H.z. Muhammed ( s.a.v. )’in Vefatı
PEYGAMBER EFENDİMİZİN VEFATI
H.z. Muhammed ( s.a.v. )’in Vefatı
Resulullah Efendimiz, her şeyiyle, güzel bir örnektir. Hareket ve davranışlarıyla, işleriyle, hayatı ile, kısacası O’nun her hali düşünenler için bir ibret levhası, basiret sahipleri için bir örnektir. Çünkü, Allah katında Resulullah Efendimizden daha keremlisi yoktur. O, Allah ‘ın Resulü ve nebisi, sevgilisi ve dostudur. Bütün bunlara rağmen, ölüm vakti geldiği zaman, O’na bile bir nefeslik müsaade verilmedi. Ölüm vaktinde, iyilerin ruhunu almaya memur olan meleklerin gönderilmesine, temiz olan
cesedinden O’nu alıp Allah ‘ın rahmetine, Allah’ın rızasına, Allah’ın civarında güzel mevkilere oturtmak için gösterilen gayretlere rağmen, yinede can çekişmesi zor oldu .
Resulullah Efendimizin ölüm anındaki iniltisi, iç sıkıntısı birbirini takip etti.
İnlemesi yükselip rengi değişti. Alnı terledi. Nefes alıp vermeleri sıklaştı.
O’nun çektiği bu acı ve ıztıraplara, huzurundakiler bile dayanamayıp ağladılar.
Resulullah Efendimizin peygamberlik rütbesi bile, O’nu bu durumdan kurtaramamıştır. Herkes için mukadder olan ölüm, Resulullah Efendimize de ulaşmıştı. Gerçi ölmek ve kalmak konusunda seçim kendisine bırakılmıştı. Ama ölümün ümmeti için daha faydalı olacağına inanan sevgili Peygamberimiz, ölümü kendisi için tercih etmişti.
Resulullah Efendimiz ki, Allah katında Mahmud makamının ve herkesin uğrayacağı havuz’un sahibidir. Kıyamet günü ilk olarak dirilip topraktan kalkacak olan O’dur. Kıyamet günü şefaat sahibi de O’dur. Fakat yine de Azrail’den bir müsamaha görmemiştir. Bütün bunlar böyle iken, bizler hala gaflet uykusunda uyuyup, sevgili Peygamber Efendimizin yaşamından ders almayıp, karşılaşacağımız o büyük tehlikelere karşın hala sağlam bir şekilde inanmazcasına davranmamız gerçekten şaşılacak şeydir.
Tüm kainatın seçilmişi, peygamberler de dahil tüm mahlukatın efendisi olan sevgili Peygamber Efendimizden bile ibret almaya bizler neyimize güveniyoruz? Dünyanın bizlerin, hayatımızın ebedi olacağını mı, yoksa bütün kusur ve günahlarımıza rağmen Allah katında daha keremli olduğumuzu mu sanıyoruz?
Nafile… Gerçek olan şu ki, hepimizin cehenneme uğrayacağı, ancak kesin imanlı olanların oradan kurtulacağıdır. Cehenneme gireceğimizi kesin olarak bilen bizler, çıkacağımızı kesin olarak bilmiyoruz. Çünkü gerçek Allah dostları değiliz.
Hz. Allah buyuruyor ki:
“Sizden cehenneme uğramıyacak yoktur. Bu, Rabbinizin yapmayı üzerine aldığı kesin bir hükümdür. Sonra Biz, Allah’a karşı gelmekten sakınmış olanları kurtarır, zâlimleri de orada dizüstü çökmüş olarak bırakırız.” (Meryem sures i, ayet : 71, 72)
Kişi kendi haline bakıp muttakileremi, yoksa zâlimleremi daha yakın olduğunu araştırsın ve Allah dostlarının bu kadar muvaffak oldukları halde nasıl korku üzerinde olduklarını düşünüp kendi haline baksın. Akıbet inden emin olan, peygamberlerin efendisine baksın. Resulullah Efendimiz, peygamberlerin efendisi ve muttakilerin öncüsü olduğu halde dünyadan ayrılırken çektiği ıztırap ve acıları gözönünde bulundurup, cennete giderken karşılaştığı zorluklara baksın .
İbni Mes ‘ud (R.A.) diyor ki:
– Resul-i Ekrem’in ölüm anının yaklaştığı sırada, yatmakta olduğu validemiz Hz. Ayşe’nin evine ziyaretine gittik. Resulullah Efendimiz bize baktı, gözleri yaşardı. Bize “Hoş geldiniz, Allah sizi mübarek etsin. Allah sizi korusun ve yardımcınız olsun. Size takvayı ve Allah’tan daima korkmanızı tavsiye ederim. Ve sizi Allah’a emanet ederim. Ben, sizi Allah’tan açıkça korkuturum. Dünyada yaşadığınız müddetçe Allah’a kulları arasında karşı gelmeyin. Ölüm yaklaştı Cennet-i Me’va’ya, Sidre-i Münteha’ya ve Cenab-ı Allah’a yönelme vakti geldi. Size ve benden sonra dinimize girenlere Allah ‘ın selamını ve rahmetini benden okuyun.” diye buyurdu.
Hz. Aiş e diyor ki:
– Resulullah Efendimiz, yedi kuyudan alacağımız bir kırba su ile kendisini yıkamamızı emretti. Bizde değini yapınca biraz rahatladı. Kalktı, mescide gitti. Cemaatle birlikte namaz kıldıktan sonra Uhud şehitleri için dua ve istiğfarda bulundu. Ensar’a şu tavsiyede bulundu:
“Ey muhacirler, sizler bundan sonrada çoğalacaksınız. Fakat Ensar, bugünkü durumlarından fazla çoğalamazlar. Ensar benim has vekillerim ve sırdaşlarımdır. Ben, onlara iltica ettim. Onların ihsan sahibi olanlarına ikramda bulunun. Kusurlarını da bağışlayınız. Sonra bir kul var ki, dünya ve Allah katında olanlar arasında serbest bırakıldı. O da Allah katında olanı tercih etti.”
Resulullah Efendimizin bu son sözü ile kendisini kasdettiğini anlayan Hz. Ebu Bekir, ağlamaya başladı. Ebu Bekir’in ağlayışı üzerine Resulullah Efendimiz Ebu Bekir’e:
“Dur, şu mescide açılan bütün kapıları kapayın. Yalnız Ebû Bekir’in kapısı açık kalsın. Çünkü ben, Ebû Bekir’den daha üstün sohbete değer bir kimse bilmiyorum.” diye buyurdular.
Hz. Aişe diyor ki:
– Resul-i Ekrem’in ruhu, benim evimde, benim göğsüm ile boğazım arasında, kucağımda iken çıktı. Hz. Allah benim tükürüğüm ile onun tükürüğünü bir araya topladı. Resulullah bu halde iken, kardeşim Abdurrahman elinde misvak olduğu halde içeri girdi. Resulullah ‘ın gözünü misvaka diktiğini görünce ondan hoşlandığını anladım. “Misvakı alayım mı?” diye kendisine sordum. O işaretle almamı söyledi. Mis vakı aldım. Ağzıma koyduğumda çok sert geldi. Kendisine “Yumuşatayım mı?” diye sordum. Bana yumuşatmamı ifade eden bir baş işareti yaptı. Bende misvakı yumuşatıp kendisine verdim. Misvakı ağzına koydu. Önünde içi sulu bir ibrik vardı. Elini suya batırıp: “Allah’tan başka ilah yoktur. Kuşkusuz, ölümün sancıları vardır.” buyurdu.
Sonra da elini suyun içinde kaldırarak şöyle buyurdu: Refik-el A’lâ, Refik-el A’lâ.” Resul-i Ekrem’in bu durumu üzerine ben: “Vallahi, Bu, bizden geçti, Allah’a yöneldi.” dedim.
Abdullah oğlu Said diyor ki:
– Resulullah Efendimizin ağırlaştığını gören ensar, mescidin etrafına döküldü ve üzüntülerini belirtmeye başladılar. Hz. Abbas (R.A.), Resulullah Efendimizin huzuruna girip ensarın tutum ve davranışlarını anlattı. Ensarın tutum ve davranışlarını aynı şekilde Fazl ve sonra da Hz. Ali anlatınca, sevgili Peygamber Efendimiz (S.A.V.), elinin tutulmasını istedi. Hz. Abbas , Ali ve Fazl’a hitaben: “Ne demek istiyorsunuz?” dedi. Onlar da: “Senin ölümünden korkuyoruz. Ensarın erkekleri bu çevrede toplandı diye kadınları da ağlamaya başladı.” dediler. Res ulullah Efendimiz ayağa kalktı. Hz. Ali ve Fazl’ın omuzlarına dayanarak, başı bağlı olduğu halde mescide girdi. Minberin ilk basamağında oturdu. Bütün halk O’na doğru yöneldi. Resulullah Efendimiz Allah’a hamdetti, sonrada halka şöyle hitap etti:
“Ey insanlar!.. Benim hakkımdaki ölümü adeta inkar edercesine, ölümümden korkmakta olduğunuzu duydum. Size, herkesin günü gelince öleceğini bildirmedim mi? Benden önce hangi peygamber ebedi kaldı ki, bende ebedi kalayım? Şunu iyi biliniz ki, ben Rabbime gidiyorum. Sizde Rabbinize kavuşacaksınız. Benim size tavsiyem, muhacirlere iyi olmanız, iyilikte bulunmanızdır. Çünkü Allah-ü Teala: “Allah’a yemin olsun ki, insanlar hüsrandadır. Ancak iman edenlerle salih amel işleyenler, hakkı ve sabrı vasiyetleşenler hariçtir.” diye buyurmuştur. Her şey, Allah’ın izni ile olur.
Bir şeyin gecikmesi sizi aceleye yöneltmesin. Çünkü Hz. Allah, kişinin keyfine göre acele hareket etmez. Allah ile üstünlüğe kalkışan kimseye, Allah-ü Teala gadab eder. Allah ‘ı aldatmaya kalkışan kimseyi, Hz. Allah cezalandırır.
Tekrar eski halinize dönüp yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayı ve akrabalar ile ilişkinizi kesmeyi mi istiyors unuz? Ben, size Ensara iyilikte bulunmanızı da tavsiye ederim. Çünkü onlar, sizlerden önce burada yerleşmiş , iman etme şerefine nail olmuşlardır. Onlara iyilikte bulununuz. Onlar ki;
yiyeceklerini sizinle bölüştüler, kapılarını bütün servetleri ile size açtılar.
Kendileri muhtaç iken, sizi tercih ettiler.
İki kişi arasında başkan seçilen kimse, hükmetmekle vazifelendiği insanların iyi olanlarının iyiliklerini kabul etsin, kötülerinin kötülüklerinden vazgeçsin. Sakın onlara karşı üstünlük taslamasın. Ben şimdi önden gidiyorum. Sizler de ardımdan geleceksiniz. Uğrak yeriniz olan havuzum, Basra ile Yemen’in Sana’sı arasındaki geniş likten daha da geniştir. Onun suyu sütten beyaz, baldan tatlı, kaymaktan yumuşaktır.
Buradan su içen bir kimse, bir daha ebediyyen susuzluk çekmez. Bu havuzun çakılları inciden, kaynağı ise miskdendir. Ahiret gününde ondan su içmeyen kimseler, tüm hayırlardan mahrum demektir. Yarın bana gelmeyi arzu eden bugün (Dünyada iken) elini ve dilini lüzumsuz şeylerden çeksin.” diye buyuran sevgili Peygamberimize Abbas (R.A.): “Kureyş ‘e de bir tavsiyede bulunun Ya Resulallah!” dedi.
Bunun üzerine sevgili Peygamberimiz şöyle buyurdular: “Söylemiş olduğum şeyleri Kureyş ‘e de tavsiye ederim. İnsanlar Kureyş ‘e bağlıdır. İyileri, iyilerine, kötüleri de kötülerine karşılıktır. Kureyşlilerin insanlara iyilikte bulunmalarını tavsiye edin. Ey insanlar! Günah, nimetleri bozar ve taksimatı değiştirir. İnsanları iyi olursa, önderleri ve hükümdarları da onlara iyilik yapar. İnsanlar kötü olur, kötülük yaparlarsa, onlar da kötülük yaparlar. Nitekim ayet-i celilede şöyle buyurulmaktadır: “Zâlimlerin bir kısmını, kazandıklarından ötürü diğer bir kısmına musallat ederiz.” (En’am sures i, ayet : 129)
Sevgili Peygamberimiz, Ebû Bekir (R.A.)’e: “Sor ya Ebû Bekir!” dediğinde Hz. Ebû Bekir: “Ölüm yaklaştımı Ya Resulallah?” dedi.
Sevgili Peygamber Efendimiz:
“Evet , ecel yaklaştı, hemde çok yaklaştı.” diye buyurdular.
Hz. Ebû Bekir:
“Allah’ın katında olan mevkiin sana herşeyi kolaylaştırır. Keşke biz de yerimizi
bilsek.” dedi.
Resulullah Efendimiz:
“Allah’a, Sidre-i Münteha’ya, Firdevs -i Ala’ya, Refik-i Ala’ya, bolluk ve genişliğe…” diye buyurdular.
Hz. Ebû Bekir:
“Seni kimler yıkayacak Ya Resulallah?” dediğinde, sevgili Peygamberimiz:
“Ev halkımdan bana en çok yakın olanlar beni yıkayacak.” diye buyurdular.
Hz. Ebû Bekir:
“Seni hangi kefene saracağız?”
Sevgili Peygamber Efendimiz:
“Beni sırtımdaki bu elbise ile Yemen’den gelen hulle ve Musarrı’n ın beyazına sararsınız.” diye buyurdular.
Hz. Ebû Bekir:
“Namazını nasıl kılacağız?” diye sordu. Hepimiz ağlamaya başladık.
Bunun üzerine sevgili Peygamber Efendimiz şöyle buyurdular:
“Durun, ağlamayın. Allah sizi mağfiret etsin, peygamberinizden sizi iyi mükafatlarla mükafatlandırsın. Beni yıkayıp kefenlediğiniz zaman, evimdeki bu yatağımda, mezarımın yanında beni bırakın. Bir saat kadar yanımdan uzaklaşın. Namazımı ilk olarak kılacak olan, Allah-ü Teala’dır. Nitekim ayet -i celilede: “Kuşkusuz, Allah ve melekleri peygamberi överler.” (Azhab sures i, ayet : 56) buyrulmuştur. Hz. Allah benim namazımı kıldıktan sonra namaz kılma sırasını meleklere verecek. Bu melekler sırasıyla, Cebrail, Mikail, İsrafil, sonrada ölüm meleği Azrail’dir. Bu dört büyük melek askerleri ile gelirler. Daha sonra tüm melekler gelip namazımı kılarlar. Sonra da sizler namazı kılıp salat edersiniz. Bağırmak, çağırmakla bana eziyet etmeyin. Sizden önce imam ve en yakın ev halkım gelsin. Erkekler, erkeklerden sonra, kadınlar, kadınlardan sonra ise çocuklar gelsin.”
Hz. Ebû Bekir:
“Sizi kabre kim koyacak Ya Resulallah?” diye sordu .
Sevgili Peygamber Efendimiz:
“Bu işi ev halkımdan en yakın olan birkaç kişi ile sizin görmediğiniz birçok melekler yapacaktır. Şimdi gidin, benden sonrakilere duyurun.” Diye buyurdu.
Zema oğlu Abdullah diyor ki:
Rebiulevvel ayının ilk gününde Bilal geldi. Sabah ezanını okudu.
Resulullah Efendimiz: “Ebû Bekir’e söyleyin namazı kıldırsın.” Diye buyurdu.
Dışarı çıktım. Cemaat arasında yalnız Ömer’i gördüm. Ebû Bekir’i bulamıyınca Hz. Ömer (R.A.)’e namazı kılmasını söylemek zorunda kaldım.
Hz. Ömer, tekbir alıp namazı kıldırmaya başladı. Sesi gür olduğu için, Resul-i Ekrem Hazretleri, Ömer (R.A.)’in sesini duydu. Ve: “Ebû Bekir nerededir? Allah ve Müs lümanlar bundan kaçınır. Tekrar Ebû Bekir’e söyleyin, namazı o kıldırsın.” diye buyurduklarnıda, Hz. Aişe anamız şöyle dediler:
– Babam yumuşak kalplidir. o sizin yerinize geçince, buna dayanamaz, ağlar.
Bunun üzerine Res ulullah Efendimiz:
“Siz, Yusuf’un arkadaşları olan kadınlarsınız. İçinizde olanı dışarı vurup söylemezsiniz. Söyleyin de namazı Ebû Bekir kıldırsın.” diye buyurdular.
Hz. Ömer namazı kıldırdıktan sonra, Ebû Bekir tekrar namazı kıldırdı. Hz. Ömer, Zema oğlu Abdullah’a: “Bana neden böyle yaptın? Eğer ben, Resul-i Ekrem’in emri olmadığını bilseydim, asla öne geçmezdim.” dediğinde, Abdullah: “Ben Ebû Bekir’i bulamayınca, senden daha layık olanını görmediğim için, namazı sana kıldırmanı söyledim.” dedi.
Hz. Aişe de:
“Benim Resulullah’a öyle söylememin nedeni, dünyadan yüz çevirdiğini ve idareyi ele almasında büyük tehlikelerin bulunduğunu bildiğim ve Resulullah Efendimizin sağlığında onun mihrabında namaz kıldırmasından insanların hoşlanmayıp kıskançlık edeceklerinden ve onu uğursuz kabul edeceklerinden korktuğum için idi. Fakat hüküm, kader ve kaza ancak Allah ‘ındır. Allah, onu dünya ve ahiret hususunda tüm korktuklarından güvenli kılsın.” dedi.
Hz. Aiş e diyor ki:
“Resulullah’ın baki âleme göçeceği gün, sabah vakti kendisinde bir hafiflik görüldü. Huzurunda bulunanlar sevinerek iyi olduğu zannı ile ayrılıp işlerine gittiler. Yanında sadece kadınlar kaldı. Böyle ümit ile ferahlık arasında iken Resulullah Efendimiz: “Kadınlar çıksın. Bu melek yanıma girmek istiyor.” diye buyurdu. Herkes dışarı çıktı. Ben, yalnız kaldım.
Resulullah’ın başı kucağımda idi. Meleği karşılamak üzere oturdu. Bende evin bir köşesine çekildim. Bir müddet melekle konuştuktan sonra beni kaçırdı. Başını tekrar kucağıma aldım. Kadınlara da içeri girmelerini söyledi.
Ona: “Bu melek, Cebrail (A.S.)’a benzemiyordu.” dedim. Resulullah Efendimiz: “Haklısın, o melek, Cebrail (A.S.) değildi. Ölüm meleğ i Azrail’di.
Bana: “Allah-ü Teala, beni sana gönderdi. Senden izin almaksızın içeri girmememi emretti. İzin vermezsen geri dönerim. İzin verdiğin takdirde içeri girerim. Ve yine sen müsaade etmeden ruhunu almamamı da emret ti. Emrin nedir? Diye sordu. Ben ona Cebrail (A.S.)’ın gelme saat inin yakın olduğunu, Cebrail gelinceye kadar buradan gitmesini söyledim.” Diye buyurdu.
Ne bir fikir yürütecek ve ne de cevap verebilecek haldeydik. Dehşet içinde kalakalmış tık. İşin önemini kavrayan kimselerin ağızlarını bıçak açmıyordu.
Hiçbir kimseden ses çıkmıyor, bir felaketi karşılarmışçasına dehşet içinde bekleşiyorduk. o sırada Cebrail (A.S.)’ın kapıya geldiğini anladım. Cebrail (A.S.) selam verip içeri girdi. Sevgili Peygamberimizin huzuruna çıkıp:
“Ya Resulallah! Allah ‘ın sana selamı var. Kendini nasıl hissettiğini soruyor. Kuş kusuz O senin içinde bulunduğun durumu çok iyi biliyor.
Ancak, senin kerem ve şerefini arttırmak ve ümmetinin arasında örnek olman için sormuş tur.”
Resulullah Efendimiz:
“Kendimi acı ve sancılar içinde buluyorum.” dedi.
Cebrail (A.S.):
“Sana müjdeler olsun Ya Resulallah! Hz. Allah sana bu acı ve sancıları, vaadettiği mevkilere yükseltmek için vermiştir.” dedi.
Resulullah Efendimiz:
“Ey Cebrail! Sen gelmeden önce Azrail (A.S.) yanıma girmek için benden izin istedi.” dedikten sonra Azrail ile konuştuklarının hepsini anlattı.
Cebrail (A.S.):
“Ey Allah’ın Resulü! Rabbin sana müştaktır. Senden başka kimseden böyle bir izin istememiştir, istemiyecektirde. Böylelikle, Yüce Rabbin, senin şerefini tamamlamak istiyor.” dedi.
Resulullah Efendimiz:
“Öyleyse ey Cebrail! Azrail gelinceye kadar ayrılma.” diye buyurdu.
Kadınların içeri girmesine izin veren sevgili Peygamber Efendimiz, kızı Hz. Fatma’ya yanına yaklaşmasını emretti. Hz. Fatma Resulullah’ın yanına yaklaştı.
Resulullah (S.A.V.), Fatma’nın kulağına gizli olarak bir şey söyledi. Fatma başını kaldırdığında ağlıyordu. Resulullah, bu sefer Fatma’nın kulağına bir şey daha söyledi. Fatma başını kaldırdığında bu defa ağlamıyor, gözlerinin içi gülüyordu. Bu durum
karşısında hayret etmiştik. Bir fırsatında Fatma’ya önce ağlamasının sonra da gülmesinin nedenini sordum. Fatma da bana: “Babam Resul-i Ekrem, bana birinci seferinde bugün öleceğini söyledi. Ben de ağladım. İkinci seferinde: “Ben Allah’a,
elh-i beytimden ilk olarak seni bana kavuşturması için dua ettim.” diye buyurdu. Ben de gülümsedim.” dedi ve sonra da oğulları Hz. Hasan ile Hüseyin’i kendisine çekerek başlarını sevip okşadı. Tam bu sırada ölüm meleği Azrail geldi. Selam verip
içeri girmek için izin istedi. Kendisine izin verilince de içeri girdi. Ve: “Ey Muhammed! Ne emir buyurursun?” diye sordu .
Resulullah:
“Senden istediğim, beni biran önce Rabbime ulaştırmandır.” diye buyurdu .
Azrail:
“Emrin başımüstüne. Bugün seni Rabbine ulaştıracağım. Çünkü Rabbin de sana müştaktır. Kuşkusuz Allah-ü Teala, senin gibi kimse hakkında böyle tereddüte meydan vermedi. Ve senden başka da kimseden izin almadan canını almamamı emretmedi. Sana saatinin yakın olduğunu hatırlatırım.” dedikten sonra ayrıldı. O sırada Cebrail (A.S.), Resulullah’ın huzuruna gelip şöyle
dedi:
“Vahiy gibi, dünya da benim için dürülmüş oldu. Artık ne benim dünyada bir ihtiyacım kaldı, nede dünyanın bende. Bu, benim yeryüzüne son inişimdir.”
Kimseden ses çıkmıyordu. Kalktım Resulullah’ın yanına gidip başını göğsüm arasına aldım. Resulullah’ın göğsünü tuttum. Bu tutuş sırasında kısa bir baygınlık geçirdi.
Alnından iri ter damlaları birikiyor, sonra aşağıya doğru süzülüyordu. Terini sildim. Teri misk gibi, miskten daha güzel kokuyordu. Öylesine güzel bir kokuydu ki, hayatımda böylesine bir kokuya rastlamamıştım. Biraz sonra ayıldı. Ona:
“Ey Allah’ın Resulü! Anam babam sana feda olsun. Bu terler ne idi böyle?” dedim.
O bana:
“Ey Aişe! Mü’minin ruhu ter ile, Kâfirin ruhu ise merkebin canı gibi ağız ve burun deliklerinden çıkar.” buyurdu.
Bu söz üzerine aklımız başımıza gelmişti. Bir korkudur sarmıştı yüreklerimizi. Hemen erkekleri çağırmaya başladık. İlk gelen erkek, babamın bana gönderdiği kardeşim Abdurrahman’dı. Fakat o bile, Resulullah’ın hayatına yetişemedi. Allah-ü Teala, Resulullah’ın ölümü anında Cebrail ile Mikail’i görevlendirdiği için, vazifeyi onlar üst lenmiş lerdi. Bu yüzden Resulullah’ın ölümü anında hiçbir erkek bulunamamıştı. Res ulullah, baygınlık geçirdiği anda, kendisine “Hangisini tercih ediyorsun?” diye
muhayyer bırakıldığında, o “Hayır, ben Rabbimi istiyorum.” diye buyurmuştu. Dili açıldığı ve baygınlığı geçtiği vakit , bizlere defalarca:
“Namaz, namaz… Çünkü siz, ancak namaza devam ettiğiniz müddetçe dine bağlısınız. Namazı terkettiğiniz anda dinden uzaklaşırsınız ki, bunun farkında bile olamazsınız. Bu yüzden namazı terketmeyiniz.” diye buyurdu.
Resulullah son nefesini verirken bile dilinden “namaz” kelimesini düşürmemişti.”
Hz. Fatma diyor ki:
– Resulullah Efendimizin Allah’a kavuştuğu gün olan Pazartesi günü, bu ümmetin felaketlerle karşılaştığı gündür.
Ümmü Gülsüm diyor ki:
– Hz. Alide bir Pazartesi günü Kufe’de şehit edilmiştir. Dedem Resul-i ekrem, babam Ali ve Ömer hepsi böyle bir Pazartesi günü şehit oldular.
Resulullah Efendimiz, hayata gözlerini yumduğu zaman, Ebû Bekir (R.A.), Ensar’dan ve akrabaları olan Hacrec’in oğullarından Beni Harisiin Medine’ye yakın olan bağında bulunuyordu. Resulullah’ın ölüm haberini işitir işitmez, hemen geldi. Resulullah Efendimizin huzuruna girdi. Yüzüne baktı. Sonra da üzerine eğilip yüzünü öptü. Ve:
“Anam babam sana feda olsun Ya Resulallah! Kuşkusuz Allah-ü Teala,sana ölüm acısını iki kere tattıracak değildir. Vallahi Resul-i Ekrem ölmüştür.” deyip halkın arasına çıkarak:
– Ey insanlar! Ey Muhammad’i sevenler! Biliniz ki, Muhammed ölmüştür. Ey
Mu hammed’in Rabbine ibadet edenler!… Biliniz ki, Allah, ezeli ve ebedidir.
O, ölmeyen bir diridir. Nitekim Kur’an-ı Azimüşşan’da Hz. Allah şöyle buyurmuş tur:
“Muhammed, ancak bir peygamberdir. Ondan önce de daha nice peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür, yahut öldürülürse, siz ökçelerinizin üstünde gerisin geriye mi döneceksiniz?” (Al-i İmran s ures i,ayet : 144) diye buyurmadı mı?” dedi.
Oradakiler, bu ayet -i celileyi sanki yeni duymuşlarcasına oldular ve Resul-i Ekrem’in hayata gözlerini kapayıp baki âleme göç ettiğini anladılar.
Bir rivayette Ebû Bekir’in, Resulullah Efendimizin ölüm haberini alır almaz yanına girdiği, bir yandan Resulullah’a salavat getirirken, diğer yandan bardaktan boşanırcasına gözyaşı döküp ağladığı söylenmektedir. Ebû Bekir’in şah damarları inip kalkarken, ağlarken, aklı başında ve ne söylediğini bilir durumda idi. O Resul-i Ekrem’in yüzünü açıp, alnını ve yanaklarını öptü, elleri ile yanaklarını okşadıktan sonra ağlayarak:
“Anam, babam, canım, bütün aile efradım sana feda olsun Ya Resulallah!
Hayatın gibi ölümünde tertemiz. Hiçbir peygamberin ölümü ile sona ermeyen peygamberlik, senin ölümün ile sona ermiştir. Sen vasıflandırılmaktan yüce, ağlamaktan da çok üstünsün. Herkes seninle teselli bulurken, şimdi senden ayrı düştük. Eğer sen, ölümü kendin seçmeseydin, senden ayrı olmak bizi öldürürdü. Eğer sen bize ağlamayı yasaklamasaydın, senin için alabildiğine gözyaşı akıtırdık. Fakat gücümüzün yetmediği, meddü cezir gibi denizin gerektirdiği bu durumdan da kendimizi alamayız. Ey Yüce Allah’ım! selamımızı Resulullah’a ilet . Ya Resulallah! Bizleri Rabbinin huzurunda unutma. Bizleri Rabbinin huzurunda an. Eğer sükunet ve vekarlığı bize bırakmasaydın, kuşkusuz senin ayrılığına dayanamaz, tahammül edemezdik. Ey Yüce Allah’ım!.. Sen selamımımızı habibine ilet ve bizim hakkımızda onu koru.”
Hz. Aiş e diyor ki:
– Resul-i Ekrem, ruhunu verdiği zaman, başucunda toplanıp acaba diğerleri gibi elbisesini soyup öylemi yıkayacağız, yoksa elbisesi üzerinde olduğu haldemi yıkayacağız? Diye düşünüp dururken, hepsi bu düşünce içinde yıkamalarını söyledi. Onlar da kendilerini bir anlık saran düşünce uykusundan silkinip Resulullah’ı üzerinde gömleği olduğu halde yıkadılar.
Üzerinden suyu döküp gömleği ile vücudunu ovdular, sonra da kefene sardılar.
– Resulullah Efendimizi, diğer ölüleri yıkadığımız gibi yıkadık. Resul-i Ekrem’i yıkarken yumuşak bir rüzgar hışıltısına benzer bir ses bize: “Resul-i Ekrem’i yumuş aklıkla yıkayın. Onu incitmeyin. Sizde aynı şeyle karşılaşacaksınız.” diyordu.
Resulullah Efendimizin baki âleme göçü böyle olmuştur. Sağlam bir rivayette Resulullah Efendimizin içinde yıkandığı gömleğinin çıkarıldığı, yünden yapılı elbiselerine sarılıp öyle defnedildiği söylenmiştir.
Ebû Cafer diyor ki:
– Resulullah’ın mezarı; yatağı ve kadife ile döşendi. Sonra gündüzün giyindiği elbiseleri üzerine konup öyle defnedildi. Ölümünde mal ve ev diye bir şey bırakmadı. Resulullah Efendimizin ölümünde Müslümanlar için bir ibret ve güzel bir örnek vardır.
Kaynak : Kimya-i Saadet – İmam Gazali
H.z. Muhammed ( s.a.v. )’in Vefatı
H.z. Muhammed ( s.a.v. )’in Vefatı
Resulullah Efendimiz, her şeyiyle, güzel bir örnektir. Hareket ve davranışlarıyla, işleriyle, hayatı ile, kısacası O’nun her hali düşünenler için bir ibret levhası, basiret sahipleri için bir örnektir. Çünkü, Allah katında Resulullah Efendimizden daha keremlisi yoktur. O, Allah ‘ın Resulü ve nebisi, sevgilisi ve dostudur. Bütün bunlara rağmen, ölüm vakti geldiği zaman, O’na bile bir nefeslik müsaade verilmedi. Ölüm vaktinde, iyilerin ruhunu almaya memur olan meleklerin gönderilmesine, temiz olan
cesedinden O’nu alıp Allah ‘ın rahmetine, Allah’ın rızasına, Allah’ın civarında güzel mevkilere oturtmak için gösterilen gayretlere rağmen, yinede can çekişmesi zor oldu .
Resulullah Efendimizin ölüm anındaki iniltisi, iç sıkıntısı birbirini takip etti.
İnlemesi yükselip rengi değişti. Alnı terledi. Nefes alıp vermeleri sıklaştı.
O’nun çektiği bu acı ve ıztıraplara, huzurundakiler bile dayanamayıp ağladılar.
Resulullah Efendimizin peygamberlik rütbesi bile, O’nu bu durumdan kurtaramamıştır. Herkes için mukadder olan ölüm, Resulullah Efendimize de ulaşmıştı. Gerçi ölmek ve kalmak konusunda seçim kendisine bırakılmıştı. Ama ölümün ümmeti için daha faydalı olacağına inanan sevgili Peygamberimiz, ölümü kendisi için tercih etmişti.
Resulullah Efendimiz ki, Allah katında Mahmud makamının ve herkesin uğrayacağı havuz’un sahibidir. Kıyamet günü ilk olarak dirilip topraktan kalkacak olan O’dur. Kıyamet günü şefaat sahibi de O’dur. Fakat yine de Azrail’den bir müsamaha görmemiştir. Bütün bunlar böyle iken, bizler hala gaflet uykusunda uyuyup, sevgili Peygamber Efendimizin yaşamından ders almayıp, karşılaşacağımız o büyük tehlikelere karşın hala sağlam bir şekilde inanmazcasına davranmamız gerçekten şaşılacak şeydir.
Tüm kainatın seçilmişi, peygamberler de dahil tüm mahlukatın efendisi olan sevgili Peygamber Efendimizden bile ibret almaya bizler neyimize güveniyoruz? Dünyanın bizlerin, hayatımızın ebedi olacağını mı, yoksa bütün kusur ve günahlarımıza rağmen Allah katında daha keremli olduğumuzu mu sanıyoruz?
Nafile… Gerçek olan şu ki, hepimizin cehenneme uğrayacağı, ancak kesin imanlı olanların oradan kurtulacağıdır. Cehenneme gireceğimizi kesin olarak bilen bizler, çıkacağımızı kesin olarak bilmiyoruz. Çünkü gerçek Allah dostları değiliz.
Hz. Allah buyuruyor ki:
“Sizden cehenneme uğramıyacak yoktur. Bu, Rabbinizin yapmayı üzerine aldığı kesin bir hükümdür. Sonra Biz, Allah’a karşı gelmekten sakınmış olanları kurtarır, zâlimleri de orada dizüstü çökmüş olarak bırakırız.” (Meryem sures i, ayet : 71, 72)
Kişi kendi haline bakıp muttakileremi, yoksa zâlimleremi daha yakın olduğunu araştırsın ve Allah dostlarının bu kadar muvaffak oldukları halde nasıl korku üzerinde olduklarını düşünüp kendi haline baksın. Akıbet inden emin olan, peygamberlerin efendisine baksın. Resulullah Efendimiz, peygamberlerin efendisi ve muttakilerin öncüsü olduğu halde dünyadan ayrılırken çektiği ıztırap ve acıları gözönünde bulundurup, cennete giderken karşılaştığı zorluklara baksın .
İbni Mes ‘ud (R.A.) diyor ki:
– Resul-i Ekrem’in ölüm anının yaklaştığı sırada, yatmakta olduğu validemiz Hz. Ayşe’nin evine ziyaretine gittik. Resulullah Efendimiz bize baktı, gözleri yaşardı. Bize “Hoş geldiniz, Allah sizi mübarek etsin. Allah sizi korusun ve yardımcınız olsun. Size takvayı ve Allah’tan daima korkmanızı tavsiye ederim. Ve sizi Allah’a emanet ederim. Ben, sizi Allah’tan açıkça korkuturum. Dünyada yaşadığınız müddetçe Allah’a kulları arasında karşı gelmeyin. Ölüm yaklaştı Cennet-i Me’va’ya, Sidre-i Münteha’ya ve Cenab-ı Allah’a yönelme vakti geldi. Size ve benden sonra dinimize girenlere Allah ‘ın selamını ve rahmetini benden okuyun.” diye buyurdu.
Hz. Aiş e diyor ki:
– Resulullah Efendimiz, yedi kuyudan alacağımız bir kırba su ile kendisini yıkamamızı emretti. Bizde değini yapınca biraz rahatladı. Kalktı, mescide gitti. Cemaatle birlikte namaz kıldıktan sonra Uhud şehitleri için dua ve istiğfarda bulundu. Ensar’a şu tavsiyede bulundu:
“Ey muhacirler, sizler bundan sonrada çoğalacaksınız. Fakat Ensar, bugünkü durumlarından fazla çoğalamazlar. Ensar benim has vekillerim ve sırdaşlarımdır. Ben, onlara iltica ettim. Onların ihsan sahibi olanlarına ikramda bulunun. Kusurlarını da bağışlayınız. Sonra bir kul var ki, dünya ve Allah katında olanlar arasında serbest bırakıldı. O da Allah katında olanı tercih etti.”
Resulullah Efendimizin bu son sözü ile kendisini kasdettiğini anlayan Hz. Ebu Bekir, ağlamaya başladı. Ebu Bekir’in ağlayışı üzerine Resulullah Efendimiz Ebu Bekir’e:
“Dur, şu mescide açılan bütün kapıları kapayın. Yalnız Ebû Bekir’in kapısı açık kalsın. Çünkü ben, Ebû Bekir’den daha üstün sohbete değer bir kimse bilmiyorum.” diye buyurdular.
Hz. Aişe diyor ki:
– Resul-i Ekrem’in ruhu, benim evimde, benim göğsüm ile boğazım arasında, kucağımda iken çıktı. Hz. Allah benim tükürüğüm ile onun tükürüğünü bir araya topladı. Resulullah bu halde iken, kardeşim Abdurrahman elinde misvak olduğu halde içeri girdi. Resulullah ‘ın gözünü misvaka diktiğini görünce ondan hoşlandığını anladım. “Misvakı alayım mı?” diye kendisine sordum. O işaretle almamı söyledi. Mis vakı aldım. Ağzıma koyduğumda çok sert geldi. Kendisine “Yumuşatayım mı?” diye sordum. Bana yumuşatmamı ifade eden bir baş işareti yaptı. Bende misvakı yumuşatıp kendisine verdim. Misvakı ağzına koydu. Önünde içi sulu bir ibrik vardı. Elini suya batırıp: “Allah’tan başka ilah yoktur. Kuşkusuz, ölümün sancıları vardır.” buyurdu.
Sonra da elini suyun içinde kaldırarak şöyle buyurdu: Refik-el A’lâ, Refik-el A’lâ.” Resul-i Ekrem’in bu durumu üzerine ben: “Vallahi, Bu, bizden geçti, Allah’a yöneldi.” dedim.
Abdullah oğlu Said diyor ki:
– Resulullah Efendimizin ağırlaştığını gören ensar, mescidin etrafına döküldü ve üzüntülerini belirtmeye başladılar. Hz. Abbas (R.A.), Resulullah Efendimizin huzuruna girip ensarın tutum ve davranışlarını anlattı. Ensarın tutum ve davranışlarını aynı şekilde Fazl ve sonra da Hz. Ali anlatınca, sevgili Peygamber Efendimiz (S.A.V.), elinin tutulmasını istedi. Hz. Abbas , Ali ve Fazl’a hitaben: “Ne demek istiyorsunuz?” dedi. Onlar da: “Senin ölümünden korkuyoruz. Ensarın erkekleri bu çevrede toplandı diye kadınları da ağlamaya başladı.” dediler. Res ulullah Efendimiz ayağa kalktı. Hz. Ali ve Fazl’ın omuzlarına dayanarak, başı bağlı olduğu halde mescide girdi. Minberin ilk basamağında oturdu. Bütün halk O’na doğru yöneldi. Resulullah Efendimiz Allah’a hamdetti, sonrada halka şöyle hitap etti:
“Ey insanlar!.. Benim hakkımdaki ölümü adeta inkar edercesine, ölümümden korkmakta olduğunuzu duydum. Size, herkesin günü gelince öleceğini bildirmedim mi? Benden önce hangi peygamber ebedi kaldı ki, bende ebedi kalayım? Şunu iyi biliniz ki, ben Rabbime gidiyorum. Sizde Rabbinize kavuşacaksınız. Benim size tavsiyem, muhacirlere iyi olmanız, iyilikte bulunmanızdır. Çünkü Allah-ü Teala: “Allah’a yemin olsun ki, insanlar hüsrandadır. Ancak iman edenlerle salih amel işleyenler, hakkı ve sabrı vasiyetleşenler hariçtir.” diye buyurmuştur. Her şey, Allah’ın izni ile olur.
Bir şeyin gecikmesi sizi aceleye yöneltmesin. Çünkü Hz. Allah, kişinin keyfine göre acele hareket etmez. Allah ile üstünlüğe kalkışan kimseye, Allah-ü Teala gadab eder. Allah ‘ı aldatmaya kalkışan kimseyi, Hz. Allah cezalandırır.
Tekrar eski halinize dönüp yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayı ve akrabalar ile ilişkinizi kesmeyi mi istiyors unuz? Ben, size Ensara iyilikte bulunmanızı da tavsiye ederim. Çünkü onlar, sizlerden önce burada yerleşmiş , iman etme şerefine nail olmuşlardır. Onlara iyilikte bulununuz. Onlar ki;
yiyeceklerini sizinle bölüştüler, kapılarını bütün servetleri ile size açtılar.
Kendileri muhtaç iken, sizi tercih ettiler.
İki kişi arasında başkan seçilen kimse, hükmetmekle vazifelendiği insanların iyi olanlarının iyiliklerini kabul etsin, kötülerinin kötülüklerinden vazgeçsin. Sakın onlara karşı üstünlük taslamasın. Ben şimdi önden gidiyorum. Sizler de ardımdan geleceksiniz. Uğrak yeriniz olan havuzum, Basra ile Yemen’in Sana’sı arasındaki geniş likten daha da geniştir. Onun suyu sütten beyaz, baldan tatlı, kaymaktan yumuşaktır.
Buradan su içen bir kimse, bir daha ebediyyen susuzluk çekmez. Bu havuzun çakılları inciden, kaynağı ise miskdendir. Ahiret gününde ondan su içmeyen kimseler, tüm hayırlardan mahrum demektir. Yarın bana gelmeyi arzu eden bugün (Dünyada iken) elini ve dilini lüzumsuz şeylerden çeksin.” diye buyuran sevgili Peygamberimize Abbas (R.A.): “Kureyş ‘e de bir tavsiyede bulunun Ya Resulallah!” dedi.
Bunun üzerine sevgili Peygamberimiz şöyle buyurdular: “Söylemiş olduğum şeyleri Kureyş ‘e de tavsiye ederim. İnsanlar Kureyş ‘e bağlıdır. İyileri, iyilerine, kötüleri de kötülerine karşılıktır. Kureyşlilerin insanlara iyilikte bulunmalarını tavsiye edin. Ey insanlar! Günah, nimetleri bozar ve taksimatı değiştirir. İnsanları iyi olursa, önderleri ve hükümdarları da onlara iyilik yapar. İnsanlar kötü olur, kötülük yaparlarsa, onlar da kötülük yaparlar. Nitekim ayet-i celilede şöyle buyurulmaktadır: “Zâlimlerin bir kısmını, kazandıklarından ötürü diğer bir kısmına musallat ederiz.” (En’am sures i, ayet : 129)
Sevgili Peygamberimiz, Ebû Bekir (R.A.)’e: “Sor ya Ebû Bekir!” dediğinde Hz. Ebû Bekir: “Ölüm yaklaştımı Ya Resulallah?” dedi.
Sevgili Peygamber Efendimiz:
“Evet , ecel yaklaştı, hemde çok yaklaştı.” diye buyurdular.
Hz. Ebû Bekir:
“Allah’ın katında olan mevkiin sana herşeyi kolaylaştırır. Keşke biz de yerimizi
bilsek.” dedi.
Resulullah Efendimiz:
“Allah’a, Sidre-i Münteha’ya, Firdevs -i Ala’ya, Refik-i Ala’ya, bolluk ve genişliğe…” diye buyurdular.
Hz. Ebû Bekir:
“Seni kimler yıkayacak Ya Resulallah?” dediğinde, sevgili Peygamberimiz:
“Ev halkımdan bana en çok yakın olanlar beni yıkayacak.” diye buyurdular.
Hz. Ebû Bekir:
“Seni hangi kefene saracağız?”
Sevgili Peygamber Efendimiz:
“Beni sırtımdaki bu elbise ile Yemen’den gelen hulle ve Musarrı’n ın beyazına sararsınız.” diye buyurdular.
Hz. Ebû Bekir:
“Namazını nasıl kılacağız?” diye sordu. Hepimiz ağlamaya başladık.
Bunun üzerine sevgili Peygamber Efendimiz şöyle buyurdular:
“Durun, ağlamayın. Allah sizi mağfiret etsin, peygamberinizden sizi iyi mükafatlarla mükafatlandırsın. Beni yıkayıp kefenlediğiniz zaman, evimdeki bu yatağımda, mezarımın yanında beni bırakın. Bir saat kadar yanımdan uzaklaşın. Namazımı ilk olarak kılacak olan, Allah-ü Teala’dır. Nitekim ayet -i celilede: “Kuşkusuz, Allah ve melekleri peygamberi överler.” (Azhab sures i, ayet : 56) buyrulmuştur. Hz. Allah benim namazımı kıldıktan sonra namaz kılma sırasını meleklere verecek. Bu melekler sırasıyla, Cebrail, Mikail, İsrafil, sonrada ölüm meleği Azrail’dir. Bu dört büyük melek askerleri ile gelirler. Daha sonra tüm melekler gelip namazımı kılarlar. Sonra da sizler namazı kılıp salat edersiniz. Bağırmak, çağırmakla bana eziyet etmeyin. Sizden önce imam ve en yakın ev halkım gelsin. Erkekler, erkeklerden sonra, kadınlar, kadınlardan sonra ise çocuklar gelsin.”
Hz. Ebû Bekir:
“Sizi kabre kim koyacak Ya Resulallah?” diye sordu .
Sevgili Peygamber Efendimiz:
“Bu işi ev halkımdan en yakın olan birkaç kişi ile sizin görmediğiniz birçok melekler yapacaktır. Şimdi gidin, benden sonrakilere duyurun.” Diye buyurdu.
Zema oğlu Abdullah diyor ki:
Rebiulevvel ayının ilk gününde Bilal geldi. Sabah ezanını okudu.
Resulullah Efendimiz: “Ebû Bekir’e söyleyin namazı kıldırsın.” Diye buyurdu.
Dışarı çıktım. Cemaat arasında yalnız Ömer’i gördüm. Ebû Bekir’i bulamıyınca Hz. Ömer (R.A.)’e namazı kılmasını söylemek zorunda kaldım.
Hz. Ömer, tekbir alıp namazı kıldırmaya başladı. Sesi gür olduğu için, Resul-i Ekrem Hazretleri, Ömer (R.A.)’in sesini duydu. Ve: “Ebû Bekir nerededir? Allah ve Müs lümanlar bundan kaçınır. Tekrar Ebû Bekir’e söyleyin, namazı o kıldırsın.” diye buyurduklarnıda, Hz. Aişe anamız şöyle dediler:
– Babam yumuşak kalplidir. o sizin yerinize geçince, buna dayanamaz, ağlar.
Bunun üzerine Res ulullah Efendimiz:
“Siz, Yusuf’un arkadaşları olan kadınlarsınız. İçinizde olanı dışarı vurup söylemezsiniz. Söyleyin de namazı Ebû Bekir kıldırsın.” diye buyurdular.
Hz. Ömer namazı kıldırdıktan sonra, Ebû Bekir tekrar namazı kıldırdı. Hz. Ömer, Zema oğlu Abdullah’a: “Bana neden böyle yaptın? Eğer ben, Resul-i Ekrem’in emri olmadığını bilseydim, asla öne geçmezdim.” dediğinde, Abdullah: “Ben Ebû Bekir’i bulamayınca, senden daha layık olanını görmediğim için, namazı sana kıldırmanı söyledim.” dedi.
Hz. Aişe de:
“Benim Resulullah’a öyle söylememin nedeni, dünyadan yüz çevirdiğini ve idareyi ele almasında büyük tehlikelerin bulunduğunu bildiğim ve Resulullah Efendimizin sağlığında onun mihrabında namaz kıldırmasından insanların hoşlanmayıp kıskançlık edeceklerinden ve onu uğursuz kabul edeceklerinden korktuğum için idi. Fakat hüküm, kader ve kaza ancak Allah ‘ındır. Allah, onu dünya ve ahiret hususunda tüm korktuklarından güvenli kılsın.” dedi.
Hz. Aiş e diyor ki:
“Resulullah’ın baki âleme göçeceği gün, sabah vakti kendisinde bir hafiflik görüldü. Huzurunda bulunanlar sevinerek iyi olduğu zannı ile ayrılıp işlerine gittiler. Yanında sadece kadınlar kaldı. Böyle ümit ile ferahlık arasında iken Resulullah Efendimiz: “Kadınlar çıksın. Bu melek yanıma girmek istiyor.” diye buyurdu. Herkes dışarı çıktı. Ben, yalnız kaldım.
Resulullah’ın başı kucağımda idi. Meleği karşılamak üzere oturdu. Bende evin bir köşesine çekildim. Bir müddet melekle konuştuktan sonra beni kaçırdı. Başını tekrar kucağıma aldım. Kadınlara da içeri girmelerini söyledi.
Ona: “Bu melek, Cebrail (A.S.)’a benzemiyordu.” dedim. Resulullah Efendimiz: “Haklısın, o melek, Cebrail (A.S.) değildi. Ölüm meleğ i Azrail’di.
Bana: “Allah-ü Teala, beni sana gönderdi. Senden izin almaksızın içeri girmememi emretti. İzin vermezsen geri dönerim. İzin verdiğin takdirde içeri girerim. Ve yine sen müsaade etmeden ruhunu almamamı da emret ti. Emrin nedir? Diye sordu. Ben ona Cebrail (A.S.)’ın gelme saat inin yakın olduğunu, Cebrail gelinceye kadar buradan gitmesini söyledim.” Diye buyurdu.
Ne bir fikir yürütecek ve ne de cevap verebilecek haldeydik. Dehşet içinde kalakalmış tık. İşin önemini kavrayan kimselerin ağızlarını bıçak açmıyordu.
Hiçbir kimseden ses çıkmıyor, bir felaketi karşılarmışçasına dehşet içinde bekleşiyorduk. o sırada Cebrail (A.S.)’ın kapıya geldiğini anladım. Cebrail (A.S.) selam verip içeri girdi. Sevgili Peygamberimizin huzuruna çıkıp:
“Ya Resulallah! Allah ‘ın sana selamı var. Kendini nasıl hissettiğini soruyor. Kuş kusuz O senin içinde bulunduğun durumu çok iyi biliyor.
Ancak, senin kerem ve şerefini arttırmak ve ümmetinin arasında örnek olman için sormuş tur.”
Resulullah Efendimiz:
“Kendimi acı ve sancılar içinde buluyorum.” dedi.
Cebrail (A.S.):
“Sana müjdeler olsun Ya Resulallah! Hz. Allah sana bu acı ve sancıları, vaadettiği mevkilere yükseltmek için vermiştir.” dedi.
Resulullah Efendimiz:
“Ey Cebrail! Sen gelmeden önce Azrail (A.S.) yanıma girmek için benden izin istedi.” dedikten sonra Azrail ile konuştuklarının hepsini anlattı.
Cebrail (A.S.):
“Ey Allah’ın Resulü! Rabbin sana müştaktır. Senden başka kimseden böyle bir izin istememiştir, istemiyecektirde. Böylelikle, Yüce Rabbin, senin şerefini tamamlamak istiyor.” dedi.
Resulullah Efendimiz:
“Öyleyse ey Cebrail! Azrail gelinceye kadar ayrılma.” diye buyurdu.
Kadınların içeri girmesine izin veren sevgili Peygamber Efendimiz, kızı Hz. Fatma’ya yanına yaklaşmasını emretti. Hz. Fatma Resulullah’ın yanına yaklaştı.
Resulullah (S.A.V.), Fatma’nın kulağına gizli olarak bir şey söyledi. Fatma başını kaldırdığında ağlıyordu. Resulullah, bu sefer Fatma’nın kulağına bir şey daha söyledi. Fatma başını kaldırdığında bu defa ağlamıyor, gözlerinin içi gülüyordu. Bu durum
karşısında hayret etmiştik. Bir fırsatında Fatma’ya önce ağlamasının sonra da gülmesinin nedenini sordum. Fatma da bana: “Babam Resul-i Ekrem, bana birinci seferinde bugün öleceğini söyledi. Ben de ağladım. İkinci seferinde: “Ben Allah’a,
elh-i beytimden ilk olarak seni bana kavuşturması için dua ettim.” diye buyurdu. Ben de gülümsedim.” dedi ve sonra da oğulları Hz. Hasan ile Hüseyin’i kendisine çekerek başlarını sevip okşadı. Tam bu sırada ölüm meleği Azrail geldi. Selam verip
içeri girmek için izin istedi. Kendisine izin verilince de içeri girdi. Ve: “Ey Muhammed! Ne emir buyurursun?” diye sordu .
Resulullah:
“Senden istediğim, beni biran önce Rabbime ulaştırmandır.” diye buyurdu .
Azrail:
“Emrin başımüstüne. Bugün seni Rabbine ulaştıracağım. Çünkü Rabbin de sana müştaktır. Kuşkusuz Allah-ü Teala, senin gibi kimse hakkında böyle tereddüte meydan vermedi. Ve senden başka da kimseden izin almadan canını almamamı emretmedi. Sana saatinin yakın olduğunu hatırlatırım.” dedikten sonra ayrıldı. O sırada Cebrail (A.S.), Resulullah’ın huzuruna gelip şöyle
dedi:
“Vahiy gibi, dünya da benim için dürülmüş oldu. Artık ne benim dünyada bir ihtiyacım kaldı, nede dünyanın bende. Bu, benim yeryüzüne son inişimdir.”
Kimseden ses çıkmıyordu. Kalktım Resulullah’ın yanına gidip başını göğsüm arasına aldım. Resulullah’ın göğsünü tuttum. Bu tutuş sırasında kısa bir baygınlık geçirdi.
Alnından iri ter damlaları birikiyor, sonra aşağıya doğru süzülüyordu. Terini sildim. Teri misk gibi, miskten daha güzel kokuyordu. Öylesine güzel bir kokuydu ki, hayatımda böylesine bir kokuya rastlamamıştım. Biraz sonra ayıldı. Ona:
“Ey Allah’ın Resulü! Anam babam sana feda olsun. Bu terler ne idi böyle?” dedim.
O bana:
“Ey Aişe! Mü’minin ruhu ter ile, Kâfirin ruhu ise merkebin canı gibi ağız ve burun deliklerinden çıkar.” buyurdu.
Bu söz üzerine aklımız başımıza gelmişti. Bir korkudur sarmıştı yüreklerimizi. Hemen erkekleri çağırmaya başladık. İlk gelen erkek, babamın bana gönderdiği kardeşim Abdurrahman’dı. Fakat o bile, Resulullah’ın hayatına yetişemedi. Allah-ü Teala, Resulullah’ın ölümü anında Cebrail ile Mikail’i görevlendirdiği için, vazifeyi onlar üst lenmiş lerdi. Bu yüzden Resulullah’ın ölümü anında hiçbir erkek bulunamamıştı. Res ulullah, baygınlık geçirdiği anda, kendisine “Hangisini tercih ediyorsun?” diye
muhayyer bırakıldığında, o “Hayır, ben Rabbimi istiyorum.” diye buyurmuştu. Dili açıldığı ve baygınlığı geçtiği vakit , bizlere defalarca:
“Namaz, namaz… Çünkü siz, ancak namaza devam ettiğiniz müddetçe dine bağlısınız. Namazı terkettiğiniz anda dinden uzaklaşırsınız ki, bunun farkında bile olamazsınız. Bu yüzden namazı terketmeyiniz.” diye buyurdu.
Resulullah son nefesini verirken bile dilinden “namaz” kelimesini düşürmemişti.”
Hz. Fatma diyor ki:
– Resulullah Efendimizin Allah’a kavuştuğu gün olan Pazartesi günü, bu ümmetin felaketlerle karşılaştığı gündür.
Ümmü Gülsüm diyor ki:
– Hz. Alide bir Pazartesi günü Kufe’de şehit edilmiştir. Dedem Resul-i ekrem, babam Ali ve Ömer hepsi böyle bir Pazartesi günü şehit oldular.
Resulullah Efendimiz, hayata gözlerini yumduğu zaman, Ebû Bekir (R.A.), Ensar’dan ve akrabaları olan Hacrec’in oğullarından Beni Harisiin Medine’ye yakın olan bağında bulunuyordu. Resulullah’ın ölüm haberini işitir işitmez, hemen geldi. Resulullah Efendimizin huzuruna girdi. Yüzüne baktı. Sonra da üzerine eğilip yüzünü öptü. Ve:
“Anam babam sana feda olsun Ya Resulallah! Kuşkusuz Allah-ü Teala,sana ölüm acısını iki kere tattıracak değildir. Vallahi Resul-i Ekrem ölmüştür.” deyip halkın arasına çıkarak:
– Ey insanlar! Ey Muhammad’i sevenler! Biliniz ki, Muhammed ölmüştür. Ey
Mu hammed’in Rabbine ibadet edenler!… Biliniz ki, Allah, ezeli ve ebedidir.
O, ölmeyen bir diridir. Nitekim Kur’an-ı Azimüşşan’da Hz. Allah şöyle buyurmuş tur:
“Muhammed, ancak bir peygamberdir. Ondan önce de daha nice peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür, yahut öldürülürse, siz ökçelerinizin üstünde gerisin geriye mi döneceksiniz?” (Al-i İmran s ures i,ayet : 144) diye buyurmadı mı?” dedi.
Oradakiler, bu ayet -i celileyi sanki yeni duymuşlarcasına oldular ve Resul-i Ekrem’in hayata gözlerini kapayıp baki âleme göç ettiğini anladılar.
Bir rivayette Ebû Bekir’in, Resulullah Efendimizin ölüm haberini alır almaz yanına girdiği, bir yandan Resulullah’a salavat getirirken, diğer yandan bardaktan boşanırcasına gözyaşı döküp ağladığı söylenmektedir. Ebû Bekir’in şah damarları inip kalkarken, ağlarken, aklı başında ve ne söylediğini bilir durumda idi. O Resul-i Ekrem’in yüzünü açıp, alnını ve yanaklarını öptü, elleri ile yanaklarını okşadıktan sonra ağlayarak:
“Anam, babam, canım, bütün aile efradım sana feda olsun Ya Resulallah!
Hayatın gibi ölümünde tertemiz. Hiçbir peygamberin ölümü ile sona ermeyen peygamberlik, senin ölümün ile sona ermiştir. Sen vasıflandırılmaktan yüce, ağlamaktan da çok üstünsün. Herkes seninle teselli bulurken, şimdi senden ayrı düştük. Eğer sen, ölümü kendin seçmeseydin, senden ayrı olmak bizi öldürürdü. Eğer sen bize ağlamayı yasaklamasaydın, senin için alabildiğine gözyaşı akıtırdık. Fakat gücümüzün yetmediği, meddü cezir gibi denizin gerektirdiği bu durumdan da kendimizi alamayız. Ey Yüce Allah’ım! selamımızı Resulullah’a ilet . Ya Resulallah! Bizleri Rabbinin huzurunda unutma. Bizleri Rabbinin huzurunda an. Eğer sükunet ve vekarlığı bize bırakmasaydın, kuşkusuz senin ayrılığına dayanamaz, tahammül edemezdik. Ey Yüce Allah’ım!.. Sen selamımımızı habibine ilet ve bizim hakkımızda onu koru.”
Hz. Aiş e diyor ki:
– Resul-i Ekrem, ruhunu verdiği zaman, başucunda toplanıp acaba diğerleri gibi elbisesini soyup öylemi yıkayacağız, yoksa elbisesi üzerinde olduğu haldemi yıkayacağız? Diye düşünüp dururken, hepsi bu düşünce içinde yıkamalarını söyledi. Onlar da kendilerini bir anlık saran düşünce uykusundan silkinip Resulullah’ı üzerinde gömleği olduğu halde yıkadılar.
Üzerinden suyu döküp gömleği ile vücudunu ovdular, sonra da kefene sardılar.
– Resulullah Efendimizi, diğer ölüleri yıkadığımız gibi yıkadık. Resul-i Ekrem’i yıkarken yumuşak bir rüzgar hışıltısına benzer bir ses bize: “Resul-i Ekrem’i yumuş aklıkla yıkayın. Onu incitmeyin. Sizde aynı şeyle karşılaşacaksınız.” diyordu.
Resulullah Efendimizin baki âleme göçü böyle olmuştur. Sağlam bir rivayette Resulullah Efendimizin içinde yıkandığı gömleğinin çıkarıldığı, yünden yapılı elbiselerine sarılıp öyle defnedildiği söylenmiştir.
Ebû Cafer diyor ki:
– Resulullah’ın mezarı; yatağı ve kadife ile döşendi. Sonra gündüzün giyindiği elbiseleri üzerine konup öyle defnedildi. Ölümünde mal ve ev diye bir şey bırakmadı. Resulullah Efendimizin ölümünde Müslümanlar için bir ibret ve güzel bir örnek vardır.
Kaynak : Kimya-i Saadet – İmam Gazali
Similar topics
» İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretleri (R.A.) VE Seyyid Muhammed Bâkır Hazretleriyle (R.A.)Seyid Muhammed Bâkır:
» Evladına Kur'an -ı Kerim öğretmenin Sevabı
» THE LİFE HZ.MUHAMMED THE LAST PROPHET
» İbrahim Aleyhisselam ve Hz.Muhammed s.a.v.
» İMÂM MUHAMMED İDRÎS-İ ŞÂFİÎ (RH.)
» Evladına Kur'an -ı Kerim öğretmenin Sevabı
» THE LİFE HZ.MUHAMMED THE LAST PROPHET
» İbrahim Aleyhisselam ve Hz.Muhammed s.a.v.
» İMÂM MUHAMMED İDRÎS-İ ŞÂFİÎ (RH.)
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz