7.Sınıf İngilizce Kelimeler
Irregular comparatives and superlatives 2
owl-baykuş
Hawk -Şahin
Owl -Baykuş
Dolphin -Yunus
Elephant -Fil
Habitat- Yaşam alanı
Harm- Zarar vermek
Enormous -Kocaman, devasa Lizard- Kertenkele
Extinct -Nesli tükenmiş
Cage -Kafes
Tiger -Kaplan
Desert- Çöl
Attack- Saldırmak
i
Poison (ous): Zehir (li)
Prey: Av
Reptile: Sürüngen
Polar bear Kutup ayısı
Survive Hayatta kalmak
Rhino Gergedan
Falcon Doğan
Hawk Şahin
Owl Baykuş
Dolphin Yunus
Elephant Fil
Falcon-doğan
Reptile-sürüngen
Rhino-gergedan
Arrange Ayarlamak, düzenlemek
Attend Katılmak
Beverage Meşrubat
Decorate Süslemek
Fancy Süslü, fantezi
Guest Misafir
Host Ev sahibi
Invitation card/ message
Davetiye kartı/mesajı
Invite Davet etmek
Organize Organize etmek
Refuse Reddetmek
Wrap Kaplamak, sarmak
Present Hediye
Full Tok
Prepare Hazırlamak
Place Yer
Get almak
Attractive Çekici
Beautiful Güzel
Cute Sevimli
Easy going Uysal
Generous Cömert
Handsome Yakışıklı
Honest Dürüst
Out- going Dışa dönük
Plump Tombul
Irregular comparatives and superlatives
Adjective Comparative Superlative
good better best
bad worse worst
little less least
much more most
FORMING REGULAR COMPARATIVES AND SUPERLATIVES
Forming comparatives and superlatives is easy. The form depends on the number of syllables in the original adjective.
ONE SYLLABLE ADJECTIVES
Add -er for the comparative and -est for the superlative. If the adjective has a consonant + single vowel + consonant spelling, the final consonant must be doubled before adding the ending.
Adjective Comparative Superlative
tall taller tallest
fat fatter fattest
big bigger biggest
sad sadder saddest
TWO SYLLABLES
Adjectives with two syllables can form the comparative either by adding -er or by preceeding the adjective with more. These adjectives form the superlative either by adding -est or by preceeding the adjective with most. In many cases, both forms are used, although one usage will be more common than the other. If you are not sure whether a two-syllable adjective can take a comparative or superlative ending, play it safe and use more and most instead. For adjectives ending in y, change the y to an i before adding the ending.
Adjective Comparative Superlative
happy happier happiest
simple simpler simplest
busy busier busiest
tilted more tilted most tilted
tangled more tangled most tangled
THREE OR MORE SYLLABLES
Adjectives with three or more syllables form the comparative by putting more in front of the adjective, and the superlative by putting most in front.
Adjective Comparative Superlative
important more important most important
expensive more expensive most expensive
IRREGULAR COMPARATIVES AND SUPERLATIVES
These very common adjectives have completely irregular comparative and superlative forms.
Adjective Comparative Superlative
good better best
bad worse worst
little less least
much more most
far further / farther furthest / farthest
lucky: şanslı
unlucky: şanssız
superstitious: batıl inançlı
particular: özel
scientific: bilimsel
definitely: kesinlikle
otherwise: aksi takdirde, yoksa
if: eğer
related to/about: ilgili
serious: ciddi
I hope so: Umarım öyle olur (inşallah)
I hope not: umarım öyle olmaz
I hope: umarım
I think: bence
I suppose: sanırım
I promise: söz veriyorum
definitely: kesinlikle
immediately: hemen
serious: ciddi
successful: başarılı
famous: ünlü
true: doğru, gerçek
loyal: sadık
wealthy/rich: zengin
later: daha sonra
soon: yakın zamanda
tomorrow: yarın
this year: bu yıl
in the future: gelecekte
next: gelecek, sonraki
next week: gelecek hafta
in five minutes: 5 dakika içinde
-2-
select: seçmek
carry: taşımak
feel: hissetmek
happen: olmak
walk under a ladder: merdivenin altından geçmek
knocking on wood / touch wood : tahtaya vurmak
fall down: düşmek
have an accident: kaza yapmak
break a mirror: ayna kırmak
bring bad luck: kotü şans getirmek
delete: silmek
believe in ..... : ......'e inanmak
worry: endişelenmek
trust: güvenmek
stay home: evde durmak, kalmak
be caraful: dikkatli ol
spend: harcamak
meet: karşılaşmak, tanışmak
impress: etkilemek
try: denemek, çalışmak, çabalamak
learn: öğrenmek
call: (telefonla) aramak, çağırmak
rest: dinlenmek
take care: dikkat etmek, iyi bakmak
have a chance: şans yakalamak
waste: boşa harcamak
forget: unutmak
have children: çocuk sahibi olmak
graduate: mezun olmak
get married: evlenmek
spend money: para harcamak
have a good job: iyi bir işe sahip olmak
protect: korumak
find: bulmak
use scissors: makas kullanmak
mean: anlamına gelmek
guess: tahmin etmek
calm down: sakin olmak
be successful: başarılı olmak
come true: gerçekleşmek
travel: seyahat etmek
go abroad: yurtdışına gitmek
shave: traş olmak
tell fortune: fal bakmak
-3-
good luck: iyi şans
object: nesne
mystery: gizem
star sign: burç
financial problems: ekonomik problemler
future: gelecek
prediction: tahmin
charm: büyü, sihit
miracle: mucize
fortune: şans, kader
misfortune: şanssızlık
bald: kel
magic: sihir
horseshoe: nal
blue bead: nazar boncuğu
four-leaf clover: 4 yapraklı yonca
belief: inanç
make a wish: dilek tutmak
old coin: eski bozuk para
dream: rüya
fortune teller: falcı
fortune telling: fal bakma, gelecekle ilgili söylemek
different cultures: farklı kültürler
coffee reading: kahve falı bakmak
palm reading: avuç okumak (avuç falına bakmak)
magic ball: sihirli top
something: birşeyler
anything: hiç bir şey
invention: buluş, icat
serious illness: ciddi hastalık
health: sağlık
wealth: zenginlik
friendship: arkadaşlık
beauty: güzellik
scissors: makas
7.SINIF 1.ÜNİTE APPEARANCE AND PERSONALITY
7. SINIF 1. ÜNİTE APPEARANCE AND PERSONALITY KELİME LİSTESİ
APPEARANCE
age: yaş attractive: çekici, cazibeli
beard: sakal beautiful: güzel blonde:sarı, sarışın
curly:kıvırcık cute: tatlı dark:koyu
eye-glasses:gözlük fair:kumral fat: şişman
freckle: benek,çil grey hair: beyaz, gri saç handsome: yakışıklı
hazel:ela long:uzun middle aged: orta yaşlı
moustache:bıyık muscle: kas narrow: dar
of medium height: orta boylu of medium weight: orta kilolu
old: yaşlı , overweight:aşırı kilolu plump:balık etli,tombul
red hair: kızıl sa. round: yuvarlak short:kısa
slim:ince small: küçük spiky: (saçlar için) dik dik
sporty: canlı, neşeli straight:düz
strong: güçlü
sweet: tatlı
tall:uzun
thin:zayıf
ugly:çirkin
wavy:dalgalı
weak: zayıf (güçsüz)
well built: yapılı,kaslı
wide: geniş
young:genç
PERSONALITY
ambitious: hırslı angry: sinirli boring: sıkıcı
brave: cesur calm:sakin careful: dikkatli
cheerful:neşeli clever:zeki clumsy: sakar
cowardly: ödlek, korkak dishonest: sahtekar, yalancı
easy:kolay easygoing: uysal, yumuşak başlı
forgetful: unutkan friendly: dost canlısı
funny:eğlenceli generous:cömert hard:zor
hardworking:çalışkan helpful: yardımsever honest: dürüst
intelligent:zeki kind: iyi kalpli lazy:tembel
lovely:hoş,sevecen merciful: merhametli
modest: mütevazi noisy: gürültülü
outgoing: dışa dönük,cana yakın
patient: sabırlı
polite:nazik pretty:tatlı,hoş
punctual:dakik
quiet: sessiz
relaxed: rahat
rude:kaba
selfish: bencil
serious: ciddi
shy:utangaç
silly: aptal
tingy:cimri
stubborn: inatçi
thoughtful: düşünceli
tolerant: hoş görülü
a bit: biraz
big:büyük
busy: meşgul
cheap:ucuz
crowded:kalabalık
different: farklı
difficult:zor
expensive:pahalı
fast:hızlı
new: yeni
only: sadece
over there: karşıda
patriotic: vatansever
reasonable: mantıklı, akla uygun
similar: benzer
slow: yavaş
successful: başarılı
well: iyi
What is he/she like?: o nasıl birisidir? (personality)
What does he/she look like? : onun dış görünüşü nasıldır?
(apperance)
(am/is/are) afraid of fight: kavgadan korkmak
(am/is/are) fond of: sevmek
(am/is/are) jeolous of:kıskanmak
bother: can sıkmak
break: kırmak
change decision: karar değiştirmek
forget:unutmak
give money:para vermek
give order: emir vermek
help poor people: fakir insanlara yardım etmek
look like: görünmek
make friend: arkadaş edinmek
meet new people: yeni kişilerle tanışmak
need: ihtyiaç duymak
play trick: muziplik – oyun yapmak
refuse: reddetmek
remember:hatırlamak
say: söylemek
share:paylaşmak
spend money:para harcamak
spend time together: birlikte vakit geçirmek
talk to people: insanlarla konuşmak
tell lie: yalan söylemek
tell the truth:doğru söylemek
tell:söylemek, anlatmak
think about his needs: kendi ihtiyaçlarını düşünmek
tidy:toparlamak,düzenlemek
wait for hours: saatlerce beklemek
want: istemek
wear: giymek
work long hours: saatlerce çalışmak
UNIT 1 - APPEARANCE AND PERSONALITY
beautiful: güzel
handsome: yakışıklı
ugly:çirkin
slim:ince
wise akıllı,bilge,hünerli,mahir,usta,ukela
thin:zayıf
tall:uzun
short:kısa
industrious:çalışkan
wrinkle:kırışık,buruşuk
inquiries:araştırma,soruşturma.
masterpiece:başyapıt
Autobiographhy:C.v;özgeçmiş
achievement:başarı
Historical figure:tarihi kişi,şahsiyet
Weird:tuhaf
Love for art:Sanat aşkıPaintings:Yağlı boya tabloları
Sailing:Yelken sporu.
İndividual sport:Bireysel spor.
Spectators:Seyirciler
To beat:Yenmel,mağlup etmek.
Water polo:Su topu
Draw:Berabere
Pole -vaulter:Sırıkla atlama sporcusu.
Shuttlecock:Raket ve kukayla oynanan.
Flippers:Palet
Bat:Beyzbol sopası.
Nil (two Nil)sıfır(İki sıfır)
ANIMALS ( Hayvanlar )
Goat : Keçi
Camel: deve
Donkey:eşek
Duck: ördek
Fox: tilki
Giraffe: zürafa
Jellyfish : denizanası
Rooster (cock) : horoz
Hen:tavuk
Chick:civciv
Seahorse: denizatı
Starfish: denizyıldızı
Horse: at
Monkey: maymun
Ostrich: Deve kuşu
Pig : domuz
Chimpanzee: şempanze
Sheep: koyun
Snake: yılan
Lizard: kertenkele
Turtle: kaplumbağa
Crocodile: timsah
Wolf: kurt
Hippo: su aygırı
Vulture: Akbaba
Octopus: Ahtapot
Tiger: kaplan
Whale: balina
Dolphin:yunus
Shark : köpek balığı
Bat: yarasa
Cow:inek
Squirrel:sincap
Bear: ayı
Polar bear : kutup ayısı
Ape: maymun
Owl: baykuş
Swan: kuğu
Pigeon: güvercin
Canary: kanarya
Parrot: papağan
Eagle: kartal
Butterfly: kelebek
Crab: Yengeç
Ant: karınca
Ladybird : uğur böceği
Mosquito : sivrisinek
Giant panda : dev panda
Deer : geyik
Tortoise : kamplumbağa
BODY PARTS OF ANIMALS
Beak : gaga
Shell : kabuk
Ear : kulak
Ivory / tusk : fildişi
feather : tüy
wing : kanat
fin : yüzgeç
trunk : hortum
fur : kürk
leg : bacak
furry : kürklü
paw (claw) : pençe
horn : boynuz
teeth : dişler
whiskers : bıyıklar
tail : kuyruk
scaly skin : pullu deri
feet : ayaklar
head : kafa
neck : boyun
Spend : harcamak
Want : istemek
Hunt : avlamak
Feed : beslemek
Give birth : doğurmak
Lay eggs : yumurtlamak
Sell : satmak
Kill : öldürmek
Lose : kaybetmek
Take care of : dikkatli olmak
Ask : sormak
Adopt : evlat edinmek
Donate : bağışlamak=forgive
Decide : karar vermek
Save : kurtarmak,korumak
Protect : korumak
Preserve : korumak
Settle : yerleşmek
Recycle : geri dönüşüm
Reproduce:Üremek,çoğalmak
Reduce : azaltmak
Reuse : yeniden kullanmak
Join : katılmak
Plant : dikmek, bitki
chemical : kimyasal
Live : yaşamak
Bring:getirmek
Feel:hissetmek
Overkilling : aşırı öldürme
Overhunting : aşırı avlama
Extinct : soyu tükenmiş
in danger of : tehlikesinde
endanger : tehlikede olmak
grow:büyümek
Documentary : belgesel
Species : tür
Population : nüfus
Medicine : tıp
pet trade:evcil hayvan ticareti
Agriculture : tarım
Deforestation : ağaçları yok etme
Global warming : küresel ısınma
Endangered: Nesli tehlikede olan
Different: farklı
Enormous : kocaman
Anymore : artık-
Sharp teeth : keskin dişler
Heavy : ağır
Light : hafif
Thick : kalın
Leaves: yapraklar
Grass: ot, çim
Plant: bitki
Non-domesticated: evcil olmayan
Strong feet:güçlü ayaklar
Easily:kolayca
Foreign:yabancı
Habitat : doğal yaşam alanı
Nature : doğa
Mountain: dağ
Lake: göl
Sea: deniz
Forest : orman
Jungle : orman
Rainforest : yağmur ormanı
Desert : çöl
Plain : ova
River : nehir
Arctic : kuzey kutbu
Grassland : çayır
Island : ada
Savannah : geniş çayır
Wilderness area : bakımsız yer
Reptile : sürüngen
Bird : kuş
Mammal : memeli
Insect : böcek
Wild animal : vahşi hayvan
Farm animal : çiftlik hayvan
Pet : evcil
Domestic animal : evcil hayvan
Herbivore : otobur hayvan
Carnivore : etobur hayvan
of medium height: orta boylu
of medium weight: orta kilolu
plump:balık etli,tombul
overweight:aşırı kilolu
well built: yapılı,kaslı
strong: güçlü
weak: zaıf (güçsüz)
bald: kel
freckle: benek,çil
long:uzun
wavy:dalgalı
straight:düz
curly:kıvırcık
dark:koyu
fair:kumral
blonde:sarı
hazel:ela
young:genç
old: yaşlı ,
calm:sakin
hardworking:çalışkan
shy:utangaç
energetic:enerjik
clumsy:sakar
easygoing: uysal, yumuşak başlı
outgoing: sempatik,cana yakın
forgetful: unutkan
generous:cömert
stingy:cimri
honest: dürüst
intelligent:zeki
clever:zeki
jeolous:kıskanç
pretty:tatlı,hoş
trendy:modaya uygun
lovely:hoş,sevecen
selfish: bencil
stubborn: inatçi
punctual:dakik
thoughtful:düşünceli
lazy:tembel
easy:kolay
hard:zor
sad:üzgün
polite:nazik
rude:kaba
funny:eğlenceli
cheerful:neşeli
difficult:zor
important:önemli
slow: yavaş
fast:hızlı
small:küçük
big:büyük
large:geniş
high: yüksek
crowded:kalabalık
expensive:pahalı
cheap:ucuz
look like: görünmek
wear: giymek
laugh:gülmek
make laugh:güldürmek
get on well with: iyi geçinmek
remember:hatırlamak
miss: kaçırmak,özlemek
tell:söylemek
join: katılmak
break: kırmak
(to be) jeolous of:kıskanmak
give money:para vermek
help poor people: fakir insanlara yardım etmek
spend money:para harcamak
get angry:kızmak
tell lie: yalan söylemek
tell the truth:doğru söylemek
share:paylaşmak
forget:unutmak
make friend: arkadaş edinmek
buy:satın almak
tidy:toparlamak,düzenlemek
buy gift/present: hediye almak
have appointment:randevusu olmak
personality:kişilik
appearance:dış görünüş
moustache:bıyık
beard:sakal
male:erkek
female:bayan
eye-glasses:gözlük
on time:zamanında
which:hangi
who:kim
whose:kimin
why:neden
when:nezaman
how:nası
Find classmates who are easygoing, forgetful, generous, honest, outgoing,
thoughtful, tall, slim
Listen to Melanie and note her age.
Tick the true sentences.
1. Melanie has got long curly hair.
2. She’s got blue eyes.
3. She’s a couch potato.
4. She likes doing sports.
5. Sam is wearing a white T-shirt.
Read the questions and find.
Who has got curly dark hair?
Who has got straight fair hair?
Listen again and find Melanie.
Match the words to the pictures. Then, describe the pictures.
Hair Length:
short
long
Hair Style :
straight
curly
wavy
Hair Color
blonde
grey
fair
dark
brown
ginger
red
Eye Color
brown
blue
green
hazel
black
John has got short fair hair and hazel eyes.
8. Now, talk about yourself.
9. Look at the pictures below. Talk about a celebrity you like. Give your
reasons.
I love Emma Stone because she
is beautiful with wavy hair and
blue eyes.
10. Work in pairs.
A
Choose a celebrity.
B
Ask and find.
1. Read the letter and label the family members.
Label:Sınıflandır,etiketle.
Dear Ayşe,
Hi! My name is Sandy. I am fourteen
years old. These are pictures of my
family.
My father, John is 43 years old. He
has got short black hair. He has got
blue eyes. He is well-built and tall. He
is a lawyer. He is my best friend. He
is an honest and thoughtful person.
My mother is 40. Her name is Mary.
She is very beautiful. She has got long straight brown hair. She is a yoga teacher.
She is tall and slim. She is shorter than my father. She is always calm.
And my sister, Kate. She is 10 years old. She is very clumsy. We laugh at her a lot
but she is very shy and sometimes very stubborn. She is good at playing squash, but
I'm a better squash player.
My brother, Mike is 8 years old. He is very handsome. He is very energetic. He likes
sports. He can play basketball, tennis and badminton. But, he is a worse swimmer
than me. He is outgoing.
She is my grandmother. Her name is Wilma. She is 63 years old. She has got short
straight grey hair. She is very beautiful.
And my grandfather, George. He is very lovely. He always reads a newspaper or a
book. He eats a lot, but he is slimmer than my grandmother.
Please write about you and your family.
Best wishes,
12. Read the letter again and answer the questions.
a. Is Sandy’s father taller than her mother?
b. What does Mike look like?
c. What is Mike like?
d. Which sports can Mike do?
e. Who is slimmer, her grandmother or grandfather?
13. Compare Sandy’s family members.
USE:older
younger
calmer
fatter
shorter
better
more energetic
more outgoing
Sandy’s mother is
shorter than her father.
He is slimmer than my grandmother.
She is shorter than my father.
She is good at playing squash, but I’m a better squash player.
He is a worse swimmer than me.
14. Think about your friends / family members. Who is taller / shorter / more
hardworking / older / younger than you?
15. Sandy and Melanie are on the phone. They are talking about a picture
on the Net. Listen and find Sandy’s e-friend, Ayşe.
USE: good
short
hardworking
thin
young
Include
• What does s/he look like?
• What is s/he like?
• Make comparisons.
18. Work in pairs. Ask and answer about your families.
PROJECT
Prepare a poster of a famous person you like and
describe his / her appearance and personality.
UNİT 2: BIOGRAPHIES
1. Look at the pictures and answer.
2. Listen and choose the correct answer.
a. What do you know about Salvador Dali?
b. Do you like his paintings?
c. Do you have a painting of him at home?
a. Artist, painter, sculptor
b. Writer
a. The Persistence of Memory
b. The Scream
a. Surrealism, Modern Art
b. Realism, Classical Art
Occupation
Died
Born
Famous works
Style / Period
3. Complete the sentences and write a paragraph about Salvador Dali. Then,
ask and answer about him.
He is .................... . He was born in ........................ . He died
on ....................... . He was a surrealist artist.
His famous work ......................... .
4. Read about Dali and find suitable titles for the paragraphs.
TITLES
• Becoming an Artist
/ Famous
• Where did Salvador
Dali Grow up?
• Surrealism
• His Most Famous
Painting
Salvador Dali was born in Figueres, Spain on
May 11, 1904. His father was a lawyer and very
strict, but his mother was kinder and encouraged
Salvador’s love for art. He enjoyed drawing and
playing football. He had a sister named Ana Maria.
strict:sert,katı,hoşgörüsüz.
Salvador began drawing and painting when
he was young. He painted outdoor scenes
such as sailboats and houses. He also painted
portraits. When he became seventeen, he
moved to Madrid to study at the Academy of
Fine Arts. He married Gala and they moved
to the United States in 1940.
Surrealism began as a cultural movement in 1924.
Surrealists believed that dreams opened doors
to a truer reality “the surreal”. Surrealistic
paintings can be shocking, interesting, beautiful,
or just weird.
In 1931 Salvador Dali painted his most famous
painting “The Persistence of Memory”. The scene
is a normal looking desert landscape but melting
watches cover the landscape.
Persistence:devamlılık,süreklilik,israr,inat.
landscape:Kır manzarası
5. Match the pictures to the paragraphs in activity 4.
6. Read again and answer the questions.
a. Where did Dali move to after he married Gala?
b. Why did he go to Madrid?
c. What do you think about his art?
7. Listen and fill in the blanks.
moustache full name film autobiography
• His ............................... is Salvador Domingo Felipe Jacinto Dalí i Domènech.
• He was famous for his long curly ................................
• He wrote an ............................... called The Secret Life of Salvador Dali.
• He once worked on a ............................... with movie director Alfred Hitchcock.
8. Listen again and choose the correct answer.
Who did Dali admire?
a. Albert Einstein. b. Alfred Hitchcock.
Salvador Dali was born in Spain.
His father was a lawyer.
He was famous for his long curly moustache.
Dali admired scientist Albert Einstein.
In 1931 Dali painted his most famous painting “The Persistence of Memory”.
He married Gala and they moved to the United States in 1940.
He wrote an autobiography.
Salvador began drawing and painting when he was young.
9. Who is Albert Einstein?
10. Look at the table and write about Einstein.
Occupation: Scientist
Born: March, 14 1879, Germany
Parents: Hermann Einstein, Pauline Einstein
Marriages: Mileva Marić (1903–1919), Elsa Einstein (1919–1936)
Children: Eduard Einstein, Hans Albert Einstein, Lieserl Einstein
Move to: USA
Died: 18th of April, 1955, USA
Famous
works:
• make many contributions to the field of theoretical physics
• show great ability in both maths and science
• have a brilliant analytical mind
• produce one of the most famous equations ever: e=mc2 (energy equals
mass multiplied by the speed of light squared)
• is also well known for his theory of relativity
Awards (1921), Nobel Prize in Physics for his work on theoretical physics
(1925), the Copley Medal
(1929), the Max Planck medal of the German Physical Society, for
extraordinary achievements in theoretical physics
(1936), Franklin Medal for his extensive work on relativity and the photoelectric effect.
He was ............................................................................................................................................................................
..............................................................................................................................................................................................
..............................................................................................................................................................................................
He made many contributions to the field of theoretical physics. ..................................................
..............................................................................................................................................................................................
..............................................................................................................................................................................................
He received the Nobel Prize ...............................................................................................................................
.............................................................................................................................................................................................
contributions:Katkılar,yardımlar.
11. Look at the pictures and order them. Then, read the e-mail and check your
answers.
To Mary Johnson
Subject I didn’t come to your party because...
Hi Mary,
I couldn’t come to your birthday party because my father had an accident yesterday.
I wanted to finish my homework about Albert Einstein. I went to the library in the morning. When I
finished my research, I took all the printouts and went out. Suddenly I heard a terrible sound. It was
a car, my father’s car. Can you believe that? I was shocked. I ran to the car and luckily my father
was OK. The ambulance came and we went to the hospital. It was night when I came back home
with my father. And guess what? I lost my mobile phone.
I’m sorry for your party.
Kisses,
Fiona.
12. Read the e-mail again and find the answers.
13. Work in pairs. One of you is Fiona and one of you is Mary. Prepare a
dialogue and act it out.
Cc Bcc
Hi Mary,
I couldn’t come to your birthday party because my father had an accident yesterday.
I wanted to finish my homework about Albert Einstein. I went to the library in the morning. When I
finished my research, I took all the printouts and went out. Suddenly I heard a terrible sound. It was
a car, my father’s car. Can you believe that? I was shocked. I ran to the car and luckily my father
was OK. The ambulance came and we went to the hospital. It was night when I came back home
with my father. And guess what? I lost my mobile phone.
I’m sorry for your party.
Kisses,
Fiona
To Mary Johnson
Subject I didn’t come to your party because...
Send
a. Where was Fiona yesterday morning? b. When was the accident?
c. Who was the driver? d. What happened when Fiona went out?
14. Look at the pictures and tell the story of Britney.
15. Match the sentences to the pictures in activity 14.
16. Which pictures in activity 14 are related to “free entrance, towel, plaster”?
17. Describe an event.
18. Work in pairs. Ask and answer about your stories. Then, report your friend’s
story to the class.
Report
• What happened?
• When?
• Where?
• Why?
Choose a scientist / historical figure and learn about
her / him. Then, write her / his biography. Report
it to your class and record your voice while talking.
Project
free entrance
towel
plaster
CAN DO CLUB
She had a free
Match the sentences to the pictures in activity 14.
16. Which pictures in activity 14 are related to “free entrance, towel, plaster”?
17. Describe an event.
18. Work in pairs. Ask and answer about your stories. Then, report your friend’s
story to the class.
Report
• What happened?
• When?
• Where?
• Why?
Choose a scientist / historical figure and learn about
her / him. Then, write her / his biography. Report
it to your class and record your voice while talking.
Project
free entrance
towel
plaster
CAN DO CLUB
Her leg was put in a plaster.
She had a free entrance ticket for the gym.
She ran on the treadmill.
She had a rest.
16. Which pictures in activity 14 are related to “free entrance, towel, plaster”?
She injured her leg.
free entrance
7. Describe an event.
• What happened?
• When?
• Where?
• Why?
18. Work in pairs. Ask and answer about your stories. Then, report your friend’s story to the class.
Choose a scientist / historical figure and learn about
her / him. Then, write her / his biography. Report
it to your class and record your voice while talking
7. Sınıf İngilizce Ünite Kelimeleri ve Anlamları Türkçeleri 2. Ünite - Sports (Sporlar)
Kelimelerin Tamamını İndirmek İçin Tıklayınız
Sports Kelimeleri
cycling: bisiklet sürme
squash:duvar tenisi
handball:hentbol
skiing:kayak yapma
windsurfing:rüzgar sörfü
climbing:tırmanma
horse riding:ata binme
bowling:bovling
rugby:ragbi
athletic:atletizm
gymnastic:cimnastik
sailing:yelkencilik
scuba-diving:tüplü dalış
diving:dalma
snowboarding:karkayağı
billiard:bilardo
paragliding:yamaç paraşütü
parasailing:deniz paraşütü
skateboarding:kaykay
skating:paten
rollerblading:paten
rollerskating:paten
horse riding:ata binme
jogging:koşu
trekking: yürüyüş
hiking:yürüyüş
pole vault:yüksek atlama
weight lifting:halter,ağırlık kaldırma
wrestling:güreş
soccer:futbol
archery:okçuluk
hate: nefret etmek
can't stand: dayanamamak (hiç sevmemek)
crazy about: çıldırmak,
(çok sevmek)
fond of: bayılmak,
(çok sevmek)
(to be)interested in:ilgi duymak
(to be)good at:birşeyde iyi olmak
(to be)bad at:birşeyde kötü olmak
enjoy:eğlenmek,hoşlanmak
need:ihtiyaç duymak
cycle:bisiklet sürmek
ride:sürmek
exercise:egzersiz yapmak
help:yardım etmek
study:çalışmak, (okul)okumak
sleep:uyumak
cry:ağlamak
smile:gülmek
laugh:gülmek
shout:bağırmak
have breakfast:kahvaltı yapmak
have lunch:öğle yemeği yemek
have dinner:akşam yemeği yemek
win:kazanmak
beat:yenmek
defeat:yenmek,mağlup etmek
lose:kaybetmek
draw:beraberlik
even:eşitlik
score:gol atmak
kick:vurmak,tekmelemek
injure:sakatlamak,yaralamak
train:eğitmek,antreman yapmak
set record:rekor kırmak-break record
insure:sigortalamak
hold:tutmak
give:vermek
take:almak
carry:taşımak
travel:seyahat etmek
look at:bakmak
practice:pratik yapmak
mean:anlamına gelmek,kastetmek
know:bilmek
suggest:öneride bulunmak
advice:tavsiyede bulunmak
understand:anlamak
repeat:tekrar etmek
have a shower: duş almak
call:aramak
wake up:uyanmak
have an accident:kaza yapmak
feel:hissetmek
dive:dalmak
walk:yürümek
miss:özlemek,kaçırmak,ıskala
hit:vurmak,çarpmak
improve:geliştirmek
-3-
shoes:ayakkabı
football boots:futbol ayakkabısı
skin guard:dizlik
net:ağ,file
racket:raket
backboard:(baskatbolda potanın bulunduğu)arka tahta
basket:pota,sepet
court: (tenis) kort
pool:havuz
goggles:(kayak,deniz vs.) gözlük
swimsuit:mayo
helmet:kask
gloves:eldiven
ski boots:kayak ayakkabısı
tee:golf topunun koyulduğu yer
golf clubs:golf sopası
gym:spor salonu,cimnastik
injury:sakatlık
golden medal:altın madlya
silver medal:gümüş madalya
indoor:içeri
outdoor:dışarı
individual:bireysel
team:takım
training:antreman
squad:kadro
together:birlikte
healthy:sağlıklı
junk food:aburcubur
spectator:seyirci
nil: sıfır (skor söylerken)
headline:manşet,başlık
letter:mektup
diary:günlük
journalist:gazeteci
trip:gezi
competition:yarışma
cup:kupa
award:ödül
pitch:saha
snorkel: şnorkel
equipment:ekipman,teçhizat
talent:yetenek
correct:doğru
bored:sıkılmış
excited:heyecanlı
succesful:başarılı
talented:yetenekli
nerveous:gergin
same:aynı
dangerous:tehlikeli
difficult:zor
Frequency Adverbs
(Sıklık Zarfları)
never: hiç
rarely:nadiren
seldom: nadiren
sometimes: bazen
often: sıksık
usually:genellikle
generally:genellikle
always:herzaman
once:bir kere
twice:iki kere
times:kere defa
three times:üç kere
four times: dört kere
seven times:yedi kere
ten times:on kere
Time Expressions
(Zaman İfadeleri)
at: de,da takısı
in: de,da takısı
on: de,da takısı
at (saatler)
at the weekends:haftasonları
at noon:öğlen
at night:geceleri
at 7 o'clock: saat 7'de
in (aylar,mevsimler,tarihler)
in the morning(s):sabahları
in the afternoon:öğleden sonra
in the evening:akşamları
in April:Nisan ayında
in 1905: 1905'de
in free time:boş zamanlarda
in spare time: boş zamanlarda
in leisure time:boş zamanlarda
on (günler,ayın günü)
on weekdays:hafta içi
on Sundays: pazar günleri
on the 19th of May: 19 Mayısta
everyday:hergün
every year:her yıl
every Sunday:her pazar
every month:her ay
late:geç
early:erken
***
second:saniye
minute:dakika
hour:saat
day:gün
week:hafta
month:ay
year:yıl
decade:on yıl
century:asır,yüzyıl
Firstly: İlk olarak,öncelikle
Secondly: İkincisi
Then:daha sonra
Finally:son olarak
after:sonra
before:önce
when: ....dığında, ...dığı zaman
while: iken
so: bu yüzden
but:fakat
because:çünkü
to:için,amacıyla
for:için
thing:şey
everything:herşey
something:birşey
nothing:hiçbirşey
anything:hiçbirşey
everybody:herkes
somebody:birisi
nobody:hiçkimse
anybody:hiçkimse,
everyone:herkes
someone:birisi
no one:hiçkimse
anyone:hiçkimse
Question Words
(Soru Kelimeleri)
what:ne
where:nerede,nereye
when: nezaman
what time:saat kaçta
which: hangi
who:kim
whose:kimin
why:neden
what kind of: ne tür
what sort of: ne tür
what size:kaç beden
what colour: ne renk
how:nasıl
how many: kaç tane
how much: ne kadar, fiyatı ne
how long: ne kadar süre, ne kadar uzunlukta
how often: ne sıklıkla
how old: kaç yaşında
how far: ne kadar uzaklıkta
how tall: ne kadar uzunlukta
7. Sınıf İngilizce Ünite Kelimeleri ve Anlamları Türkçeleri 3. Ünite - Biographies (Biyografiler)
Kelimelerin Tamamını İndirmek İçin Tıklayınız
-1-
know: bilmek
grow up: büyümek
die: ölmek
entertain: eğlenmek
(to be) born: doğmak
(to be) famous for: (birşeyiyle) ünlü olmak
encourage: cesaret vermek
enjoy: eğlenmek,hoşlanmak
draw: çizmek
begin: başlamak
paint: boyamak
move: taşınmak
marry: evlenmek
get married: evlenmek
get engaged: nişanlanmak
think: düşünmek
write: yazmak
call: aramak
(to be) called: adlandırılmak
work: çalışmak
admire: hayran kalmak
make: yapmak
produce: üretmek
receive: almak
win: kazanmak
have an accident: kaza yapmak
want: istemek
go out: dışarı çıkmak
hear: duymak
believe: inanmak
lose: kaybetmek
happen: olmak
put: koymak
learn: öğrenmek
teach: öğretmek
study: (bir okulda) okumak,
ders çalışmak
return: geri dönmek
graduate: mezun olmak
visit: ziyaret etmek
celebrate: kutlamak
retire: emekli olmak
attend: gitmek,devam etmek,katılmak
use: kullanmak
found: kurmak
doscover: keşfetmek
explore:keşfetmek
invent: icat etmek
publish: yayınlamak
arrive: varmak
live: yaşamak
stay:kalmak
cry: ağlamak
buy: satın almak
fall: düşmek
tell: anlatmak,söylemek
talk: konuşmak
remember: hatırlamak
get angry:kızmak
build: inşa etmek
miss: kaçırmak, özlemek
raise children: çocuk yetiştirmek
-2-
well-known: herkesçe bilinen, iyi bilinen
famous: ünlü
great: harika
cultural:kültürel
shocking:şok edici
interesting:ilginç
weird:tuhaf,esrarengiz
brilliant: zeki
extraordinary:olağanüstü
terrible:berbat,kötü
shocked:şok olmuş
successful:başarılı
alone:yalnız
lazy:tembel
healthy:sağlıklı
clever:zeki
-3-
sculptor: heykeltraş
painter:ressam
artist: sanatçı,ressam
writer:yazar
author:yazar
singer:şarkıcı
leader:lider
inventor:kaşif
genius:dahi
scientist:bilimadamı
person:kişi
people:insanlar
painting:tablo, resim
work:eser,yapıt
director:yönetmen
autobiography: (kendi) yaşam öyküsü
field:alan,dal
ability:yetenek
equation:eşitlik
research:araştırma
medal:madalya
achievment: başarı
ticket:bilet
award::ödül
prize:ödül
movie:sinema
concert:konser
accident:kaza
moustache:bıyık
beard:sakal
-4-
about: ilgili,hakkında
after: sonra
before:önce
because:çünkü
suddenly:aniden
among:arasında
around:civarında
somone:birisi
somebody:birisi
nobody:hiçkimse
anybody:hiçkimse
with:ile
until:...e kadar
yesterday:dün
last.....:geçen...........
........ago: ........önce
O.GULTEKIN
-1-
know: bilmek
grow up: büyümek
die: ölmek
entertain: eğlenmek
(to be) born: doğmak
(to be) famous for: (birşeyiyle) ünlü olmak
encourage: cesaret vermek
enjoy: eğlenmek,hoşlanmak
draw: çizmek
begin: başlamak
paint: boyamak
move: taşınmak
marry: evlenmek
get married: evlenmek
get engaged: nişanlanmak
think: düşünmek
write: yazmak
call: aramak
(to be) called: adlandırılmak
work: çalışmak
admire: hayran kalmak
make: yapmak
produce: üretmek
receive: almak
win: kazanmak
have an accident: kaza yapmak
want: istemek
go out: dışarı çıkmak
hear: duymak
believe: inanmak
lose: kaybetmek
happen: olmak
put: koymak
learn: öğrenmek
teach: öğretmek
study: (bir okulda) okumak,
ders çalışmak
return: geri dönmek
graduate: mezun olmak
visit: ziyaret etmek
celebrate: kutlamak
retire: emekli olmak
attend: gitmek,devam etmek,katılmak
use: kullanmak
found: kurmak
doscover: keşfetmek
explore:keşfetmek
invent: icat etmek
publish: yayınlamak
arrive: varmak
live: yaşamak
stay:kalmak
cry: ağlamak
buy: satın almak
fall: düşmek
tell: anlatmak,söylemek
talk: konuşmak
remember: hatırlamak
get angry:kızmak
build: inşa etmek
miss: kaçırmak, özlemek
raise children: çocuk yetiştirmek
-2-
well-known: herkesçe bilinen, iyi bilinen
famous: ünlü
great: harika
cultural:kültürel
shocking:şok edici
interesting:ilginç
weird:tuhaf,esrarengiz
brilliant: zeki
extraordinary:olağanüstü
terrible:berbat,kötü
shocked:şok olmuş
successful:başarılı
alone:yalnız
lazy:tembel
healthy:sağlıklı
clever:zeki
sculptor: heykeltraş
painter:ressam
artist: sanatçı,ressam
writer:yazar
author:yazar
singer:şarkıcı
leader:lider
inventor:kaşif
genius:dahi
scientist:bilimadamı
person:kişi
people:insanlar
painting:tablo, resim
work:eser,yapıt
director:yönetmen
autobiography: (kendi) yaşam öyküsü
field:alan,dal
ability:yetenek
equation:eşitlik
research:araştırma
medal:madalya
achievment: başarı
ticket:bilet
award::ödül
prize:ödül
movie:sinema
concert:konser
accident:kaza
moustache:bıyık
beard:sakal
-4-
about: ilgili,hakkında
after: sonra
before:önce
because:çünkü
suddenly:aniden
among:arasında
around:civarında
somone:birisi
somebody:birisi
nobody:hiçkimse
anybody:hiçkimse
with:ile
until:...e kadar
yesterday:dün
last.....:geçen...........
........ago: ........önce
WHEN,WHİLE ANLATIM, ADVERBS OF PLACE (Yer zarfları)
"While" bağlacı genellikle, temel cümledeki eylem sırasında devam etmekte olan bir başka eylemi anlatmak için kullanılır. Bu nedenle, "while" in bağlı bulunduğu cümle Past Continuous, temel cümle ise Simple Past'dır.
- While I was studying, he came in. (Ben ders çalışırken o geldi.)
adverbial main
- I left home while my parents were sleeping. (Annem babam uyurken evden çıktım.)
I took a photograph while you weren't looking. (Sen uyurken, fotoğraf çektim.)
While bağlacının yukarıdaki cümlelerde kullanılışı, "While + Past Continuous, Simple Past" şeklinde formülize edilebilir.
NOTE: Bu tür cümlelerde "while" yerine "when" kullanmak da mümkündür, ancak "while" kullanımı daha yaygındır.
- When/While I was walking home from work, I bumped into an old friend on the street.
(İşten eve doğru yürürken, caddede eski bir arkadaşımla karşılaştım.)
- Yesterday, a stray dog was nearly hit by a car when/while it was crossing the street.
(Dün bir sokak köpeği karşıdan karşıya geçerken az daha bir arabanın altında kalıyordu.)
► "While" cümleciği, temel cümledeki eylemle aynı anda olan bir eylemi anlatmak için de kullanılır. Bu durumda her iki cümle de Simple Past Tense ile kurulur.
- I sang while I washed the dishes. (Bulaşıkları yıkarken şarkı söyledim.)
- She watched me while I made the cake. (Ben kek yaparken o beni izledi.)
- I waited outside while she had an interview. (O görüşme yaparken ben dışarıda bekledim.)
While bağlacının yukarıdaki cümlelerde kullanılışı, "While + Simple Past, Simple Past" şeklinde formülize edilebilir.
► "While" birbirine paralel devam eden iki eylemi anlatmak için de kullanılır. Bu durumda her iki cümlede de Past Continuous Tense kullanılır. "While"ın bu biçimde kullanımıyla genellikle yakınma, içerleme gibi duygular ifade edilir.
- While the teacher was lecturing, the students were talking among themselves. (Öğretmen ders anlatırken öğrenciler kendi aralarında konuşuyorlardı.)
- I was studying while everybody at home was sleeping. (Evde herkes uyurken ben ders çalışıyordum.)
While bağlacının yukarıdaki cümlelerde kullanılışı, "While + Past Continuous, Past Continuous" şeklinde formülize edilebilir.
► While ile aynı anlamda kullanılan diğer bağlaç "as" dir.
- While/As I was coming here, I ran into an old friend. (Buraya gelirken eski bir arkadaşa rastladım.)
- I had a look at the old magazines while/as I waited at the doctor's. (Doktorda beklerken, eski dergilere bir göz attım.)
► "Just as", daha vurgulu bir anlatımdır.
- The postman came Just as I was leaving home. (Tam ben evden çıkarken, postacı geldi.)
- Just as I sat down at the table, the phone rang. (Tam masaya oturdum ki telefon çaldı.)
ADVERBS OF PLACE (Yer zarfları)
ADVERBS OF PLACE (Yer zarfları)
Yer zarfları yer ya da yön bildiren kelimelerdir. Genellikle cümle içinde fiilden sonra gelir
abroad(yurt disinda),
anywhere(hiçbir yere/ herhangi bir yere),
above(yukarıda),
away(uzağa),
back(geriye),
backwards(geriye doğru),
behind(arkaya),
below(aşağıda),
forward(öne doğru),
far away(uzakta)
everywhere(her yerde)
nowhere(hiçbir yere)
there(orada oraya),
here(burada/buraya),
right(sağa left(sola),
downstairs aşağı katta),
upstairs(üst katta),
ahead(ilerde)
My mother has just come from abroad.
(Annem yurt dışından henüz geldi.)
She lives downstairs.
(O aşağı katta oturuyor.)
If she wants to go somewhere, take her there.
(Eğer bir yere gitmek isterse, onu oraya götür)
Yer zarflarının cümlenin neresinde kullanılacağından emin olamadığınız durumlarda şu kuralı aklınızdan çıkarmayın: Cümlede hal zarfı ve zaman zarf varsa yer zarfı bunların ortasına getirilmelidir.
She spoke loudly in the meeting room two days ago.
(İki gün önce toplantı odasında yüksek sesle konuştu.
Each Both Either Neither Konu Anlatımı
Üleştirme zamirleri each, both, either ve neither olarak sıralanabilir. Her biri, her ikisi, iki şeyden hiçbiri anlamlarına gelmektedir. Tek tek incelersek;
Each : İki şeyden Her biri anlamında kullanılmaktadır. Üleştirme zamirlerinden biridir.
Cümle de tekil olarak kullanılır.
Each Örnek Cümleler
I saw two men. Each had a car.
İki adam gördüm. Her birinin bir arabası vardı.
I bought a few pants. Each is blue. Bir kaç pantolon aldım. Her biri mavidir.
She paid 50 tl for each. Her biri için 50 tl ödedi.
*************************************************************************
images
Either :İki şeyden Her biri anlamına gelmektedir.
Either Örnek Cümleler
Either of them are too expensive for buying.
Onların her biri satın almak için çok pahalıdır.
Either of them are red.
Onların her biri kırmızıdır.
Either of these stories should be read .
Bu hikayelerin her biri okunmalıdır.
Either of these apples are sour.
Bu elmaların her biri ekşidir.
Either students knows the answer. Herbir öğrenci cevabı bilir.
**************************************************************************
Neither : İki şeyden hiçbiri anlamına gelmektedir.
I cared for neither of them.images (1)
Onların hiçbirini sevmedim.
I recieved neither of them.
Onların hiç birini almadım.
Neither of us is happy. Hiçbirimiz mutlu değiliz.
Which countries have you been ? (Hangi ülkelere gittin?)
I have been neither. Hiç birinde bulunmadım. (gitmedim.)
Neither car is fast. İki arabadan hiçbiri hızlı değildir.
***************************************************************************
Both : İki şeyden Her ikisi anlamındadır.
Both of them are too heavy to carry.
Onların her ikisi taşımak için çok ağır.both
Both of them are from Kayseri.
Onların her ikisi Kayserilidir.
Both are intelligent students.
Her ikisi zeki öğrencilerdir.
I bought both of them.
Onların her ikisini de satın aldım.
- While I was studying, he came in. (Ben ders çalışırken o geldi.)
adverbial main
- I left home while my parents were sleeping. (Annem babam uyurken evden çıktım.)
I took a photograph while you weren't looking. (Sen uyurken, fotoğraf çektim.)
While bağlacının yukarıdaki cümlelerde kullanılışı, "While + Past Continuous, Simple Past" şeklinde formülize edilebilir.
NOTE: Bu tür cümlelerde "while" yerine "when" kullanmak da mümkündür, ancak "while" kullanımı daha yaygındır.
- When/While I was walking home from work, I bumped into an old friend on the street.
(İşten eve doğru yürürken, caddede eski bir arkadaşımla karşılaştım.)
- Yesterday, a stray dog was nearly hit by a car when/while it was crossing the street.
(Dün bir sokak köpeği karşıdan karşıya geçerken az daha bir arabanın altında kalıyordu.)
► "While" cümleciği, temel cümledeki eylemle aynı anda olan bir eylemi anlatmak için de kullanılır. Bu durumda her iki cümle de Simple Past Tense ile kurulur.
- I sang while I washed the dishes. (Bulaşıkları yıkarken şarkı söyledim.)
- She watched me while I made the cake. (Ben kek yaparken o beni izledi.)
- I waited outside while she had an interview. (O görüşme yaparken ben dışarıda bekledim.)
While bağlacının yukarıdaki cümlelerde kullanılışı, "While + Simple Past, Simple Past" şeklinde formülize edilebilir.
► "While" birbirine paralel devam eden iki eylemi anlatmak için de kullanılır. Bu durumda her iki cümlede de Past Continuous Tense kullanılır. "While"ın bu biçimde kullanımıyla genellikle yakınma, içerleme gibi duygular ifade edilir.
- While the teacher was lecturing, the students were talking among themselves. (Öğretmen ders anlatırken öğrenciler kendi aralarında konuşuyorlardı.)
- I was studying while everybody at home was sleeping. (Evde herkes uyurken ben ders çalışıyordum.)
While bağlacının yukarıdaki cümlelerde kullanılışı, "While + Past Continuous, Past Continuous" şeklinde formülize edilebilir.
► While ile aynı anlamda kullanılan diğer bağlaç "as" dir.
- While/As I was coming here, I ran into an old friend. (Buraya gelirken eski bir arkadaşa rastladım.)
- I had a look at the old magazines while/as I waited at the doctor's. (Doktorda beklerken, eski dergilere bir göz attım.)
► "Just as", daha vurgulu bir anlatımdır.
- The postman came Just as I was leaving home. (Tam ben evden çıkarken, postacı geldi.)
- Just as I sat down at the table, the phone rang. (Tam masaya oturdum ki telefon çaldı.)
ADVERBS OF PLACE (Yer zarfları)
ADVERBS OF PLACE (Yer zarfları)
Yer zarfları yer ya da yön bildiren kelimelerdir. Genellikle cümle içinde fiilden sonra gelir
abroad(yurt disinda),
anywhere(hiçbir yere/ herhangi bir yere),
above(yukarıda),
away(uzağa),
back(geriye),
backwards(geriye doğru),
behind(arkaya),
below(aşağıda),
forward(öne doğru),
far away(uzakta)
everywhere(her yerde)
nowhere(hiçbir yere)
there(orada oraya),
here(burada/buraya),
right(sağa left(sola),
downstairs aşağı katta),
upstairs(üst katta),
ahead(ilerde)
My mother has just come from abroad.
(Annem yurt dışından henüz geldi.)
She lives downstairs.
(O aşağı katta oturuyor.)
If she wants to go somewhere, take her there.
(Eğer bir yere gitmek isterse, onu oraya götür)
Yer zarflarının cümlenin neresinde kullanılacağından emin olamadığınız durumlarda şu kuralı aklınızdan çıkarmayın: Cümlede hal zarfı ve zaman zarf varsa yer zarfı bunların ortasına getirilmelidir.
She spoke loudly in the meeting room two days ago.
(İki gün önce toplantı odasında yüksek sesle konuştu.
Each Both Either Neither Konu Anlatımı
Üleştirme zamirleri each, both, either ve neither olarak sıralanabilir. Her biri, her ikisi, iki şeyden hiçbiri anlamlarına gelmektedir. Tek tek incelersek;
Each : İki şeyden Her biri anlamında kullanılmaktadır. Üleştirme zamirlerinden biridir.
Cümle de tekil olarak kullanılır.
Each Örnek Cümleler
I saw two men. Each had a car.
İki adam gördüm. Her birinin bir arabası vardı.
I bought a few pants. Each is blue. Bir kaç pantolon aldım. Her biri mavidir.
She paid 50 tl for each. Her biri için 50 tl ödedi.
*************************************************************************
images
Either :İki şeyden Her biri anlamına gelmektedir.
Either Örnek Cümleler
Either of them are too expensive for buying.
Onların her biri satın almak için çok pahalıdır.
Either of them are red.
Onların her biri kırmızıdır.
Either of these stories should be read .
Bu hikayelerin her biri okunmalıdır.
Either of these apples are sour.
Bu elmaların her biri ekşidir.
Either students knows the answer. Herbir öğrenci cevabı bilir.
**************************************************************************
Neither : İki şeyden hiçbiri anlamına gelmektedir.
I cared for neither of them.images (1)
Onların hiçbirini sevmedim.
I recieved neither of them.
Onların hiç birini almadım.
Neither of us is happy. Hiçbirimiz mutlu değiliz.
Which countries have you been ? (Hangi ülkelere gittin?)
I have been neither. Hiç birinde bulunmadım. (gitmedim.)
Neither car is fast. İki arabadan hiçbiri hızlı değildir.
***************************************************************************
Both : İki şeyden Her ikisi anlamındadır.
Both of them are too heavy to carry.
Onların her ikisi taşımak için çok ağır.both
Both of them are from Kayseri.
Onların her ikisi Kayserilidir.
Both are intelligent students.
Her ikisi zeki öğrencilerdir.
I bought both of them.
Onların her ikisini de satın aldım.
WHEN,WHİLE ANLATIM
"While" bağlacı genellikle, temel cümledeki eylem sırasında devam etmekte olan bir başka eylemi anlatmak için kullanılır. Bu nedenle, "while" in bağlı bulunduğu cümle Past Continuous, temel cümle ise Simple Past'dır.
- While I was studying, he came in. (Ben ders çalışırken o geldi.)
adverbial main
- I left home while my parents were sleeping. (Annem babam uyurken evden çıktım.)
I took a photograph while you weren't looking. (Sen uyurken, fotoğraf çektim.)
While bağlacının yukarıdaki cümlelerde kullanılışı, "While + Past Continuous, Simple Past" şeklinde formülize edilebilir.
NOTE: Bu tür cümlelerde "while" yerine "when" kullanmak da mümkündür, ancak "while" kullanımı daha yaygındır.
- When/While I was walking home from work, I bumped into an old friend on the street.
(İşten eve doğru yürürken, caddede eski bir arkadaşımla karşılaştım.)
- Yesterday, a stray dog was nearly hit by a car when/while it was crossing the street.
(Dün bir sokak köpeği karşıdan karşıya geçerken az daha bir arabanın altında kalıyordu.)
► "While" cümleciği, temel cümledeki eylemle aynı anda olan bir eylemi anlatmak için de kullanılır. Bu durumda her iki cümle de Simple Past Tense ile kurulur.
- I sang while I washed the dishes. (Bulaşıkları yıkarken şarkı söyledim.)
- She watched me while I made the cake. (Ben kek yaparken o beni izledi.)
- I waited outside while she had an interview. (O görüşme yaparken ben dışarıda bekledim.)
While bağlacının yukarıdaki cümlelerde kullanılışı, "While + Simple Past, Simple Past" şeklinde formülize edilebilir.
► "While" birbirine paralel devam eden iki eylemi anlatmak için de kullanılır. Bu durumda her iki cümlede de Past Continuous Tense kullanılır. "While"ın bu biçimde kullanımıyla genellikle yakınma, içerleme gibi duygular ifade edilir.
- While the teacher was lecturing, the students were talking among themselves. (Öğretmen ders anlatırken öğrenciler kendi aralarında konuşuyorlardı.)
- I was studying while everybody at home was sleeping. (Evde herkes uyurken ben ders çalışıyordum.)
While bağlacının yukarıdaki cümlelerde kullanılışı, "While + Past Continuous, Past Continuous" şeklinde formülize edilebilir.
► While ile aynı anlamda kullanılan diğer bağlaç "as" dir.
- While/As I was coming here, I ran into an old friend. (Buraya gelirken eski bir arkadaşa rastladım.)
- I had a look at the old magazines while/as I waited at the doctor's. (Doktorda beklerken, eski dergilere bir göz attım.)
► "Just as", daha vurgulu bir anlatımdır.
- The postman came Just as I was leaving home. (Tam ben evden çıkarken, postacı geldi.)
- Just as I sat down at the table, the phone rang. (Tam masaya oturdum ki telefon çaldı.)
- While I was studying, he came in. (Ben ders çalışırken o geldi.)
adverbial main
- I left home while my parents were sleeping. (Annem babam uyurken evden çıktım.)
I took a photograph while you weren't looking. (Sen uyurken, fotoğraf çektim.)
While bağlacının yukarıdaki cümlelerde kullanılışı, "While + Past Continuous, Simple Past" şeklinde formülize edilebilir.
NOTE: Bu tür cümlelerde "while" yerine "when" kullanmak da mümkündür, ancak "while" kullanımı daha yaygındır.
- When/While I was walking home from work, I bumped into an old friend on the street.
(İşten eve doğru yürürken, caddede eski bir arkadaşımla karşılaştım.)
- Yesterday, a stray dog was nearly hit by a car when/while it was crossing the street.
(Dün bir sokak köpeği karşıdan karşıya geçerken az daha bir arabanın altında kalıyordu.)
► "While" cümleciği, temel cümledeki eylemle aynı anda olan bir eylemi anlatmak için de kullanılır. Bu durumda her iki cümle de Simple Past Tense ile kurulur.
- I sang while I washed the dishes. (Bulaşıkları yıkarken şarkı söyledim.)
- She watched me while I made the cake. (Ben kek yaparken o beni izledi.)
- I waited outside while she had an interview. (O görüşme yaparken ben dışarıda bekledim.)
While bağlacının yukarıdaki cümlelerde kullanılışı, "While + Simple Past, Simple Past" şeklinde formülize edilebilir.
► "While" birbirine paralel devam eden iki eylemi anlatmak için de kullanılır. Bu durumda her iki cümlede de Past Continuous Tense kullanılır. "While"ın bu biçimde kullanımıyla genellikle yakınma, içerleme gibi duygular ifade edilir.
- While the teacher was lecturing, the students were talking among themselves. (Öğretmen ders anlatırken öğrenciler kendi aralarında konuşuyorlardı.)
- I was studying while everybody at home was sleeping. (Evde herkes uyurken ben ders çalışıyordum.)
While bağlacının yukarıdaki cümlelerde kullanılışı, "While + Past Continuous, Past Continuous" şeklinde formülize edilebilir.
► While ile aynı anlamda kullanılan diğer bağlaç "as" dir.
- While/As I was coming here, I ran into an old friend. (Buraya gelirken eski bir arkadaşa rastladım.)
- I had a look at the old magazines while/as I waited at the doctor's. (Doktorda beklerken, eski dergilere bir göz attım.)
► "Just as", daha vurgulu bir anlatımdır.
- The postman came Just as I was leaving home. (Tam ben evden çıkarken, postacı geldi.)
- Just as I sat down at the table, the phone rang. (Tam masaya oturdum ki telefon çaldı.)
WHEN,WHİLE ANLATIMI
Past Continuous Tense cümlelerinde "when" ve "while" bağlaçları sıkça kullanılır. Bu yüzden zamanı doğru kullanabilmek için bu bağlaçların kullanımlarının iyi öğrenilmesi önemlidir.
When ve While bağlaçlarının Past Continuous Tense cümlelerinde kullanımları genellikle şu iki formül ile açıklanabilir.
- when + simple past tense
- When I saw him, he was playing tennis. (Onu gördüğümde tenis oynuyordu.)
- when / while + past continuous tense
- When / While I was playing football, I broke my leg. (Futbol oynarken bacağım kırıldı.)
When ve While bağlaçlarının kullanımıyla ilgili genel kurallar aşağıda verilmiştir.
► Geçmişte devam etmekte olan bir eylem sırasında bir başka eylem olmuş ve devam eden eylemi bölmüşse, bu durum hem when, hem de while bağlaçları kullanılarak ifade edilebilir.
- I was eating dinner when the guests arrived. (Konuklar geldiğinde yemek yiyordum.)
- I hurt my leg while I was playing football. (Futbol oynarken bacağımı incittim.)
WHEN
► "When" ile kurulmuş bir zarf cümleciği (adverbial clause), genellikle temel cümledeki (main clause) eylemin devam etmekte olduğu zamanı açıklar. "Bir eylem olduğunda bir başka eylem oluyordu" biçiminde bir anlam taşır. Bu nedenle "when" in bağlı bulunduğu cümlede Simple Past, temel cümlede ise Past Continuous kullanılır.
- When he came in, I was studying. (O içeri girdiğinde, ben ders çalışıyordum.)
adverbial main
- I was reading when he came in. (O geldiğinde, ben kitap okuyordum.)
- When I went out, it was snowing. (Dışarı çıktığımda kar yağıyordu.)
- They were arguing when I entered the room. (Odaya girdiğimde, tartışıyorlardı.)
When bağlacının yukarıdaki cümlelerde kullanılışı, "When + Simple Past, Past Continuous" şeklinde formülize edilebilir.
► "When" arka arkaya yapılmış eylemleri anlatmak için de kullandır. Bu durumda her iki cümle de Simple Past Tense ile kurulur.
- When he arrived, we went into the cinema. (O gelince, sinemaya girdik.)
(Önce o geldi, sonra biz sinemaya girdik.)
- When he left work, he got on a bus and went home. (İşten çıkınca, otobüse binip eve gitti.)
- When the teacher asked a question, I raised my hand. (Öğretmen soru sorunca, elimi kaldırdım.)
When bağlacının yukarıdaki cümlelerde kullanılışı, "'When + Simple Past, Simple Past" şeklinde formülize edilebilir.
► "While" bağlacı genellikle, temel cümledeki eylem sırasında devam etmekte olan bir başka eylemi anlatmak için kullanılır. Bu nedenle, "while" in bağlı bulunduğu cümle Past Continuous, temel cümle ise Simple Past'dır.
- While I was studying, he came in. (Ben ders çalışırken o geldi.)
adverbial main
- I left home while my parents were sleeping. (Annem babam uyurken evden çıktım.)
I took a photograph while you weren't looking. (Sen uyurken, fotoğraf çektim.)
While bağlacının yukarıdaki cümlelerde kullanılışı, "While + Past Continuous, Simple Past" şeklinde formülize edilebilir.
NOTE: Bu tür cümlelerde "while" yerine "when" kullanmak da mümkündür, ancak "while" kullanımı daha yaygındır.
- When/While I was walking home from work, I bumped into an old friend on the street.
(İşten eve doğru yürürken, caddede eski bir arkadaşımla karşılaştım.)
- Yesterday, a stray dog was nearly hit by a car when/while it was crossing the street.
(Dün bir sokak köpeği karşıdan karşıya geçerken az daha bir arabanın altında kalıyordu.)
► "While" cümleciği, temel cümledeki eylemle aynı anda olan bir eylemi anlatmak için de kullanılır. Bu durumda her iki cümle de Simple Past Tense ile kurulur.
- I sang while I washed the dishes. (Bulaşıkları yıkarken şarkı söyledim.)
- She watched me while I made the cake. (Ben kek yaparken o beni izledi.)
- I waited outside while she had an interview. (O görüşme yaparken ben dışarıda bekledim.)
While bağlacının yukarıdaki cümlelerde kullanılışı, "While + Simple Past, Simple Past" şeklinde formülize edilebilir.
► "While" birbirine paralel devam eden iki eylemi anlatmak için de kullanılır. Bu durumda her iki cümlede de Past Continuous Tense kullanılır. "While"ın bu biçimde kullanımıyla genellikle yakınma, içerleme gibi duygular ifade edilir.
- While the teacher was lecturing, the students were talking among themselves. (Öğretmen ders anlatırken öğrenciler kendi aralarında konuşuyorlardı.)
- I was studying while everybody at home was sleeping. (Evde herkes uyurken ben ders çalışıyordum.)
While bağlacının yukarıdaki cümlelerde kullanılışı, "While + Past Continuous, Past Continuous" şeklinde formülize edilebilir.
► While ile aynı anlamda kullanılan diğer bağlaç "as" dir.
- While/As I was coming here, I ran into an old friend. (Buraya gelirken eski bir arkadaşa rastladım.)
- I had a look at the old magazines while/as I waited at the doctor's. (Doktorda beklerken, eski dergilere bir göz attım.)
► "Just as", daha vurgulu bir anlatımdır.
- The postman came Just as I was leaving home. (Tam ben evden çıkarken, postacı geldi.)
- Just as I sat down at the table, the phone rang. (Tam masaya oturdum ki telefon çaldı.)
When ve While bağlaçlarının Past Continuous Tense cümlelerinde kullanımları genellikle şu iki formül ile açıklanabilir.
- when + simple past tense
- When I saw him, he was playing tennis. (Onu gördüğümde tenis oynuyordu.)
- when / while + past continuous tense
- When / While I was playing football, I broke my leg. (Futbol oynarken bacağım kırıldı.)
When ve While bağlaçlarının kullanımıyla ilgili genel kurallar aşağıda verilmiştir.
► Geçmişte devam etmekte olan bir eylem sırasında bir başka eylem olmuş ve devam eden eylemi bölmüşse, bu durum hem when, hem de while bağlaçları kullanılarak ifade edilebilir.
- I was eating dinner when the guests arrived. (Konuklar geldiğinde yemek yiyordum.)
- I hurt my leg while I was playing football. (Futbol oynarken bacağımı incittim.)
WHEN
► "When" ile kurulmuş bir zarf cümleciği (adverbial clause), genellikle temel cümledeki (main clause) eylemin devam etmekte olduğu zamanı açıklar. "Bir eylem olduğunda bir başka eylem oluyordu" biçiminde bir anlam taşır. Bu nedenle "when" in bağlı bulunduğu cümlede Simple Past, temel cümlede ise Past Continuous kullanılır.
- When he came in, I was studying. (O içeri girdiğinde, ben ders çalışıyordum.)
adverbial main
- I was reading when he came in. (O geldiğinde, ben kitap okuyordum.)
- When I went out, it was snowing. (Dışarı çıktığımda kar yağıyordu.)
- They were arguing when I entered the room. (Odaya girdiğimde, tartışıyorlardı.)
When bağlacının yukarıdaki cümlelerde kullanılışı, "When + Simple Past, Past Continuous" şeklinde formülize edilebilir.
► "When" arka arkaya yapılmış eylemleri anlatmak için de kullandır. Bu durumda her iki cümle de Simple Past Tense ile kurulur.
- When he arrived, we went into the cinema. (O gelince, sinemaya girdik.)
(Önce o geldi, sonra biz sinemaya girdik.)
- When he left work, he got on a bus and went home. (İşten çıkınca, otobüse binip eve gitti.)
- When the teacher asked a question, I raised my hand. (Öğretmen soru sorunca, elimi kaldırdım.)
When bağlacının yukarıdaki cümlelerde kullanılışı, "'When + Simple Past, Simple Past" şeklinde formülize edilebilir.
► "While" bağlacı genellikle, temel cümledeki eylem sırasında devam etmekte olan bir başka eylemi anlatmak için kullanılır. Bu nedenle, "while" in bağlı bulunduğu cümle Past Continuous, temel cümle ise Simple Past'dır.
- While I was studying, he came in. (Ben ders çalışırken o geldi.)
adverbial main
- I left home while my parents were sleeping. (Annem babam uyurken evden çıktım.)
I took a photograph while you weren't looking. (Sen uyurken, fotoğraf çektim.)
While bağlacının yukarıdaki cümlelerde kullanılışı, "While + Past Continuous, Simple Past" şeklinde formülize edilebilir.
NOTE: Bu tür cümlelerde "while" yerine "when" kullanmak da mümkündür, ancak "while" kullanımı daha yaygındır.
- When/While I was walking home from work, I bumped into an old friend on the street.
(İşten eve doğru yürürken, caddede eski bir arkadaşımla karşılaştım.)
- Yesterday, a stray dog was nearly hit by a car when/while it was crossing the street.
(Dün bir sokak köpeği karşıdan karşıya geçerken az daha bir arabanın altında kalıyordu.)
► "While" cümleciği, temel cümledeki eylemle aynı anda olan bir eylemi anlatmak için de kullanılır. Bu durumda her iki cümle de Simple Past Tense ile kurulur.
- I sang while I washed the dishes. (Bulaşıkları yıkarken şarkı söyledim.)
- She watched me while I made the cake. (Ben kek yaparken o beni izledi.)
- I waited outside while she had an interview. (O görüşme yaparken ben dışarıda bekledim.)
While bağlacının yukarıdaki cümlelerde kullanılışı, "While + Simple Past, Simple Past" şeklinde formülize edilebilir.
► "While" birbirine paralel devam eden iki eylemi anlatmak için de kullanılır. Bu durumda her iki cümlede de Past Continuous Tense kullanılır. "While"ın bu biçimde kullanımıyla genellikle yakınma, içerleme gibi duygular ifade edilir.
- While the teacher was lecturing, the students were talking among themselves. (Öğretmen ders anlatırken öğrenciler kendi aralarında konuşuyorlardı.)
- I was studying while everybody at home was sleeping. (Evde herkes uyurken ben ders çalışıyordum.)
While bağlacının yukarıdaki cümlelerde kullanılışı, "While + Past Continuous, Past Continuous" şeklinde formülize edilebilir.
► While ile aynı anlamda kullanılan diğer bağlaç "as" dir.
- While/As I was coming here, I ran into an old friend. (Buraya gelirken eski bir arkadaşa rastladım.)
- I had a look at the old magazines while/as I waited at the doctor's. (Doktorda beklerken, eski dergilere bir göz attım.)
► "Just as", daha vurgulu bir anlatımdır.
- The postman came Just as I was leaving home. (Tam ben evden çıkarken, postacı geldi.)
- Just as I sat down at the table, the phone rang. (Tam masaya oturdum ki telefon çaldı.)
7. Sınıf İngilizce Ünite Kelimeleri 7. Ünite - Superstition (Batıl İnanç)
1. Ünite - Appearance and Personality (Dış Görünüş ve Kişilik)
UNIT 1 - APPEARANCE AND PERSONALITY
beautiful: güzel
handsome: yakışıklı
ugly:çirkin
slim:ince
thin:zayıf
tall:uzun
short:kısa
of medium height: orta boylu
of medium weight: orta kilolu
plump:balık etli,tombul
overweight:aşırı kilolu
well built: yapılı,kaslı
strong: güçlü
weak: zaıf (güçsüz)
bald: kel
freckle: benek,çil
long:uzun
wavy:dalgalı
straight:düz
curly:kıvırcık
dark:koyu
fair:kumral
blonde:sarı
hazel:ela
young:genç
old: yaşlı ,
calm:sakin
hardworking:çalışkan
shy:utangaç
energetic:enerjik
clumsy:sakar
easygoing: uysal, yumuşak başlı
outgoing: sempatik,cana yakın
forgetful: unutkan
generous:cömert
stingy:cimri
honest: dürüst
intelligent:zeki
clever:zeki
jeolous:kıskanç
pretty:tatlı,hoş
trendy:modaya uygun
lovely:hoş,sevecen
selfish: bencil
stubborn: inatçi
punctual:dakik
thoughtful:düşünceli
lazy:tembel
easy:kolay
hard:zor
sad:üzgün
polite:nazik
rude:kaba
funny:eğlenceli
cheerful:neşeli
difficult:zor
important:önemli
slow: yavaş
fast:hızlı
small:küçük
big:büyük
large:geniş
high: yüksek
crowded:kalabalık
expensive:pahalı
cheap:ucuz
look like: görünmek
wear: giymek
laugh:gülmek
make laugh:güldürmek
get on well with: iyi geçinmek
remember:hatırlamak
miss: kaçırmak,özlemek
tell:söylemek
join: katılmak
break: kırmak
(to be) jeolous of:kıskanmak
give money:para vermek
help poor people: fakir insanlara yardım etmek
spend money:para harcamak
get angry:kızmak
tell lie: yalan söylemek
tell the truth:doğru söylemek
share:paylaşmak
forget:unutmak
make friend: arkadaş edinmek
buy:satın almak
tidy:toparlamak,düzenlemek
buy gift/present: hediye almak
have appointment:randevusu olmak
-5-
personality:kişilik
appearance:dış görünüş
moustache:bıyık
beard:sakal
male:erkek
female:bayan
eye-glasses:gözlük
on time:zamanında
which:hangi
who:kim
whose:kimin
why:neden
when:nezaman
how:nasıl
------------------------------------
What is ....... like?: .... nasıl birisidir? (personality)
What does ........... look like? : ........'ın dış görünüşü nasıl?
(apperance)
2. Ünite - Biographies (Biyografiler)
know: bilmek
grow up: büyümek
die: ölmek
entertain: eğlenmek
(to be) born: doğmak
(to be) famous for: (birşeyiyle) ünlü olmak
encourage: cesaret vermek
enjoy: eğlenmek,hoşlanmak
draw: çizmek
begin: başlamak
paint: boyamak
move: taşınmak
marry: evlenmek
get married: evlenmek
get engaged: nişanlanmak
think: düşünmek
write: yazmak
call: aramak
(to be) called: adlandırılmak
work: çalışmak
admire: hayran kalmak
make: yapmak
produce: üretmek
receive: almak
win: kazanmak
have an accident: kaza yapmak
want: istemek
go out: dışarı çıkmak
hear: duymak
believe: inanmak
lose: kaybetmek
happen: olmak
put: koymak
learn: öğrenmek
teach: öğretmek
study: (bir okulda) okumak,
ders çalışmak
return: geri dönmek
graduate: mezun olmak
visit: ziyaret etmek
celebrate: kutlamak
retire: emekli olmak
attend: gitmek,devam etmek,katılmak
use: kullanmak
found: kurmak
doscover: keşfetmek
explore:keşfetmek
invent: icat etmek
publish: yayınlamak
arrive: varmak
live: yaşamak
stay:kalmak
cry: ağlamak
buy: satın almak
fall: düşmek
tell: anlatmak,söylemek
talk: konuşmak
remember: hatırlamak
get angry:kızmak
build: inşa etmek
miss: kaçırmak, özlemek
raise children: çocuk yetiştirmek
well-known: herkesçe bilinen, iyi bilinen
famous: ünlü
great: harika
cultural:kültürel
shocking:şok edici
interesting:ilginç
weird:tuhaf,esrarengiz
brilliant: zeki
extraordinary:olağanüstü
terrible:berbat,kötü
shocked:şok olmuş
successful:başarılı
alone:yalnız
lazy:tembel
healthy:sağlıklı
clever:zeki
sculptor: heykeltraş
painter:ressam
artist: sanatçı,ressam
writer:yazar
author:yazar
singer:şarkıcı
leader:lider
inventor:kaşif
genius:dahi
scientist:bilimadamı
person:kişi
people:insanlar
painting:tablo, resim
work:eser,yapıt
director:yönetmen
autobiography: (kendi) yaşam öyküsü
field:alan,dal
ability:yetenek
equation:eşitlik
research:araştırma
medal:madalya
achievment: başarı
ticket:bilet
award::ödül
prize:ödül
movie:sinema
concert:konser
accident:kaza
moustache:bıyık
beard:sakal
about: ilgili,hakkında
after: sonra
before:önce
because:çünkü
suddenly:aniden
among:arasında
around:civarında
somone:birisi
somebody:birisi
nobody:hiçkimse
anybody:hiçkimse
with:ile
until:...e kadar
yesterday:dün
last.....:geçen...........
........ago: ........önce
-1-
know: bilmek
grow up: büyümek
die: ölmek
entertain: eğlenmek
(to be) born: doğmak
(to be) famous for: (birşeyiyle) ünlü olmak
encourage: cesaret vermek
enjoy: eğlenmek,hoşlanmak
draw: çizmek
begin: başlamak
paint: boyamak
move: taşınmak
marry: evlenmek
get married: evlenmek
get engaged: nişanlanmak
think: düşünmek
write: yazmak
call: aramak
(to be) called: adlandırılmak
work: çalışmak
admire: hayran kalmak
make: yapmak
produce: üretmek
receive: almak
win: kazanmak
have an accident: kaza yapmak
want: istemek
go out: dışarı çıkmak
hear: duymak
believe: inanmak
lose: kaybetmek
happen: olmak
put: koymak
learn: öğrenmek
teach: öğretmek
study: (bir okulda) okumak,
ders çalışmak
return: geri dönmek
graduate: mezun olmak
visit: ziyaret etmek
celebrate: kutlamak
retire: emekli olmak
attend: gitmek,devam etmek,katılmak
use: kullanmak
found: kurmak
doscover: keşfetmek
explore:keşfetmek
invent: icat etmek
publish: yayınlamak
arrive: varmak
live: yaşamak
stay:kalmak
cry: ağlamak
buy: satın almak
fall: düşmek
tell: anlatmak,söylemek
talk: konuşmak
remember: hatırlamak
get angry:kızmak
build: inşa etmek
miss: kaçırmak, özlemek
raise children: çocuk büyütmek
well-known: herkesçe bilinen, iyi bilinen
famous: ünlü
great: harika
cultural:kültürel
shocking:şok edici
interesting:ilginç
weird:tuhaf,esrarengiz
brilliant: zeki
extraordinary:olağanüstü
terrible:berbat,kötü
shocked:şok olmuş
successful:başarılı
alone:yalnız
lazy:tembel
healthy:sağlıklı
clever:zeki
sculptor: heykeltraş
painter:ressam
artist: sanatçı,ressam
writer:yazar
author:yazar
singer:şarkıcı
leader:lider
inventor:kaşif
genius:dahi
scientist:bilimadamı
person:kişi
people:insanlar
painting:tablo, resim
work:eser,yapıt
director:yönetmen
autobiography: (kendi) yaşam öyküsü
field:alan,dal
ability:yetenek
equation:eşitlik
research:araştırma
medal:madalya
achievment: başarı
ticket:bilet
award::ödül
prize:ödül
movie:sinema
concert:konser
accident:kaza
moustache:bıyık
beard:sakal
about: ilgili,hakkında
after: sonra
before:önce
because:çünkü
suddenly:aniden
among:arasında
around:civarında
somone:birisi
somebody:birisi
nobody:hiçkimse
anybody:hiçkimse
with:ile
until:...e kadar
yesterday:dün
last.....:geçen...........
........ago: ........önce
b) Let’s yapısı öneride bulunurken kullanılabilir.
Let’s buy a lion.
(Hadi bir aslan alalım.)
Let’s go swimming this afternoon.
(Bu öğleden sonra yüzmeye gidelim)
Let’s go for a walk.
(Yürüyüşe çıkalım)
c) Why don’t we? soru formunda olan bu yapıyı öneride bulunurken kullanabiliriz. Cümle sonuna soru işarei konulmalıdır.
Why don’t we study at the café?
(Neden kafede ders çalışmıyoruz)
Why don’t we see this film?
(Neden bu filmi izlemiyoruz?)
Why don’t we go out?
(Neden dışarı çıkmıyoruz?)
d) What about /How about + -ing. Bu yapılar soru formundadır. Bu yapılardan sonra fiil –ing takısı almalıdır.
What about visiting the teacher tomorrow?
(Yarın öğretmeni ziyaret etmeye ne dersin?)
How about sleeping in the tent tonight?
(Bu akşam çadırda uyumaya ne dersin?)
e) We can veya We could ile de öneri de bulunabiliriz. We could daha kibar bir ifadedir.
We can go to the cinema if you like.
(İstersen sinamaya gidebiliriz)
We could take a taxi.
(Bir taksi tutabiliriz)
f) may/might as well ifadeleri, neden olmasın, yapsak da olur anlamında daha iyi bir alternatif göremediğimiz durumlarda, öneride bulunurken kullanılabilir. Might as well daha yaygındır. Bu ifadeler informal (yani samimi ortamlarda) olarak kullanılır.
We don’t have enough money for a taxi. We might as well walk home.
(Taksi için yeterince paramız yok. Eve yürüsek de olur /yürüyebiliriz de.)
We might as well start the conference now. The professor is about to arrive.
(Konferansa şimdi başlasak da olur. Profesör gelmek üzere)
Karşımızdakine öneride bulunmak için why don’t you ve how/what about ifadeleri kullanılabilir.
Why don’t you take driving lessons?
(Niçin sürme dersleri almıyorsun)
You say you are bored most of the time. What about joining a club?
(Çoğu zaman canının sıkıldığını söylüyorsun. Bir kulübe katılmaya ne dersin?)
responsible /rɪˈspɒnsəbl/ bir şeyden/şeyi yapmaktan dolayı sorumlu/mesul olmak.
I'm responsible for looking after the children in the evenings.
Ben akşamları çocuklara bakmakla sorumluyum.
responsible /rɪˈspɒnsəbl/ olumsuz bir şeyin sorumlusu/sebebi olmak; sorumlu olmak.
Who was responsible for the accident?
Kazadan sorumlu olan kimdi?
responsible /rɪˈspɒnsəbl/ güvenilir, sorumluluk duygusu taşıyan.
a responsible attitude.
sorumlu bir davranış.
At
at - is a mechanism for denoting the specific, it usually refers to fixed points in time (e.g.: clock times) and specific points in space.
at genellikle zamandaki sabit noktalara ya da uzaydaki herhangi belirli bir noktaya işaret eder.
Time: The preposition at is used in the following descriptions of time:
Zaman: At edatı zamanla ilgili aşağıdaki durumlarda kullanılır.
With clock times:
Saati ifade ederken:
My last train leaves at 10:30.
Son trenim 10:30'da kalkıyor.
We left at midnight.
Geceyarısı ayrıldık.
The meeting starts at two thirty.
Görüşme iki buçukta başlayacak.
With specific times of day, or mealtimes:
Günün belirli zamanlarını, ya da yemek saatlerini ifade ederken:
He doesn't like driving at night.
Gece araba kullanmayı sevmez.
I'll go shopping at lunchtime.
Öğle yemeği vaktinde alışverişe gideceğim.
I like to read the children a story at bedtime.
Yatma vaktinde çocuklara hikaye okumayı seviyorum.
With festivals:
Bayramlarda:
Are you going home at Christmas/Easter?
Noel'de / Paskalya'da eve gidiyor musun?
In certain fixed expressions which refer to specific points in time:
Zamanda belirli noktalara işaret eden bazı sabit ifadelerle:
Are you leaving at the weekend?
Haftasonu ayrılıyor musun?
She's working at the moment.
Şu anda çalışıyor.
He's unavailable at present.
Şu anda müsait değil.
I'll finish the course at the end of April.
Kursu Nisan sonunda bitiriyorum.
We arrived at the same time.
Aynı zamanda vardık.
Place: The preposition at is used in the following descriptions of place/position:
Yer: At edatı aşağıdaki yer / konum durumlarında kullanılır.
With specific places/points in space:
Belirli yerler / noktalar ile:
She kept the horse at a nearby farm.
Atı yakındaki bir çiftlikte muhafaza etti.
I had a cup of coffee at Helen's (house/flat).
Helen'de bir fincan kahve içtim.
Angie's still at home.
Angie hala evdedir.
I'll meet you at reception.
Seni resepsiyonda karşılayacağım.
There's a man at the door.
Kapıda bir adam var.
I saw her standing at the bus stop.
Onu otobüs durağında ayakta gördüm.
Turn right at the traffic lights.
Işıklarda sağa dön.
The index is at the back of the book.
Dizin kitabın arkasındadır
Write your name at the top of each page.
İsminizi her sayfanın en üstüne yazın.
With public places and shops:
Kamu yerleri ve dükkanlarla birlikte:
Jane's at the dentist/hairdresser.
Jane dişçidedir / kuafördedir.
I studied German at college/school/university.
Kolejde / okulda / üniversitede Almanca eğitimi aldım.
Shall I meet you at the station?
İstasyonda buluşalım mı?
We bought some bread at the supermarket.
Süpermarketten biraz ekmek aldık.
With addresses:
Adreslerle birlikte:
They live at 70, Duncombe Place.
Duncombe Place, 70 numarada oturuyorlar.
With events:
Olaylarla birlikte:
I met her at last year's conference.
Onunla geçen yılki konferansta tanıştım.
She wasn't at Simon's party.
O, Simon'ın partisinde yoktu.
Other:
Diğer:
At is used for showing specific temperatures, prices and speeds, etc.
At belirli sıcaklıkları, fiyatları, hızları vs. anlatmak için kullanılır.
Tickets are now on sale at £15 each.
Biletler şimdi tanesi 15 £'dan satılıyor.
He denied driving at 110 miles per hour.
Saatte 110 mil hız yaparak araba kullandığını inkar etti.
And more generally to talk about the level or rate of something, e.g.:
Ve genel olarak bir şeyin seviyesi ya da hızı ile ilgili şeyleri anlatmak üzere kullanılır
Interest rates have stayed at this level for several months.
Faiz oranları bu seviyede aylardır duruyor.
The loan repayments are going up at an alarming rate.
Borç geri ödemeleri endişe verici düzeyde artıyor.
At is used to show when someone is a particular age:, e.g.:
At bir kişinin belirli bir yaşta olduğunu ifade ederken kullanılır
He began composing at the age of 5.
Beste yapmaya beş yaşında başladı.
She chose not to retire at 65.
65 yaşında emekli olmamayı seçti.
At is used to show that an activity is directed specifically towards someone or something:
At bir eylemin doğrudan birine ya da bir şeye yönelik yapıldığını ifade etmek için kullanılır
He is always shouting at the children.
Çocuklara her zaman bağırıyor.
Jamie threw the ball at the wall.
Jamie topu duvara attı.
Why are you staring at her like that?
Kıza neden öyle bakıyorsun?
At is used to show the specific cause of a feeling or reaction:
At bir duygunun ya da tepkinin belirli nedenini ifade etmek için kullanılır
Audiences still laugh at her jokes.
Seyirciler hala onun şakalarına gülüyor.
We were rather surprised at the news.
Haberler bizi oldukça şaşırtmıştı.
In
Time: The preposition in is used in the following descriptions of time:
Zaman: In edatı aşağıdaki zaman ifadelerinde kullanılır.
With months, years, seasons, and longer periods of time:
Aylar, yıllar, mevsimler ve daha uzun zaman periyotları için:
I was born in 1965.
Ben 1965'te doğmuşum.
We're going to visit them in May.
Onları Mayıs'ta ziyaret edeceğiz.
The pool is closed in winter.
Havuz kışın kapalıdır.
He was famous in the 1980's.
O, 1980'lerde ünlüydü.
The play is set in the Middle Ages.
Oyun Orta Çağlarda geçiyor.
They've done work for me in the past.
Onlar geçmişte benim için iş yaptılar.
With periods of time during the day:
Gün içerisinde zaman periyotları için:
He's leaving in the morning.
O, sabah ayrılıyor.
She usually has a sleep in the afternoon(s).
Öğleden sonraları genellikle uyur.
I tried to work in the evening.
Akşam çalışmayı denedim.
To describe the amount of time needed to do something:
Bir şeyi yapmak için gereken zamanı tariff etmek için:
They managed to finish the job in two weeks.
İşi iki haftada bitirmeyi becerdiler.
To indicate when something will happen in the future:
Bir şeyin gelecekte gerçekleşeceğini belirtmek için:
She'll be ready in a few minutes.
Birkaç dakika içerisinde hazır olacak.
He's gone away but he'll be back in a couple of days.
Gitti ancak birkaç gün içerisinde geri dönecek.
Place: The preposition in is used in the following descriptions of place/position:
Yer: In edatı aşağıdaki yer ifadelerinde kullanılır.
With geographical regions:
Coğrafi bölgelerle birlikte
Driving in England is harder.
İngiltere'de araba kullanmak daha zordur.
Orgiva is a very small village in the mountains.
Orgiva dağların içinde küçük bir köydür.
With cities, towns and larger areas:
Kentler, şehirler ve daha büyük alanlarla birlikte
Do you like living in Nottingham?
Nottingham'da yaşamayı seviyor musun?
They were having a picnic in the park.
Parkta bir piknik yapıyorlardı.
She works somewhere in the toy department.
Oyuncak bölümünde bir yerde çalışıyor.
With buildings/rooms and places that can be thought of as surrounding a person or object on all sides:
Bir kişiyi ya da nesnenin her tarafını sardığı düşünülebilen binalar/odalar ve yerlerle birlikte
Can you take a seat in the waiting room please?
Bekleme odasında oturabilir misiniz lütfen?
I've left my bag in the office.
Çantamı ofiste bıraktım.
There's a wedding in the church this afternoon.
Kilisede bu akşam bir düğün var.
Lots of people were swimming in the lake.
Pek çok insan gölde yüzüyordu.
John is in the water.
John suyun içindedir.
With containers:
Kaplarla::
There's fresh milk in the fridge.
Buzdolabında taze süt var.
I think I've got a tissue in my pocket.
Sanırım cebimde kağıt mendil var.
The money is in the top drawer of my desk.
Para benim masamın en üst çekmecesindedir.
With liquids and other substances, to show what they contain:
Sıvılar ve diğer maddelerle birlikte, ne içerdiklerini ifade etmek için
Do you take milk in your coffee?
Kahvenize süt alır mısınız?
I can taste garlic in this sauce.
Bu sosun içindeki sarımsağın tadını alabiliyorum.
There's a lot of fat in cheese and butter.
Peynirde ve tereyağında bolca yağ var.
Other:
Diğer:
In is used to show movement towards the inside of a container, place or area:
In bir kap, yer ya da alanın içine doğru yapılan hareketi ifade etmek için kullanılır.
She put the letter back in her briefcase.
Mektubu çantasına geri koydu.
The farmer fired a few shots in the air.
Çiftçi havaya birkaç el ateş etti.
In is used to show when something is part of something else:
In bir şeyin, bir başka şeyin parçası olduğunu ifade etmek için kullanılır.
I've found one or two spelling mistakes in your essay.
Denemende bir ya da iki yazım hatası buldum.
Who's the little girl in the photograph?
Fotoğraftaki küçük kız kim?
There are several valuable paintings in the collection.
Bu koleksiyonda birkaç değerli tablo var.
In is used to show that someone is wearing something:
In birinin bir şey giydiğini ifade etmek için kullanılır.
Do you know that girl in the black dress?
Siyah elbiseli kızı biliyor musun?
A man in a brown suit was walking towards her.
Kahverengi takım elbiseli bir adam ona doğru yürüyordu.
In is used to show how things are arranged, expressed or written:
In nesnelerin nasıl düzenlendiğini, ifade edildiğini ya da yazıldığını ifade etmek için kullanılır.
We gathered round in a circle.
Bir daire şeklinde toplandık.
Their names are given in alphabetical order.
İsimleri alfabetik sırada verilmişti.
She spoke to me in Spanish.
Benimle İspanyolca konuştu.
On:
Time: The preposition on is used in the following descriptions of time:
Zaman: On edatı aşağıdaki zaman ifadelerinde kullanılır.
With days of the week, and parts of days of the week:
Haftanın günleri ve haftanın günlerinin parçalarıyla birlikte:
I'll see you on Friday.
Seni Cuma günü görürüm.
She usually works on Mondays.
Pazartesileri genellikle çalışıyor.
We're going to the theatre on Wednesday evening.
Çarşamba akşamı tiyatroya gidiyoruz.
(Note that in spoken English, on is often omitted in this context, e.g.: I'll see you Friday.)
(Konuşma dilinde, bu anlamda kullanıldığında "on" genelde kullanılmaz, "I'll see you Friday" örneğinde olduğu gibi)
With dates:
Tarihlerle birlikte:
The interview is on 29th April.
Görüşme 29 Nisan'dadır.
He was born on February 14th 1995.
14 Şubat 1995'te doğmuş.
With special days:
Özel günlerle:
She was born on Valentine's day.
Sevgililer Günü'nde doğmuş.
We move house on Christmas Eve.
Evi Noel Arefesinde taşıyoruz.
I have an exam on my birthday.
Doğum günümde bir sınavım var.
Place: The preposition on is used in the following descriptions of place/position:
Yer: On edatı aşağıdaki yer/konum ifadelerinde kullanılır.
With surfaces, or things that can be thought of as surfaces:
Yüzeyler ya da yüzey gibi düşünülebilecek şeylerle birlikte:
The letter is on my desk.
Mektup masamın üzerindedir.
There was a beautiful painting on the wall.
Duvarda çok güzel bir tablo vardı.
The toy department is on the first floor.
Oyuncak bölümü birinci kattadır.
Write the number down on a piece of paper.
Numarayı bir kağıt parçasının üzerine yaz.
You've got a dirty mark on your jumper.
Kazağının üzerinde bir leke var.
He had a large spot on his nose.
Burnunun üstünde büyük bir nokta var.
She placed her hand on my shoulder.
Elini omzumun üstüne koydu.
Jean is on the floor.
Jean zeminin üstündedir.
With roads/streets, or other things that can be thought of as a line, e.g.: rivers:
Caddelerle/sokaklarla, ya da bir doğru şeklinde düşünülebilecek diğer şeylerle birlikte
Debbie lives on Croft Lane.
Debbie Croft Sokağı'nda yaşıyor.
The bank is on the corner of King's Street.
Banka King Sokağı'nın köşesindedir.
Koblenz is on the Rhine.
Koblenz Rhine'dadır.
Bournemouth is on the south coast.
Bournemouth güney kıyısındadır.
It's the second turning on the left.
Soldan ikinci dönüştedir.
Other:
Diğer:
On is used to show movement in the direction of a surface:
On, bir yüzeyin yönünde hareketi ifade etmek için kullanılır.
We could hear the rain falling on the roof.
Çatıya düşen yağmurun sesini duyabiliyorduk.
I dropped my bags on the floor.
Çantalarımı yere düşürdüm.
On is used to show when the surface of something accidentally hits or touches a part of the body:
On bir şeyin yüzeyi kazara vücudun bir parçasına değdiğinde ya da çarptığında kullanılır.
I cut my finger on a sharp knife.
Parmağımı keskin bir bıçakla kestim.
On is used to show that a part of someone's body is supporting their weight:
On bir kimsenin vücudunu bir uzvu üzerinde dengede tuttuğunu ifade etmek için kullanılır.
She was balancing on one leg.
Tek ayağının üstünde dengede duruyordu.
He was on his hands and knees under the table.
Masanın altında ellerinin ve dizlerinin üstündeydi.
On is used to show that something is included in a list:
On bir şeyin bir listede olduğunu ifade etmek için kullanılır.
He's not on the list of suspects.
Şüpheliler listesinde o yok.
How many items are on the agenda?
Ajandada kaç madde var?
To:
1. In a direction toward so as to reach:
Ulaşmak üzere bir yöne doğru anlamında.
He went to the city.
Şehre gitti.
2. Towards:
Bir tarafa doğru.
She turned to me.
Bana doğru döndü.
3. Reaching as far as:
Ulaşabildiği yere kadar
The ocean water was clear all the way to the bottom.
Okyanus suyu dibe kadar tertemizdi.
4. To the extent or degree of:
Bir seviye ya da dereceye kadar.
She loved him to distraction.
Umutsuzca onu seviyordu.
5. With the resultant condition of:
Bir bitiş durumu ile:
They nursed her back to health.
Onu sağlıklı haline geri kavuşturdular.
6. Toward a given state:
Verilen bir duruma doğru.
He is helping minority women to economic equality.
Ekonomik eşitlik için azınlık kadınlarına yardım ediyor.
7. In contact with; against:
Temas halinde, dayanır halde
Their faces pressed to the windows.
Yüzleri camlara yapıştı.
8. In front of:
Önünde
They stood face to face.
Yüz yüze ayakta durdular.
9. Used to indicate appropriation or possession:
Uygunluk ya da sahiplik için
She looked for the top to the jar.
Kavanoza kadar yukarı baktı.
10. Concerning; regarding:
İlgili olarak
I am waiting for an answer to my letter.
Mektubumla ilgili olarak bir cevap bekliyorum.
12. As an accompaniment or a complement of:
Uygun ya da tamamlayıcı olarak
She danced to the tune.
Müziğe uygun dans etti.
13. Composing; constituting:
Oluşturmak
Two bottles to a liter.
İki şişe bir litre ediyor.
15. As compared with:
Karşılaştırma
It is a book superior to his others.
Diğer kitaplarına göre daha üstün bir kitaptır.
Under:
1. Directly below or underneath the base of something
Bir şeyin tabanın doğrudan altında
He is under the car.
O, arabanın altındadır.
2. Beneath a layer of something
Bir tabakanın altında
He had two sweaters on under his jacket.
Ceketinin altında iki kazak vardı.
3. Fewer in number than or less than something, for example, in age, quantity, size, or price
Bir seviyenin ya da ölçünün (yaş, miktar, büyüklük ve fiyat gibi) altında olmak.
By the age of sixteen she was still under 1.60.
O, onaltı yaşında hala 1.60'ındaydı.
4. Lower in rank or status than somebody
Makam ya da konum olarak aşağıda olmak
I was under him in the company hierarchy.
Ben şirket hiyerarşisinde onun altındaydım.
Before:
1. In the presence of a person or body of people
Bir kişi ya da topluluğun huzurunda
She spoke before a huge crowd yesterday.
Dün dev bir kalabalığın huzurunda konuştu.
2. Preposition with more importance than: indicating that one thing is preferable to or more important than another
Bir şeyin bir diğerine tercih edilebileceği, önceliğinin yüksek olduğunu belirtir
Their needs come before yours.
Onun ihtiyaçları seninkinden once gelir.
3. Under the consideration or jurisdiction of:
Dikkati üzerinde ya da yargısı altında
The case is now before the court.
Dava şimdi mahkeme önünde.
4. Preposition earlier: earlier than a particular date, time, or event
Zaman olarak bir şeyden daha önce
Before the meeting, Kristen developed the pictures of the project.
Toplantıdan once Kristen projenin resimlerini geliştirdi.
After:
1. Behind in place or order:
Yer ya da sıra olarak geride
Z comes after Y in the alphabet.
Z alfabede Y'den sonra gelir.
2. In quest or pursuit of:
Hedef, takip anlamı. Peşinde olmak
She seeks after fame
O şöhret peşindedir.
3. Subsequent in time to; at a later time than:
Zaman olarak daha sonra
This is his tooth after the treatment.
Bu onun tedaviden sonraki dişidir.
4. With the same or close to the same name as; in honor or commemoration of:
Onurlandırma ya da anma amacıyla aynı ismi almış olmak
He is named after her mother.
Annesinin adını taşıyor.
5. Concerning:
İlgilenmek, bakmak
He looks after me.
Bana bakıyor.
Behind:
1. Preposition at the back of: in or toward a position further back or at the rear of something:
Bir şeyin gerisinde, arkasında olmak
The mouse is behind the black ball.
Fare siyah topun arkasında
2. Preposition following: following somebody or something:
Birini ya da bir şeyi takip etmek, birinin peşinde olmak
The police were hard behind the escapees.
Polis kaçakların sıkı bir şekilde peşindeydi
3. Preposition in the past: indicates that an achievement or experience happened in the past:
Bazı olayların geçmişte gerçekleşmiş olması
My best days are behind me.
En güzel günlerim arkamda kaldı
4. Preposition late: indicates that something is not as far advanced as it should be:
Bir şeyin olması gerekenden geç kalmış olması, arkada olmak
They are seven weeks behind schedule
Onlar planın yedi hafta gerisinde
5. Preposition causing something: causing or being responsible for something
Bir şeye neden olmak, "arkasında yatmak"
The reason behind it.
Arkasında yatan sebep
6. Preposition supporting somebody: backing or supporting somebody:
Desteklemek, arkasında olmak
I'm behind you all the way on this issue.
Bu konuda tamamen arkandayım
7. Preposition underneath: underneath the external appearance of somebody or something:
Dış görünüşün altında, arkasında "yatan"
Behind his calm exterior, he was very confused
Soğukkanlı görünüşüne rağmen, kafası çok karışmıştı
For:
1. Used to indicate the object, aim, or purpose of an action or activity:
Bir nesne, eylem ya da etkinliğini, amacını belirtmek için kullanılır
Perfume for men.
Erkekler için parfüm
2. Used to indicate the object of a desire, intention, or perception:
Bir tutku ya da isteğin yönün ifade etmek için kullanılır
He is eager for success.
O başarı için heveslidir.
3. Used to indicate the recipient or beneficiary of an action:
Bir eylemin alıcısını ya da eylemden faydalacak olanı ifade etmek için kullanılır
She prepared lunch for us.
Bizim için öğle yemeği hazırladı.
4. Used to indicate equivalence or equality:
Eşitlik, eşdeğerlik ifade etmek için kullanılır
he paid ten dollars for a ticket
Bir bllet için on dolar ödedi
5. Used to indicate amount, extent, or duration:
Miktar, süre belirtmek için kullanılır.
He walked for miles
O millerce yürüdü.
She stood in line for an hour
O, sırada bir saat bekledi.
Beneath:
1. Lower than; below:
Altında, alçak
A drawer beneath a cabinet.
Dolabın altında bir çekmece
2. Covered or concealed by:
Bir şey tarafından örtülmüş, altında kalmış
The earth lay beneath a blanket of snow.
Yeryüzü kardan bir battaniyenin altında kalmıştı
Besides:
1. At the side of; next to.
Yanında
He can stand beside the desk
O, masanın yanında durabilir.
2. In comparison with:
Bir şeyle karşılaştırıldığında, bir şeylerin yanında
A proposal that seems quite reasonable beside the others.
Diğerlerinin yanında oldukça makul bir teklif
Between:
1. In or through the position or interval separating:
İki şeyi ayıran boşluğun içinde
There is a canvas between the trees.
Ağaçların arasında bir pankart vardır.
2. Intermediate to, as in quantity, amount, or degree:
Miktar, adet ya da derece olarak arada olmak
It costs between 15 and 20 dollars.
15 ile 20 dolar arası tutuyor.
3. Connecting spatially:
İki şeyi birleştiren, iki şeyin arasında
There is a railroad between the two cities.
İki şehrin arasında bir trenyolu vardır.
4. Associating or uniting in a reciprocal action or relationship:
Kaşılıklı bir ilişkiyi ifade eder
There was an agreement between workers and management.
İşçiler ile yönetim arasında bir anlaşma vardı.
Into:
1. To the inside or interior of:
İçine, ya da içinde
He went into the house.
Evin içine gitti.
2. To the activity or occupation of:
Bir etkinliğe ya da işe yönelme, girme
Recent college graduates who go into banking are happy.
Bankacılığa yönelen yeni üniversite mezunları mutlular.
3. To the condition, state, or form of:
Bir duruma ya da biçime doğru
There were dishes breaking into pieces.
Parçalara ayrılan tabaklar vardı.
4. In the direction of; toward:
Yönüne doğru
He pointed into the sky.
O, gökyüzüne doğru işaret etti
Through:
1. In one side and out the opposite or another side of:
Bir yönden içine girip başka bir yönden dışına çıkmak
He went through the fire.
O, ateşin içinden geçti
2. Among or between; in the midst of:
Arasında, içinde
We made a walk through the flowers.
Çiçeklerin içinde/arasında bir yürüyüş yaptık.
3. By way of:
Yoluyla, üzerinden aracılığıyla
He climbed in through the window.
O, pencere yoluyla tırmanmış.
4. By the means or agency of:
Aracılığıyla
He bought the antique vase through a dealer.
Antika vazoyu bir satıcı aracılığıyla satın aldı.
5. Into and out of the handling, care, processing, modification, or consideration of:
İşleme tabi tutulmak, üzerinden geçmek
Her application went through our office.
Onun başvurusu bizim ofisimiz üzerinden geçti.
6. From the beginning to the end of:
Başından sonuna kadar, boyunca
He stayed up through the night.
O, gece boyunca (gecenin başından sonuna kadar) kaldı.
7. At or to the end of; done or finished with, especially successfully:
Bir sürecin sonuna gelmek (genellikle başarılı olunduğunda kullanılır)
We are through the initial testing period.
İlk test döneminin sonundayız.
8. Up to and including:
-e kadar ve o da dahil anlamında
It is a play that runs through December
O, Aralığa kadar (Aralık dahil) oynayan bir oyundur (tiyatro oyunudur).
9. Past and without stopping for:
Geçmek ve durmamak
He drove through a red light.
Bir kırmızı ışıkta (durmadan) geçip gitti
10. Because of; on account of:
Sebebiyle, yoluyla, sayesinde
She succeeded through hard work.
Çok çalışması sayesinde (yoluyla) başarılı oldu.
Off:
1. So as to be removed or distant from:
Ayrılmak, uzağa gitmek
The bird hopped off the branch.
Kuş daldan sıçradı/ayrıldı.
2. Away or relieved from:
Uzaklaşmış, yaptığı bir şeyi yapmayı bırakmış
He is off duty.
O, görev dışıdır (görev verilmeyen).
3. By consuming:
Tüketerek
It's living off locusts and honey.
O çekirge ve bal tüketerek yaşıyor.
4. Extending or branching out from:
Bir şeyden dışarı çıkan ya da bir şeyden uzayan
It is an artery off the heart.
O, kalpten çıkan bir atardamardır.
5. Not up to the usual standard of:
Alışılmış standardından kötü
He is off his game.
(Oyuncunun performansı her zamankinden düşükse) O, kötü oynuyor.
Over:
1. In or at a position above or higher than:
Üstünde ya da yüksek
He is running over the hill.
Tepenin üstünde koşuyor
2. Above and across from one end or side to the other:
Bir ucundan bir ucuna ve üstünden
He made a jump over the fence.
Çitin üstünden bir sıçrayış gerçekleştirdi.
3. On the other side of:
Öteki tarafında.
It is a village over the border.
O, sınırın öteki tarafında bir köydür.
4. Upon the surface of:
Bir yüzeyin üzerine.
He put a coat of varnish over the woodwork.
Ahşapın üzerine bir tabaka vernik sürdü.
5. Through the medium of; via:
Bir araç aracılığıyla, bir araç üzerinden.
I can't tell you over the phone.
Size telefonda (telefon üzerinde) anlatamam
6. Up to or higher than the level or height of:
Bir şeyle aynı ya da ondan daha yüksek.
The water was over my shoulders.
Su omuzlarımın üstüne geliyordu.
7. Through the period or duration of:
Bir dönem, zaman dilimi süresince, boyunca.
Those records were maintained over two years.
O kayıtlar iki yıl boyunca saklandı.
8. More than in degree, quantity, or extent:
Ölçü, miktar ve kapsam olarak daha fazla.
Road is over ten miles.
Yol on milden fazla.
9. In a position to rule or control:
Yönetme ya da üstünlük durumunda olma.
There is no one over him in the department.
Departmanda (yetki olarak) onun üzerinde kimse yok.
10. With reference to; concerning:
Bir konu ile ilgili olarak, bir konu üzerine.
There was an argument over methods.
Yöntemler üzerine bir tartışma vardı.
Across:
1. On, at, or from the other side of:
Bir şeyin karşı tarafında(n)
Grocery is across the street.
Manav sokağın karşı tarafındadır.
2. So as to cross; through:
Boyunca.
He drew lines across the paper.
Kağıt boyunca çizgiler çizdi.
3. From one side of to the other:
Bir ucundan bir ucuna.
It was a bridge across a river.
Bir nehrin bir ucundan bir ucuna bir köprüydü
4. Into contact with:
Temasa geçmek, karşılaşmak, rastlamak.
I came across my old roommate.
Eski oda arkadaşıma rastladım.
Except:
With the exclusion of; other than; but:
Bir şey dışında, bir şeyin haricinde..
He likes everyone except me.
Benim dışımda herkesi seviyor.
About:
1. In the vicinity of; around:
Bir şeyin komşuluğunda, etrafında.
She explored the rivers and streams about the estate.
Arazinin etrafındaki nehirleri ve dereleri keşfetti.
2. In reference to; relating to; concerned with:
İlgili olarak, hakkında.
It is a book about snakes.
O, yılanlar hakkında bir kitaptır.
3. In the act or process of:
Bir eylem ya da süreç içerisinde iken.
While you're about it, please clean your room.
O işle uğraşıyorken lütfen odanı temizle.
Without:
1. Not having; lacking:
-siz, -sız. Bir şeye sahip olmama durumu.
They are a family without a car.
Onlar arabasız bir aile.
2. Not accompanied by; in the absence of:
Bir şeyin eksikliği durumu, bir şey olmaksızın.
He spoke without thinking.
O, düşünmeden (düşünmeksizin) konuştu.
Toward:
1. In the direction of:
Yönüne doğru, -e doğru.
He was driving toward home.
Eve doğru (araba) sürüyordu.
2. In a position facing:
Bir şeyin yüzü bir yöne doğru.
He had his back toward me.
Arkasını bana dönmüştü.
3. With regard to; in relation to:
Bir şeye ilişkin, bir şeyle ilgili olarak.
It is an optimistic attitude toward the future.
Bu, geleceğe ilişkin iyimser bir görüş.
4. By way of achieving; with a view to:
Bir şeyin başarılmasına yönelik.
There are afforts toward peace.
Barışa yönelik girişimler var.
Against:
1. In a direction or course opposite to:
Bir şeye karşı, zıt
We were rowing against the current.
Akıntıya (karşı) kürek çekiyorduk.
2. In contact with so as to rest or press on:
Bir şeye değecek şekilde.
He is pushing against the wall.
Duvara değecek şekilde dayanıyor.
3. In hostile opposition or resistance to:
Bir şeye karşı mücadele.
This is a struggle against fate.
Bu kadere karşı bir mücadeledir.
4. In preparation for; in anticipation of:
Bir şeyin beklentisi sonucu, bir şeye hazırlık olarak.
We have food stored against winter.
Kış için depolanan yiyeceklerimiz var.
5. As a defense or safeguard from:
Bir şeye karşı savunma olarak.
It supplies protection against the cold.
Soğuğa karşı koruma sağlıyor.
During:
1. Throughout the course or duration of:
Bir süreç boyunca, esnasında, sırasında.
We suffered food shortages during the war.
Savaş sırasında yiyecek kıtlıkları yaşadık.
2. At some time in:
Bir sürecin içinde bir noktada.
He was born during a blizzard.
Bir kar fırtınasında doğmuş.
Untill:
1. Up to the time of:
Bir zamana kadar.
We danced until dawn.
Şafağa kadar dans ettik.
2. Before (a specified time):
(Belirli) bir zamandan önce
She can't leave until Friday.
Cuma'ya kadar ayrılamaz.
By:
1. Close to; next to:
Yakın, yanında.
It is the window by the door.
O, kapıya yakın (kapının yanındaki) penceredir.
2. With the use or help of; through:
Bir şey yardımıyla, vasıtasıyla, üzerinden.
We came by the back road.
Yol vasıtasıyla geri döndük.
3. Not later than:
Belirli bir saatten daha geç olmamak üzere.
You should be here by 5:30 P.M.
17:30'dan daha geç olmamak üzere burada olmalısın.
4. To the extent of:
Bir şeyin kapsamı, ne kadar olduğu.
He was shorter by two inches.
O iki santim daha kısaydı. (Burada kısa olmanın ölçüsünün 2 santim olduğunu anlatıyor)
5. According to:
Bir şeye göre.
She played by the rules.
O kurallara gore oynadı.
6. Through the agency or action of:
Bir şey ya da eylem vasıtasıyla.
He was killed by a bullet.
O, bir mermi ile öldürüldü.
7. Used to indicate a succession of specified individuals, groups, or quantities:
-er … -er. Bireylerin ya da şeylerin ardışık olarak bir şeye maruz kalması, bir şeyi yapması.
One by one they left.
Birer birer terk ettiler.
Used in multiplication and division:
Çarpmada kullanılır.
Multiply 4 by 6 to get 24.
4 ve 6'yı çarparsak 24 elde ederiz.
9. Used with measurements:
Ölçümlerde kullanılır.
It was a room 12 by 18 feet.
12 adıma 18 adım bir odaydı.
In front of:
1. Facing someone or a group:
Bir kişinin ya da topluluğun önünde.
He was shy about speaking in front of a large audience.
Büyük bir topluluğun önünde konuşma konusunda çekingendi.
2. In someone's presence:
Bir kişinin huzurunda, önünde.
Let's not fight in front of the children.
Çocukların önünde tartışmayalım.
Among:
1. In the midst of; surrounded by:
Ortasında, çevrili
It was a pine tree among cedars.
Sedirlerin arasında bir çam ağacıydı.
2. In the group, number, or class of:
Bir sınıfta, grupta, onlardan biri.
She is among the wealthy.
O zenginler arasında (onlardan biri anlamında).
3. In the company of; in association with:
Birilerine eşlik etmek, birlikte hareket etmek.
She is traveling among a group of tourists.
Bir grup turistle birlikte seyahat ediyor.
4. Each with the other:
Karşılıklı olarak, aranızda.
Don't fight among yourselves.
(Birbirinizle) Kendi aranızda kavga etmeyin.
Since:
Continuously from:
Bir andan beri süregele, beri.
They have been friends since childhood.
Çocukluktan beri arkadaşlar.
From:
1. Used to indicate a specified place or time as a starting point:
Bir yer ya da zamanı başlangıç noktası olarak belirtmek için kullanılır.
She walked home from the station.
İstasyondan eve kadar yürüdü.
I'm here from six o'clock on.
Saat altıdan beri buradayım.
2. Used to indicate a specified point as the first of two limits:
İki uç noktadan başlangıcı göstermek için.
From grades four to six.
Notlar dörtten altıya kadardır.
3. Used to indicate a source, cause, agent, or instrument:
Bir kaynak, sebep, vasıta ya da aracı belirtir.
It was a note from the teacher.
Öğretmenden gelen bir nottu (kaynak anlamında).
4. Used to indicate separation, removal, or exclusion:
Bir şeyden ayırmak, bir şeyi ortadan kaldırmak.
Liberation from bondage.
Kölelikten kurtulmak
5. Because of:
Sebebiyle, bir şeyden kaynaklanarak.
He was fainted from hunger.
Açlıktan bilincini yitirmek üzereydi.
Within:
1. In the inner part or parts of; inside:
İç kısımlarda, içinde
There was a resentment seething within him.
İçinde kaynayan bir kızgınlık vardı.
2. Inside the limits or extent of in time or distance:
Zaman ya da mekan olarak belli sınırlar içinde
Supermarket was within ten miles of home.
Market eve on mil mesafedeydi (evin on millik çevresi içerisinde)
3. Inside the fixed limits of; not beyond:
Belli limitler içerisinde, daha fazla değil.
She was living within her income.
Kendi geliri ile yaşıyordu (daha fazla harcamıyordu).
Inside:
1. Within:
İçerisinde
We'll be there inside an hour.
Bir saat içerisinde orada olacağız.
2. On the inner side or part of:
İç kısmında ya da bir parçası.
There is a gift inside the package.
Paketin içerisinde bir hediye var.
3. Into the interior of:
İçinde doğru.
He went inside the house.
Evin içine girdi.
Above:
1. Over or higher than:
Üstünde ya da daha üstte.
He is holding the TV above his head.
Televizyonu başının üstünde tutuyor.
2. Superior to in rank, position, or number; greater than:
Üstte tutmak, daha fazla değer vermek
Put principles above expediency.
İlkeleri çıkarların üstünde tutunuz.
3. More than:
Bir şeyden fazla.
It is above normal temperature.
Normal sıcaklığın üstünde.
4. North of:
Kuzeyinde.
Minnesota is above Iowa.
Minnesota Iowa'nın kuzeyindedir.
Below:
1. Underneath; beneath.
Altında, aşağısında.
There's a cat below window.
Pencerenin altında bir kedi var.
2. South of:
Güneyinde
Guatemala is below Mexico.
Guatemala, Meksika'nın güneyindedir..
3. Unsuitable to the rank or dignity of:
Ağırbaşlılığa ya da konuma uygun düşmeyen.
Such petty behavior is below me.
Böyle kötü bir davranış bana uygun değil.
3. Ünite - Sports (Sporlar)
Kelimelerin Tamamını İndirmek İçin Tıklayınız
Sports Kelimeleri
cycling: bisiklet sürme
squash:duvar tenisi
handball:hentbol
skiing:kayak yapma
windsurfing:rüzgar sörfü
climbing:tırmanma
horse riding:ata binme
bowling:bovling
rugby:ragbi
athletic:atletizm
gymnastic:cimnastik
sailing:yelkencilik
scuba-diving:tüplü dalış
diving:dalma
snowboarding:karkayağı
billiard:bilardo
paragliding:yamaç paraşütü
parasailing:deniz paraşütü
skateboarding:kaykay
skating:paten
rollerblading:paten
rollerskating:paten
horse riding:ata binme
jogging:koşu
trekking: yürüyüş
hiking:yürüyüş
pole vault:yüksek atlama
weight lifting:halter,ağırlık kaldırma
wrestling:güreş
soccer:futbol
archery:okçuluk
hate: nefret etmek
can't stand: dayanamamak (hiç sevmemek)
crazy about: çıldırmak,
(çok sevmek)
fond of: bayılmak,
(çok sevmek)
(to be)interested in:ilgi duymak
(to be)good at:birşeyde iyi olmak
(to be)bad at:birşeyde kötü olmak
enjoy:eğlenmek,hoşlanmak
need:ihtiyaç duymak
cycle:bisiklet sürmek
ride:sürmek
exercise:egzersiz yapmak
help:yardım etmek
study:çalışmak, (okul)okumak
sleep:uyumak
cry:ağlamak
smile:gülmek
laugh:gülmek
shout:bağırmak
have breakfast:kahvaltı yapmak
have lunch:öğle yemeği yemek
have dinner:akşam yemeği yemek
win:kazanmak
beat:yenmek
defeat:yenmek,mağlup etmek
lose:kaybetmek
draw:beraberlik
even:eşitlik
score:gol atmak
kick:vurmak,tekmelemek
injure:sakatlamak,yaralamak
train:eğitmek,antreman yapmak
set record:rekor kırmak
insure:sigortalamak
hold:tutmak
give:vermek
take:almak
carry:taşımak
travel:seyahat etmek
look at:bakmak
practice:pratik yapmak
mean:anlamına gelmek,kastetmek
know:bilmek
suggest:öneride bulunmak
advice:tavsiyede bulunmak
understand:anlamak
repeat:tekrar etmek
have a shower: duş almak
call:aramak
wake up:uyanmak
have an accident:kaza yapmak
feel:hissetmek
dive:dalmak
walk:yürümek
miss:özlemek,kaçırmak,ıskala
hit:vurmak,çarpmak
improve:geliştirmek
shoes:ayakkabı
football boots:futbol ayakkabısı
skin guard:dizlik
net:ağ,file
racket:raket
backboard:(baskatbolda potanın bulunduğu)arka tahta
basket:pota,sepet
court: (tenis) kort
pool:havuz
goggles:(kayak,deniz vs.) gözlük
swimsuit:mayo
helmet:kask
gloves:eldiven
ski boots:kayak ayakkabısı
tee:golf topunun koyulduğu yer
golf clubs:golf sopası
gym:spor salonu,cimnastik
injury:sakatlık
golden medal:altın madlya
silver medal:gümüş madalya
indoor:içeri
outdoor:dışarı
individual:bireysel
team:takım
training:antreman
squad:kadro
together:birlikte
healthy:sağlıklı
junk food:aburcubur
spectator:seyirci
nil: sıfır (skor söylerken)
headline:manşet,başlık
letter:mektup
diary:günlük
journalist:gazeteci
trip:gezi
competition:yarışma
cup:kupa
award:ödül
pitch:saha
snorkel: şnorkel
equipment:ekipman,teçhizat
talent:yetenek
correct:doğru
bored:sıkılmış
excited:heyecanlı
succesful:başarılı
talented:yetenekli
nerveous:gergin
same:aynı
dangerous:tehlikeli
difficult:zor
Frequency Adverbs
(Sıklık Zarfları)
never: hiç
rarely:nadiren
seldom: nadiren
sometimes: bazen
often: sıksık
usually:genellikle
generally:genellikle
always:herzaman
once:bir kere
twice:iki kere
times:kere defa
three times:üç kere
four times: dört kere
seven times:yedi kere
ten times:on kere
Time Expressions
(Zaman İfadeleri)
at: de,da takısı
in: de,da takısı
on: de,da takısı
at (saatler)
at the weekends:haftasonları
at noon:öğlen
at night:geceleri
at 7 o'clock: saat 7'de
in (aylar,mevsimler,tarihler)
in the morning(s):sabahları
in the afternoon:öğleden sonra
in the evening:akşamları
in April:Nisan ayında
in 1905: 1905'de
in free time:boş zamanlarda
in spare time: boş zamanlarda
in leisure time:boş zamanlarda
on (günler,ayın günü)
on weekdays:hafta içi
on Sundays: pazar günleri
on the 19th of May: 19 Mayısta
everyday:hergün
every year:her yıl
every Sunday:her pazar
every month:her ay
late:geç
early:erken
second:saniye
minute:dakika
hour:saat
day:gün
week:hafta
month:ay
year:yıl
decade:on yıl
century:asır,yüzyıl
Firstly: İlk olarak,öncelikle
Secondly: İkincisi
Then:daha sonra
Finally:son olarak
after:sonra
before:önce
when: ....dığında, ...dığı zaman
while: iken
so: bu yüzden
but:fakat
because:çünkü
to:için
for:için
thing:şey
everything:herşey
something:birşey
nothing:hiçbirşey
anything:hiçbirşey
***
everybody:herkes
somebody:birisi
nobody:hiçkimse
anybody:hiçkimse,
everyone:herkes
someone:birisi
no one:hiçkimse
anyone:hiçkimse
Question Words
(Soru Kelimeleri)
what:ne
where:nerede,nereye
when: nezaman
what time:saat kaçta
which: hangi
who:kim
whose:kimin
why:neden
what kind of: ne tür
what sort of: ne tür
what size:kaç beden
what colour: ne renk
how:nasıl
how many: kaç tane
how much: ne kadar, fiyatı ne
how long: ne kadar süre, ne kadar uzunlukta
how often: ne sıklıkla
how old: kaç yaşında
how far: ne kadar uzaklıkta
how tall: ne kadar uzunlukta
7.UNİTE
Supersition Kelimeleri
-1-
lucky: şanslı
unlucky: şanssız
superstitious: batıl inançlı
particular: özel
scientific: bilimsel
definitely: kesinlikle
otherwise: aksi takdirde, yoksa
if: eğer
related to/about: ilgili
serious: ciddi
I hope so: Umarım öyle olur (inşallah)
I hope not: umarım öyle olmaz
I hope: umarım
I think: bence
I suppose: sanırım
I promise: söz veriyorum
definitely: kesinlikle
immediately: hemen
serious: ciddi
successful: başarılı
famous: ünlü
true: doğru, gerçek
loyal: sadık
wealthy/rich: zengin
later: daha sonra
soon: yakın zamanda
tomorrow: yarın
this year: bu yıl
in the future: gelecekte
next: gelecek, sonraki
next week: gelecek hafta
in five minutes: 5 dakika içinde
select: seçmek
carry: taşımak
feel: hissetmek
happen: olmak
walk under a ladder: merdivenin altından geçmek
knocking on wood / touch wood : tahtaya vurmak
fall down: düşmek
have an accident: kaza yapmak
break a mirror: ayna kırmak
bring bad luck: kotü şans getirmek
delete: silmek
believe in ..... : ......'e inanmak
worry: endişelenmek
trust: güvenmek
stay home: evde durmak, kalmak
be caraful: dikkatli olmak
spend: harcamak
meet: karşılaşmak, tanışmak
impress: etkilemek
try: denemek, çalışmak, çabalamak
learn: öğrenmek
call: (telefonla) aramak, çağırmak
rest: dinlenmek
take care: dikkat etmek, iyi bakmak
have a chance: şans yakalamak
waste: boşa harcamak
forget: unutmak
have children: çocuk sahibi olmak
graduate: mezun olmak
get married: evlenmek
spend money: para harcamak
have a good job: iyi bir işe sahip olmak
protect: korumak
find: bulmak
use scissors: makas kullanmak
mean: anlamına gelmek
guess: tahmin etmek
calm down: sakin olmak
be successful: başarılı olmak
come true: gerçekleşmek
travel: seyahat etmek
go abroad: yurtdışına gitmek
shave: traş olmak
tell fortune: fal bakmak
good luck: iyi şans
object: nesne
mystery: gizem
star sign: burç
financial problems: ekonomik problemler
future: gelecek
prediction: tahmin
charm: büyü, sihit
miracle: mucize
fortune: şans, kader
misfortune: şanssızlık
bald: kel
magic: sihir
horseshoe: nal
blue bead: nazar boncuğu
four-leaf clover: 4 yapraklı yonca
belief: inanç
make a wish: dilek tutmak
old coin: eski bozuk para
dream: rüya
fortune teller: falcı
fortune telling: fal bakma, gelecekle ilgili söylemek
different cultures: farklı kültürler
coffee reading: kahve falı bakmak
palm reading: avuç okumak (avuç falına bakmak)
magic ball: sihirli top
something: birşeyler
anything: hiç bir şey
invention: buluş, icat
serious illness: ciddi hastalık
health: sağlık
wealth: zenginlik
friendship: arkadaşlık
beauty: güzellik
scissors: makas
7. Sınıf İngilizce Ünite Kelimeleri ve Anlamları 8. Ünite - Public Buildings (Kamu Binaları)
art gallery: sanat galerisi
shoe shop: ayakkabı mağazası
pharmacy/chemist's : eczane
boutique: butik
bakery: fırın
green grocer: manav
museum: müze
butcher: kasap
library: kütüphane
fire station: itfaiye
police station: karakol
shopping mall: alışveriş merkezi
government office: hükümet konağı
city hall: belediye binası
florist: çiçekçi
bookstore: kitapçı
tourism information office: turizm danışma ofisi
pet shop: evcil hayvan mağazası
amusement park / fun fair: lunapark
stationery: kırtasiye
patisserie: pastane
gym: spor salonu
shop: dükkan, mağaza
theatre: tiyatro
travel agent: seyahat acentası
-2-
health problems: sağlık problemleri
painting: tablo, resim
dessert: tatlı
desert: çöl
delicious: lezzetli
gorgeous: muhteşem, göz kamaştırıcı, görkemli
intelligent: zeki
building: bina
trainers: spor ayakkabı
sale: indirim, ucuzluk
empty: boş
on the ground: yerde
stranger: yabancı
fire: ateş, yangın
hit: vurmak, çarpmak
witness a crime: suça şahit olmak
build muscles: kas yapmak, vücut yapmak
lose weight: kilo vermek
meet: buluşmak
call the police: polisi aramak
send letter: mektup yollamak
report a fire: yangın ihbarı vermek
call emergency: acil servisi aramak
get help: yardım almak
steal: çalmak
become: olmak
celebrate: kutlamak
earn money: para kazanmak
save money: para biriktirmek
improve yourself/myself:
kendini/kendimi geliştirmek
improve English: İngilizceyi geliştirmek
go abroad: yurtdışına çıkmak
hang around: dolaşmak, gezmek
give: vermek
hear: duymak
buy dress/clothes: elbise satın almak
buy food: yiyecek almak
want to/would like to: istemek
need: ihtiyaç duymak
join: katılmak
attend: gitmek, katılmak
have fun: eğlenmek
find wallet: cüzdan bulmak
9. Ünite - Environment (Çevre)
destroy the forest: ormanı yok etmek
disappear: kaybolmak
pollute: kirletmek
use: kullanmak
get polluted: kirlenmek
increase: artmak
feel: hissetmek
trap: tuzak
keep: korumak, tutmak
plant: dikmek
happen: meydana gelmek, olmak
release: salmak, serbest bırakmak
cause: sebep olmak,yol açmak
cut down trees: ağaçları kesmek
burn: yanmak
absorb: içine çekmek, emmek (enerji, gaz vs)
hold campaign: kampanya düzenlemek
join: katılmak
believe: inanmak
drop litter: çöp atmak
be late: geç kalmak
save: korumak, kurtarmak
switch on / turn on: açmak
switch off/turn off: kapatmak
grow plants: bitki yetiştirmek
consume: tüketmek
protect: korumak
touch: dokunmak
mean: anlamına gelmek, kastetmek
survive: hayatta kalmak
stay: kalmak
avoid: kaçınmak
remember: hatırlamak
find: bulmak
wildlife: vahşi yaşam
danger: tehlike
lake: göl
river: ırmak
ocean: okyanus
garbage: çöp
oil: yağ
pesticide: böcek zehiri
farm: tarla
grain: tahıl, tohum
air pollution: hava kirliliği
health: sağlık
global warming: küresel ısınma
greenhouse: sera
environmental issues: çevre sorunları,konuları
climate change: iklim değişikliği
conservation: koruma, muhafaza
destruction: yıkım
degradation: bozulma
overpopulation: nüfus artışı, yoğunluğu, fazlalığı
deforestation: ormanları tahrip etmek
species: tür
fossil fuel: fosil yakıtı
habitat: doğal yaşam alanı
acidity: asitlik, ekşime
greenhouse effect:sera etkisi
sunshine: güneş ışığı
surface: yüzey
coal: kömür
gasoline: benzin, yakıt
jet fuel: jet yakıtı
carbon dioxide: karbondioksit
oxygen: oksijen
result: sonuç
reason: sebep
factory: fabrika
dead: ölü
device: aygıt
soil: toprak
renewable energy: yenilenebilir enerji
public transportation: toplu taşıma
genetically modified foods: genetiği değiştirilmiş gıdalar
dirty: kirli
during: boyunca, süresince
immediately: hemen
fresh: taze
different: farklı
same: aynı
7.Sınıf İngilizce Kelimeler
Sunshine 7 Dördüncü Ünite WILD ANIMALS Kelimeleri
Tweet
2015-2016 Eğitim öğretim yılı 7. (yedinci) sınıflar 4. (dördüncü) ünite WILD ANIMALS konusu kelimelerinin İngilizce ve Türkçeleri aşağıda verilmiştir. Sunshine 7 (yedi) kitabı kelimeleridir.
Unit 4 Wild Animals
4. Ünite Vahşi Hayvanlar
35. Sayfadaki Kelimeler
each her, her bir
favourite en çok beğenilen, sevilen, gözde
habitat yaşam alanı
forests ormanlar
36. Sayfadaki Kelimeler
feelings duygular, hisler
angry kızgın, öfkeli
37. Sayfadaki Kelimeler
match eşleştirmek
highlighted koyu yazılmış
phrase sözcük takımı, ifade
refer to x x anlamına gelir, x kastedilir
non-domesticated evcilleştirilmemiş
animal species hayvan türleri
rainforests yağmur ormanları
plains düzlükler
grasslands otlaklar
other diğer
area alan, bölge
type tip, tür, cins, çeşit
birds kuşlar
feather tüy
wing kanat
mammals memeliler
give birth doğurmak
babies bebekler
feed beslemek, doyurmak
milk süt
reptiles sürüngenler
scaly pullu, kabuklu
skin deri
lay eggs yumurtlamak
herbivores otçullar
carnivores etçiller
insects böcekler
six altı
most of them (onların) çoğu
endangered soyu tükenmekte (tehlikede) olan
danger tehlike
extinction yok olma, soyu, nesli tükenme
because of yüzünden
overkilling / overhunting aşırı, fazla öldürme avlanma/
including x x dâhil, içeren
turtles deniz, su kaplumbağası
anaconda anakonda yılanı
armadillo tatu, armadillo
etc. vb. vs.
sell satmak
as food yiyecek olarak
as pet evcil hayvan olarak
such as örneğin, meselâ
monkey maymun
parrot papağan
fur kürk
slow yavaş,
lower azaltmak
population nüfus
dramatically belirgin ve ani bir biçimde
medicine ilaç
trade ticaret
agriculture tarım
deforestation ormansızlaştırma
result in ile sonuçlanmak, yol açmak
should x xmalı, xmeli
something bir şey, bir şeyler
right now hemen, şimdi, vakit kaybetmeden
meaning anlam
end of x x in sonu
removal yok etme, temizleme
39. Sayfadaki Kelimeler
camel deve
Middle East Orta Doğu
Africa Afrika
hot and dry sıcak ve kurak
walk yürümek
a long time uzun bir süre
sand kum
big and strong büyük ve güçlü
feet ayak
tiger kaplan
penguin penguen
lizard kertenkele
lion aslan
giraffe zürafa
hippo su aygırı
shark köpek balığı
snake yıl
gorilla goril
jungle orman
lake göl
sea deniz
arctic kutup
river ırmak, nehir
savannah ağaçlı bozkır
enormous devasa
heavy ağır
sharp keskin
thick kalın
body vücut, beden
scale pul
ear kulak
beak gaga
teeth, tooth dişler, diş
claw pençe
head baş, kafa
tail kuyruk
tusk uzun diş, fildişi
trunk fil hortumu
informative bilgilendirici
leaflet kitapçık, broşür
narrate anlatmak, söylemek
40. Sayfadaki Kelimeler
text metin
dodo Dodo (güvercingillerden nesli tükenmiş bir kuş)
island ada
Indian Ocean Hint Okyanusu
settling yerleşme
in the late x century x yüzyılın sonlarında
supply tedarik, kaynak
numerous çok sayıda, fazla, pek çok
foreign yabancı
pig domuz
dog köpek
native yerli, doğal, tabii, doğma büyüme
raid saldırmak, yağmalamak
nest yuva
their young yavruları
finally en sonunda, nihayet
couldn’t (cannot) -ebilememek, -abilememek fiilinin geçmiş hali
reproduce üremek, çoğalmak, yavrulamak
anymore artık
protect korumak
giant panda dev panda
for example örneğin, meselâ
Asia Asya
mate eş
settle yerleşmek, yurt edinmek
hunt avlamak
introduce tanıtmak
41. Sayfadaki Kelimeler
reduce, reuse, recycle azalt, tekrar kullan, geri dönüştür
rubbish çöp
bin çöp kutusu
patches of bush çalılık
leave old trees standing yaşlı ağaçları kesmemek
nesting yuvalama
national parks milli parklar
natural reserves doğa koruma alanları
wilderness areas vahşi, el değmemiş alanlar
wildlife preservation group vahşi yaşamı koruma topluluğu
plant a tree bir ağaç dik
birdhouse kuş yuvası
backyard arka bahçe
composting atıkların gübreye dönüştürülmesi
ask sb not to do sth birisinden bir şey yapmamasını istmek
use kullanmak
harmful chemicals zararlı kimyasallar
garden bahçe
buy satın almak
make space yer açmak
for instance meselâ, örneğin, örnek olarak
build inşa etmek
bird feeder kuş yemliği
bird bath kuş banyosu
neighbourhood birds çevredeki, etraftaki kuşlar
wear giymek
last night dün gece
outline ana hatlarını açıklamak, çıkarmak
campaing kampanya
to save the wildlife vahşi hayatı kurtarmak için
present sunmak
connected bağlı
ant karınca
roaming dolaşan
creature yaratık
biodiversity biyolojik çeşitlilik
conserve korumak, muhafaza etmek
crime suçu
born with fur kürklü doğmak
punishment cezası
shoot at side görüldüğü yerde vurulmak
7. Sınıf İngilizce 5. Ünite Kelimeler 7. Sınıf İngilizce 5. Ünite Anlamları
ancient egyt antik mısır
hieroglyphics hiyeroglif
unusual olağandışı
check kontrol etmek
hero kahraman
documentary belgesel
news haberler
blanks boşluklar
description açıklama
guest misafir
personal live özel hayat
social sosyal
political siyasi
subject konu
factual gerçeğe dayanan
manner durum
prize ödül
two dimensional iki boyutlu
draw çizmek
line çizgi
amusing eğlendiren
nonsense anlamsız
prefer tercih etmek
expand büyütmek, genişletmek
awareness farkındalık
around me etrafımdaki
questionnaire anket
complain şikayet
channel kanal
evaluation değerlendirme
addict bağımlı
support desteklemek
visual görsel
behaviour davranış
violence şiddet
educator eğitici
entertainer eğlendirici
spend harcamak, geçirmek
scary korkunç
act davranış, hareket
fear korkmak
thought düşünce
craft el sanatı
44. Sayfadaki Kelimeler
Ancient Egypt: Antik Mısır
hieroglyphics ;resim yazı, hiyeroglif
unusual :alışık olunmayan
check: kontrol etmek
hero: kahraman
give examples: örnekler vermek
TV series: TV dizisi
quiz show :bilgi yarışması
talk show: sohbet programı
documentary: belgesel
reality show gerçek hayattan kesitler gösteren televizyon programı
cartoon: çizgi film
news: haber programı
46. Sayfadaki Kelimeler
blanks: boşluklar
description: tanım
guest: konuk, misafir
personal live: özel hayat
social, political :sosyal, siyasi
subject: konu
factual: olgulara, gerçeklere dayanan
manner biçim, usul, şekil, tarz
prizes: ödüller
recent events and happenings: güncel olup bitenler, olaylar
two dimensional :iki boyutlu
illustrated visual art :resimli görsel sanat
draw :çizmek
line: çizgi
funny: eğlenceli
boring :sıkıcı
exciting heyecan verici
amusing eğlendiren, güldüren
nonsense anlamsız, lakırdı, zırva, saçma
prefer tercih etmek
47. Sayfadaki Kelimeler
expand büyü(t)mek, genişle(t)mek,
awareness farkındalık
around me etrafımdaki
prefer sth to sth bir şeyi bir şeye tercih etmek
questionnaire sormaca, anket
room oda
parents anne-baba
complain yakınmak, şikâyet etmek
channel kanal
reading okuma
evaluation değerlendirme
addict bağımlı, müptela
48. Sayfadaki Kelimeler
frequently sıkça, sık sık
support desteklemek
visuals görseller
risky tehlikeli, riskli
behaviours davranışlar
violence şiddet
bad sides of TV TV’nin kötü tarafları, yanları
excellent çok iyi, mükemmel
educator eğitici
entertainer eğlendirici
spend harcamak, geçirmek (para, zaman)
be afraid of x x den korkmak
scary korkunç
violent images şiddet içeren görüntüler
act davranış, haraket
show göstermek, sergilemek
aggressive saldırgan, kavgacı
fear korkmak, endişelenmek
49. Sayfadaki Kelimeler
thought düşünce, fikir
learn English İngilizce öğrenmek
suitable for general audiences genel izleyici kitlesi (için uygundur)
limit sınırlamak, kısıtlamak
keep sth out of x bir şeyi x den uzak tutmak, x e sokmamak
board game dama, satranç gibi oyun tahtası üzerinde oynana oyun
playing outside dışarda oynama
working on crafts el sanatları üzerine çalışmak
50. Sayfadaki Kelimeler
must not see görmemeli
discuss tartışmak
agree on sth bir şey üzerinde anlaşmak, aynı fikre varmak
remember unutmayın (hatırlamak)
according to sth bir şeye göre
preferences tercihler
vampires vampirler
what kind of ne tür, tarz
circle yuvarlak içine almak
spend time with sb birisiyle zaman geçirmek
51. Sayfadaki Kelimeler
experience deneyim, tecrübe
a past event geçmiş bir olay
video record sth bir şeyi videoya kayıt etmek
in front of önünde
Unit 6 Parties
6. Ünite Partiler
53. Sayfadaki Kelimeler
join katılmak
pyjamas pijama
Halloween Cadılar Bayramı
wedding evlilik
fancy dress karnaval kıyafeti
above yukarıdaki
need ihtiyacı olmak, gereksinim duymak
54. Sayfadaki Kelimeler
to do list yapılacaklar listesi
the place mekân, yer
music müzik
presents hediyeler
organise düzenlemek, tertiplemek, hazırlamak
make arrangements düzenleme, hazırlık yapmak
invite davet etmek
close friends yakın arkadaşlar
give party parti vermek
lemonade limonata
55. Sayfadaki Kelimeler
surprise party sürpriz parti
place yer, mekân
accept kabul etmek
refuse reddetmek
let’s x hadi x, x lım, lim
why don’t we x neden x mıyoruz
great idea müthiş fikir
not a bad idea fena fikir değil
56. Sayfadaki Kelimeler
invitation card davetiye
be turning x x yaşına basıyor
enjoy eğlenmek, hoşça vakit geçirmek
date tarih
happy birthday doğum günün kutlu olsun
what time saat kaçta
send göndermek
28. Sayfadaki Kelimeler
shopping alışveriş
deliver iletmek, ulaştırmak
balloon balon
order sth bir şey siparişi vermek
candles mumlar
cookies kurabiye
beverages içecek
music store müzik market
some biraz
a lot of çok
a bir
a few bir kaç
58. Sayfadaki Kelimeler
thank you very much çok teşekkür ederim
sweet tatlı
it’s for you bu senin için
nice hoş, güzel
59. Sayfadaki Kelimeler
just a little sadece biraz, azıcık
offer önermek, teklif etmek
what was that again ne demiştin
60. Sayfadaki Kelimeler
thank you card teşekkür kartı
my favourite part en sevdiğim kısmı, yeri
making sth special bir şeyi özel kılmak, yapmak
Similar topics
» 10.SINIF İNGİLİZCE KELİMELER ve ANLAMLARI 11.SINIF
» 5.Sınıf İngilizce Kelimeler
» 8.SINIF İNGİLİZCE KELİMELER
» 6.SINIF İNGİLİZCE TÜM KELİMELER
» Anadolu liseleri 9.sınıf 1.yazılı çıkabilecek sorular:
» 5.Sınıf İngilizce Kelimeler
» 8.SINIF İNGİLİZCE KELİMELER
» 6.SINIF İNGİLİZCE TÜM KELİMELER
» Anadolu liseleri 9.sınıf 1.yazılı çıkabilecek sorular:
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz