; anlatma metodu terk edilmekte, onun yerine, senaryo, temsil, proje tabanlı ders müfredatı getirilmektedir. Çünkü, bilgiyi kullanışlı ve faydalı hâle getiren, anlatım metotları, öğrencilerin aktif rol aldığı tekniklerdir.
Gerçek, özümsenmiş, kullanılabilir, doğurgan bilgi; imtihanlarda ölçülebilen bilgi kümeleri değil, pratiğe taşınabilen beceriler kümesidir. Bir bilginin insanın hayatına taşınması ve ona ait olması için, o bilginin değişik safhalarda işlenmesini gerektirir. Gerçek bilgiye götüren öğrenme faaliyeti; anlatma, gösterme, uygulama ve hata düzeltme safhalarından ibarettir. Bu yüzden aktif eğitimde dersler ağırlıklı olarak; problem çözme temelli öğretim ve proje destekli-senaryo temelli öğretim metotlarına dayanır.
a) Problem çözmeye dayalı öğretim: Öğrenciyi sorgulamaya, düşünmeye, öğrenmeye, bilgi kaynaklarına ulaşmaya, sebep-sonuç münasebeti kurmaya teşvik eder. İnsan sorarak, konunun can alıcı noktalarını görerek ve o konuda yorumlar yaparak, meseleleri çözerse, ‘gerçek öğrenme’ ortaya çıkar. Bu, aynı zamanda araştırmaya dayalı öğrenmenin başlangıcıdır.
b) Senaryo temelli-proje destekli öğretim: Dersler “temsiller” hâlinde ve dramatize edilerek işlendiğinde, zihinler ve ilgiler, sınıfların duvarları arasına hapsolma yerine, gerçek hayatla birleşmekte, yaparak ve yaşayarak öğrenme gerçekleşmektedir. Bu tarz öğretimde ders; bilgi, beceri ve davranış kazanma sürecine dönüştüğünden, öğretme yerine öğrenme, bilgi yerine beceriler odak hâline gelmektedir. Senaryo ne kadar gerçekçiyse, dersler o kadar güzel geçecek ve öğrenciler öğrenmeye motive olacaklardır. Meselâ “sigara ve sağlık” gibi bir konu, bir tiryakinin akciğer ameliyatının seyredilmesi ve sonra bir rapor hazırlanması şeklinde işlenebilir. Ameliyathane, lâboratuvar, fabrika atölyesi, koleksiyonlar, bir havaalanı, müzeler, botanik ve hayvanat bahçesi, il veya ilçe kütüphaneleri, bilgisayar programları, internet adresleri, tarihî yerler, senaryonun bir parçası olabilir. Kısacası, bir konuda bilgi, beceri ve davranış kazanmaya doğrudan veya dolaylı yardımı olabilecek her şey, bir öğretim malzemesidir.
Bir diğer verimli öğrenme yolu, projeler hâlinde ders işlemektir. Öğretmen, öğrencilerle birlikte işlenecek dersin konularını proje olarak hazırlar. Bunun için de öncelikle proje grupları oluşturur.
Öğrenme hâdisesinin verimli şekilde gerçekleşmesi, öğretmenin usta öğretici olmasıyla değil, öğrencilere ne derece iyi bir öğrenme ortamı hazırladığıyla orantılıdır.
.
alıntıdır:http://www.sizinti.com.tr/konular.php?KONUID=547
Öğretim sistemimizin dramı
Ülkemizde son 30 yıldır ağırlıklı olarak uygulanan öğretim modeli, öğretmenlerin sınıf ortamında bilgiyi öğrenciye aktarması temeline dayanır. Kullanılan öğretim metodu esas olarak, “konuşma-anlatma” tekniğidir. Yazılanı ve söyleneni aynen kabule dayalı ve öğrencinin kabiliyet ve ilgi alanlarının göz ardı edildiği bu yapıya “ezberci sistem” diyebiliriz. Bizi yanıltan nokta, “öğretme” ile “öğrenmenin” aynı şey zannedilmesidir. Halbuki ‘öğretmek’ söylemek ve bilgi aktarmaktır; ‘öğrenmek’ ise, davranış değişikliği ve performans iyileşmesidir. Bir eğitici, karşısındaki kişide bir davranış değişikliği gerçekleştirinceye kadar bir şey öğretmiş sayılmaz. Öğretmen, belki çok şey söylemiş olabilir, hatta dinleyici anlatılanları anlamış da olabilir. Ne var ki, dinleyenin performansı değişmediği sürece, henüz bir şey öğrenilmiş değildir.
Ezbere dayalı öğretim tekniğinde öğretmek; konuşma, anlatma ve bilgi aktarma mânâsına gelir. “Söyleme-anlatma” metodundan ibaret kalan klâsik öğretim usulü, öğrencinin zihin fakültelerinin aktif olarak devreye girmesini sağlayamamaktadır. Türkiye’deki öğretim sisteminde neredeyse % 90 nispetinde, sadece ders anlatmaktan ibaret olan bu metot uygulanmaktadır. Ayrıca mevcut sistem, çocukların doğuştan sahip oldukları ve kendi öğrenme profillerine uygun öğrenme tarzlarını ve içlerindeki öğrenme enerjisini göz ardı etmektedir. Dimağın bütünüyle öğrenmeye dahil edilememesi, yaratılıştan gelen öğrenme ve kavrama eğilimlerine ters bir durumdur. Söyleme-anlatma metoduna dayalı öğretim tarzında; dimağın hayal gücü, ritim, şekil ve sıra dışı alternatifli düşünme, sentezci ve sistemci düşünme gibi fonksiyonları âtıl kılmaktadır. Türk öğretim sisteminde yetişen öğrencilerin ortak yönleri; yığınla bilgi edinebilmeleri, bu bilgileri başkalarına aktarabilmeleri, fakat öğrendiklerini pratik hayata taşıma nispetlerinin düşüklüğüdür. Ayrıca öğrenciler bilgiyi depolama ve geri çağırma konumundan, onu üreten, sentezleyen özne konumuna yükselememektedir. Bir tuğla yığınından nasıl kendi kendine bir bina ortaya çıkmıyorsa, şuurlu bir öğrenme sürecine girmeden, zihindeki bilgi yığınından da, sentezci düşünceyle yoğrulan üretici ve yenilikçi bilim ortaya çıkmamaktadır.
Öğrenciye aktarılan veya onun hayal ve tasavvur dünyasına giren malumatlar, akıl süzgecinden geçirilmeden kabullenilince, öğrenciler dogmatik zihniyeti yansıtan “tek doğrulu” bakış açısına ve “Sorma! Düşünme! Körü körüne inan!” anlayışına sahip oluyorlar. Bu çarpık metot, öğrenciyi, yalnızca ‘evet-hayır’ kesinliğiyle hâdiseleri ele almaya teşvik etmekte, öğrencilerin fıtraten sahip oldukları şüphe ve merak hislerini dumura uğratmaktadır.
Eğitim-öğretim, yazılan veya söylenen “doğruları” sorgulamadan öğrenmeye yönelik olursa, hedeflenenlerin aksi ortaya çıkar. Meselâ hâdiselere geniş pencereden bakabilen, yeniliklere açık, insan haklarına saygılı fertler yetişmez. Okuduğu her yazıya, duyduğu her söze ve ileri sürülen her düşünceye de düşünülmeden inanması istenen öğrenci, hür düşünmeyi, düşünce üretmeyi, başka fikir ve görüşlere karşı saygılı olmayı öğrenemez. Böyle olunca da, insan hakları, demokrasi, ifade hürriyeti ve toplum kesimleri arasında diyalog ve uzlaşma gibi içtimaî fazilet ve değerler, toplumumuzda gereği gibi hayat bulamaz.
Aktif öğretim metodunda öncelikli mesele, öğrencilerin derslere motive edilmesi, ilgilerinin uyandırılması ve öğrenmeye ihtiyaçları olduğunun hissettirilmesidir.
Yeni öğretim sistemi
Yeni öğretim anlayışında, öğrenme ve araştırmayı öğrenmek, grup çalışması yapabilmek, hem bağımsız hem de birlikte inisiyatif kullanabilmek, çok şey öğrenmekten ziyade, bilginin kaynaklarına ulaşabilmek öncelik kazandı. Kültür ve değer alanına ait doğruların birbirine indirgenemeyeceği, mutlak ve izâfi doğruların varlığı ve birlikteliği, nispî doğruların ve hakikatlerin çoğulculuğu, zıtlıkların aynı anda varlığı gibi yeni prensip ve değerlere dayalı bir düşünme tarzı ve eğitim felsefesi, eski anlayışların yerini almaktadır. Yeni öğretim modelinde öğrenilmesi istenenler, “niçinleri” ve “başka bilgilerle bağlantıları” bilinerek öğrenilecektir. Bilgiyi araştıran, bulan ve işleyen öğrenci, kaynaklara yüzde yüz güven yerine, sorgulayıcı bir anlayışa kavuşacaktır. Bu öğrenciler, düşünceler geliştirerek problem çözme kapasitelerini zenginleştirecektir. Bu modelde, öğrenmede sathîlikten derinliğe geçilmekte, ezber ve taklit yerine, tahkik ve araştırma öne çıkmaktadır. Öğretimde öğrencinin pasif konumu terk etmesi sağlanmakta; bilgiye ulaşmada, üretmede ve sentezde öğrencinin daha aktif bir rol oynamasına izin veren yeni öğretim usulleri geliştirilmektedir. Eskisine kıyasen daha doğru olan yeni öğretim anlayışını, altı direk üzerinde yükselebilen bir binaya benzetebiliriz. Şimdi bunları sıra ile ele alalım:
1) Sorgulamaya ve yapıcı eleştiriye dayalı öğrenme: Bu tarz öğrenmede, öğrenci bir konuyu merak edip araştırmaya başlar, elde ettiği bilgiyi zihninde yeniden inşa eder. Eski ve yeni bilgileri arasında bağlantılar kurmaya çalışır.
Doğruların çeşitliliği ve değişebileceği, aynı doğruya farklı yollarla da ulaşılabileceği anlayışı verildiğinde, öğrenci, sentezci bir düşünce yapısı kazanabilir. Nesnel ve sosyo-kültürel doğrular, onları çevreleyen şartlara bağlıdır. Doğruların çıktığı şartların hâlâ devam edip etmediği gözden geçirilmesi gerekir ki, hâdiseler karşısında bağnaz bir tutum sergilenmesin. Meselâ öğrenci, “Şu anda sahip olduğum doğrular, bakış açım ve bilgilerimle sınırlıdır. Bunları güncelleştirmek ve zenginleştirmek için gayret göstermeliyim. Bilgi dağarcığımı genişletebilmek için devamlı öğrenmeye ve kendimi yenilemeye ihtiyacım var.” anlayışına sahip kılınacak şekilde eğitilmelidir. Bu anlayış ve terbiye öğrencilere verildiğinde, öğrenci her zaman kendini geliştirme şansı bulacaktır.
2) Öğrencinin öğrenme gücünü açığa çıkarma, merak uyandırma ve motivasyona öncelik verme.
İstatistikler, bir toplumda ancak % 10’luk öğrenci kesiminin yaratılıştan her şeye karşı meraklı olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla bu tip öğrenciler, ek bir motivasyona ihtiyaç duymadan merakları sebebiyle, öğrenmeyi her ortamda başarıyorlar. Eğitimde asıl mesele, % 90’lık çoğunluğun nasıl motive edileceği üzerine düğümleniyor. Aktif öğretim metodunda bu açıdan öncelikli mesele, öğrencilerin derslere motive edilmesi, ilgilerinin uyandırılması ve öğrenmeye ihtiyaçları olduğunun hissettirilmesidir. Öğrencilerin motive edilmesinde temel nokta, derslerin “öğrenme ve öğrenci merkezli” hâle getirilmesidir. Ne öğreteceğimizi tespit ettikten sonra, öğrenciler öğrenmeye istekli hâle getirilir ve iyi motive edilirse, derin öğrenme ortaya çıkar; öğretilenler davranışa dönüşür. Motivasyon teorisine göre, insanlar, öğrenmeyi isterlerse, öğrenebilir; merak ve ilgilerini beslerlerse gelişebilir. Bir bilgiyi şuurlu olarak istemeyen veya özümsemeyen kişi, derin öğrenmeyi başaramamış demektir. Bu sebeple, derin ve kalıcı öğrenme, öğretmenin iyi ders anlatmasından ziyade, öğrenciyi iyi motive etmesine ve merakını uyandırmasına bağlıdır.
Usta öğretici hazmedilmiş bilgiyi örnekleriyle aşk ve şevk içinde aktaran, kişideki “öğrenme gücünü” harekete geçirmeye vesile olan, öğrencilerine ilham vermeyi becerebilendir. İnsanların motive olmasında ve potansiyellerinin açığa çıkmasında, aklın yeterli olmadığı, his ve gönül dünyasının da önemli olduğu görülmüştür. Hislerin gelişmesinde gönül dünyası ve mânevî değerler önemli rol oynamaktadır.
3) Öğrenme tarzlarının çeşitliliği: önce öğrenmeyi öğren! Kendini bil, kendini tanı!
Niçin bazı çocuklar daha hareketli iken, bazıları daha sakin, bazı çocuklar düzenli ve tertipli, bazıları ise üst-başını toplayamaz ve bundan da rahatsızlık duymaz? İnsanları bu kadar farklı yapan nedir? Bu farkların oluşmasında, mizacımız, karakterimiz, kişilik yapımız, yetiştiğimiz çevre, alınan terbiye ve şuuraltı gibi birçok faktör rol oynar. Özellikle fertlerin algı, öğrenme ve düşünme farklılıkları, öğrenme tarzlarını şekillendirir.
Öğrenme tarzımız doğuştan gelen karakteristik özelliğimizdir. Öğrenme tarzı; her öğrencinin yeni bilgiyi öğrenmeye hazırlanırken, öğrenirken ve hatırlarken kendine has yollar kullanmasıdır. Bu yüzden öğrenme tarzını bilmek, mânâsız görünen pek çok davranışa mânâ katar. Farklı model ve teorilerde öğrenme tarzları, çeşitli gruplara ayrılarak incelenir. Popüler öğrenme tarzlarından biri, insanın beş duyusuyla algılamada kullandığı sistemlerin baskınlık derecesini esas alır. Bu modele göre öğrenciler, bilgiyi algılamada; görmeye, işitmeye ve hareket/dokunmaya dayalı veri yollarından birini daha baskın kullanmaya eğilimlidirler. Bu yüzden bu model ışığında üç ana öğrenme tarzı vardır. Farklı modellerde bu öğrenme tarzlarının sayısı artmaktadır. Öğrenme tarzlarındaki farklılık, öğrencilerin başarılı olmaları için mizaçlarına uygun motive edilmelerini gerektirir. Dolayısıyla her öğrenci aynı metotla motive edilememektedir. Nasıl öğrendiğini ve motive olduğunu (öğrenme tarzını) bilmeyen insanlara bir şey öğretmek, ilgisiz insanlara bir şey öğretmek kadar zor ve anlamsızdır. Öğrenme tarzımızı bilmek, şuurlu ve derin öğrenmenin temelini oluşturur. Öğrenmeyi öğrenmeyen kişi, aslında Yaratıcı’nın verdiği kabiliyetlerinin farkına varamamış demektir. Çünkü beyin-zihin sistemi yaratılış itibariyle, öğrenmeyi mümkün kılan bir programla donatılmıştır. Özetle, her şey aynı metotla öğretilemediği gibi, her öğrenci de aynı tip öğrenme tarzıyla öğrenememektedir. Her öğrencinin farklı öğrenme tercihlerine sahip olması; öğrenme hedeflerinin öğrenme metotlarına göre ayarlanmasını gerektirir.
4) Bilgi –beceri-davranış kazanma süreci olarak dersler...
Bir konuyu araştıran öğrenci, bu konudaki eksikliklerini öğrenecektir. Gerçek öğrenme budur. İnsanlar merak ettiklerini, daha kolay öğreneceğinden, derslerin “merak çekecek” şekle dönüştürülmesi önemli olmaktadır. “Merak ilmin hocasıdır.” sözü eğitimde anahtar noktayı teşkil eder. Bunun için de “öğretme” değil, “öğrenmenin” esas alınması gerekir. Başka bir ifadeyle, hem “öğreticinin” hem de “öğrencinin” birlikte karar verdiği eğitim usûlleri daha başarılı olmaktadır.
Yeni öğretim anlayışında; anlatma metodu terk edilmekte, onun yerine, senaryo, temsil, proje tabanlı ders müfredatı getirilmektedir. Çünkü, bilgiyi kullanışlı ve faydalı hâle getiren, anlatım metotları, öğrencilerin aktif rol aldığı tekniklerdir.
Gerçek, özümsenmiş, kullanılabilir, doğurgan bilgi; imtihanlarda ölçülebilen bilgi kümeleri değil, pratiğe taşınabilen beceriler kümesidir. Bir bilginin insanın hayatına taşınması ve ona ait olması için, o bilginin değişik safhalarda işlenmesini gerektirir. Gerçek bilgiye götüren öğrenme faaliyeti; anlatma, gösterme, uygulama ve hata düzeltme safhalarından ibarettir. Bu yüzden aktif eğitimde dersler ağırlıklı olarak; problem çözme temelli öğretim ve proje destekli-senaryo temelli öğretim metotlarına dayanır.
a) Problem çözmeye dayalı öğretim: Öğrenciyi sorgulamaya, düşünmeye, öğrenmeye, bilgi kaynaklarına ulaşmaya, sebep-sonuç münasebeti kurmaya teşvik eder. İnsan sorarak, konunun can alıcı noktalarını görerek ve o konuda yorumlar yaparak, meseleleri çözerse, ‘gerçek öğrenme’ ortaya çıkar. Bu, aynı zamanda araştırmaya dayalı öğrenmenin başlangıcıdır.
b) Senaryo temelli-proje destekli öğretim: Dersler “temsiller” hâlinde ve dramatize edilerek işlendiğinde, zihinler ve ilgiler, sınıfların duvarları arasına hapsolma yerine, gerçek hayatla birleşmekte, yaparak ve yaşayarak öğrenme gerçekleşmektedir. Bu tarz öğretimde ders; bilgi, beceri ve davranış kazanma sürecine dönüştüğünden, öğretme yerine öğrenme, bilgi yerine beceriler odak hâline gelmektedir. Senaryo ne kadar gerçekçiyse, dersler o kadar güzel geçecek ve öğrenciler öğrenmeye motive olacaklardır. Meselâ “sigara ve sağlık” gibi bir konu, bir tiryakinin akciğer ameliyatının seyredilmesi ve sonra bir rapor hazırlanması şeklinde işlenebilir. Ameliyathane, lâboratuvar, fabrika atölyesi, koleksiyonlar, bir havaalanı, müzeler, botanik ve hayvanat bahçesi, il veya ilçe kütüphaneleri, bilgisayar programları, internet adresleri, tarihî yerler, senaryonun bir parçası olabilir. Kısacası, bir konuda bilgi, beceri ve davranış kazanmaya doğrudan veya dolaylı yardımı olabilecek her şey, bir öğretim malzemesidir.
Bir diğer verimli öğrenme yolu, projeler hâlinde ders işlemektir. Öğretmen, öğrencilerle birlikte işlenecek dersin konularını proje olarak hazırlar. Bunun için de öncelikle proje grupları oluşturur.
Öğrenme hâdisesinin verimli şekilde gerçekleşmesi, öğretmenin usta öğretici olmasıyla değil, öğrencilere ne derece iyi bir öğrenme ortamı hazırladığıyla orantılıdır.
.
alıntıdır:http://www.sizinti.com.tr/konular.php?KONUID=547
Similar topics
» Çocuklarda Eğitim Öğretim
» SİZ CE EĞİTİM Mİ DAHA ÖNEMLİ ÖĞRETİM Mİ?
» 4.SINIF ALINACAK EĞİTİM-ÖĞRETİM MATERYALLERİ LİSTESİ
» 2019-2020 eğitim öğretim yılının ikinci dönemi
» İLKÖĞETİM HAFTASI KUTLAMA PROGRAMI
» SİZ CE EĞİTİM Mİ DAHA ÖNEMLİ ÖĞRETİM Mİ?
» 4.SINIF ALINACAK EĞİTİM-ÖĞRETİM MATERYALLERİ LİSTESİ
» 2019-2020 eğitim öğretim yılının ikinci dönemi
» İLKÖĞETİM HAFTASI KUTLAMA PROGRAMI
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz